18 Ekim 2008
Tiyatro, sadece seyrettiğiniz sahne içinde kalmıyor, özellikle de çocuklar için. Sinan ve arkadaşları, Sizinkiler’i seyrettikten sonra ciddi bir fanatik oldular. Hálá da öyleler. Sinan, 3 gece başka kitaplar okuduktan sonra dördüncü gece mutlaka Sizinkiler pazarlığına girişiyor. Arkadaşı Derin, epey bir yol kat ederek haftalık mizah dergilerini bile takip etmeye başladı. İkisi de karikatüristlerin kitaplarıyla ilgileniyorlar. Birbirimize karikatür göstermeye, hatta anlatmaya başladık. Ne var ki benim güldüğümü onlar anlamıyor; onların güldüğüne ben kibarca tebessüm ediyorum.
Neyse, konumuza dönelim. Tüm tiyatrolar gibi, çocuk oyunları da sezonu açtı. Bu oyunların bir kısmı sponsorlu, yani firmaların desteğiyle ortaya çıkarılan, onlara uygun mesajlar ileten oyunlar. Örneğin BP Türkiye’nin desteğiyle sahnelenen oyun, yol güvenliği hakkında ve adı Önüm, Arkam, Sağım, Solum, Trafik. Bakırköy Carousel Alışveriş Merkezi’nde izleyebilirsiniz. 45 dakika süren oyunda çocuklar, Afacan ve Zeynep Abla’dan, eğlenceli şarkılar eşliğinde, temel trafik kurallarını öğreniyorlar. 6 - 11 yaş grubuna yönelik. 25 Ekim ve 8 Kasım’da, saat 13.00 ve 17.00’de seyredebilirsiniz.
İkinci oyun ise Koç Holding’in, çocukların zihinsel ve kültürel gelişimine katkıda bulunmak amacıyla başlattığı Sizinkiler Projesi. Altın Çiçeğin Peşinde adlı yeni oyun ile 11 Ekim - 6 Aralık tarihleri arasında turnedeler. Yaklaşık 60 bin çocuğa ulaşmayı hedefliyor.
Gösterimin yapılacağı illerde, çocuklar salonda keyifle oyunlarını seyrederken, pedagog Elif Koca da fuaye alanında aileleriyle sohbet toplantıları gerçekleştirecek. Yine fuaye alanındaki Müze Kart standından kart ve bilgi alma imkanı olacak. TEMA Vakfı’nın ilköğretim okullarında Yavru TEMA adı altında yürüttüğü çalışmalara katılmak isteyen çocuklar, Yavru Tema standından başvuruda bulunabilecek. Her ilde, oyunu izleyen çocuklara Sizinkiler yap-bozu hediye edilecek.
Biletler, BKM’nin illerde kuracağı mobil gişelerden ya da o ilde BKM biletlerinin satıldığı noktalardan ücretsiz olarak alınabilir.
MEME KANSERİYLE MÜCADELE ETMEK İÇİN
Avon’la Sağlığa Yolculuk Projesi kapsamında bu yıl 3.’sü düzenlenecek "Meme Kanseri ile Mücadele Etkinliği", yarın 12.30 - 16.00 saatleri arasında İstanbul’daki Beşiktaş Barbaros Meydanı’nda gerçekleşecek. Biz orada olacağız. Sizleri de bekliyoruz. Lütfen ilgilenin ve gelin.
Yazının Devamını Oku 11 Ekim 2008
Bayramı Bodrum’da geçirdik. Uzun zamandır gitmediğim bir yerdi ve özellikle şehre inince fazla bir şey kaçırmadığımı gördüm. Gündüzleri baba oğul arasında deniz mi, havuz mu kavgası yaşanırken ben, kendimi kitaplarım, müziğim ve sudoku’mla gölgeye attım. Ne denize bulaştım, ne havuza.
Bizim gençliğimizin, hatta çocukluğumuzun en büyük eğlencelerinden biri, telefonla dalga geçmekti. Yaşlar küçükken şakalar da masumdu. Yaşımız büyüdükçe müstehcenleşmeye başlamıştı doğal olarak. Hatırlarım, bir numarayı beller, iki dakikada bir arardık. "Alo Mukaddes Hanım orada mı?" diye. Yaklaşık on telefondan sonra tekrar arar, "Alo ben Mukaddes. Beni arayan var mı?" diye sorardık.
Ne gülerdik, ne gülerdik...
Eşimin arkadaşı ve 13 yaşındaki kızı Güneş de Bodrum’daydı. Sinan’ın o yaşta bir kızla çok daha iyi anlaştığını gözlemledim doğrusu. Hatta Sinan onunla ciddi bir biçimde uğraşıyor, onu kızdırmak için elinden geleni yapıyordu zaman zaman. Güneş ise, son derece sakin ve güleryüzlü bir şekilde idare ediyordu oğlumu.
Bir akşam hava nefisti. Biz de güzel bir balık lokantasına gitmiştik. Çocuklar takdir edersiniz ki iki dakikada karınlarını doyurup masada oturamama belirtileri gösterdiler. Sonra da arabada oturup müzik dinlemek istediler. Normalde benim eşim bu teklife karşı çıkardı ama bu sefer Güneş’in yaşı büyük olduğu için kabul etti.
Arabaya gittiler ve epey bir süre yok oldular.
Sonra da kahkahalar atarak geldiler. Güneş’in cep telefonu ile kızın en yakın arkadaşıyla dalga geçmişler. Daha doğrusu onu korkutmuşlar.
Önce numarayı görünmeze almışlar. (Nasıl yapılır bilmem. Öyle bir özellik mi varmış telefonlarda, onu da bilmem.)
Sonra kızı aramışlar ve Sinan hiç yaşının olmayan kalın sesiyle kızla konuşmaya başlamış. Kız da haliyle epey tırsmış. Birkaç kere de sürdürmüşler aramayı.
Sonra Güneş, arkadaşını aramış ve şakayı itiraf etmiş ama inandıramamış konuşan çocuğun henüz 8 yaşında olduğuna.
Pek kikirdeyerek geldiler yanımıza.
Onlar bunu anlatırken belki doğru değil, ama ben çok güldüm. Eski günlerimi hatırladım. Zararsız telefon dalgalarını, hoşlandığımız çocuklara ettiğimiz sessiz telefonları...
Evde mi değil mi öğrenmek için arkadaşımıza aratıp, ay yanlış numara geyiklerini...
O evdeki ilkel(!) telefonlarla neler neler becerirdik.
Ama bunları yaptığımızda bu yaşlarda değildik. Biraz daha büyüktük sanırım.
Yalan değil, yaş farkını bir kenara bırakırsak, Sinan’ın yaşındaki kızların bile erkeklere nazaran ne kadar farklı ve ilerde olduklarını görebiliyorum. Erkekler acaba yıllar sonra biz kadınlardan bunun intikamını mı alıyorlar dersiniz! Küçük yaşlarda onlara kötü davranan, hor gören, dalga geçen kız çocuklara yıllar sonra ödenen ağır bedel!
Geçenlerde bekar bir erkek arkadaşım; kızların ne kadar değiştiğinden şikayet ediyordu bana. "Kadın kadın gibi olmalı, erkek de erkek gibi!" dedi. "Eskiden kadınlar daha bir öyleydi, şimdi erkek gibi oldular!" diye devam etti.
Ama arkadaşıma söylemeden edemedim: "Evet ama erkekler de kadın gibi artık!!!"
Yazının Devamını Oku 4 Ekim 2008
Koca bayram tatili bitmek üzere, pazartesi normal hayatımıza döneceğiz. Bana kızabilirsiniz ama ben bu kadar tatil seven biri değilim, sıkılıyorum. Ayrıca çalışmaya maddi manevi ihtiyacım var. Boş geçen günlere üzülüyorum. Neyse, son iki gün için size bir iki şey önermek istiyorum. Birincisi bir resim yarışması. Evde çocuğunuzu bu yarışma için teşvik edebilir ve eserine karışmadan yarışmaya katılmasını sağlayabilirsiniz. Yarışmayı Beymen düzenliyor, "Bana Bir Yılbaşı Çizer misin?" adlı yarışmayla çocukları önce yaratıcılığa, sonra eserlerini vitrinlerinde sergilemeye davet ediyorlar.
4-7 yaş arası tüm çocuklara açık olan yarışmaya katılacak eserler, markanın Türkiye’deki yılbaşı vitrinlerinde sergilenecek. İlk üç dereceye giren eserler, özel kumaş çantaların üzerine basılacak. Bütün mağazalarda satılacak bu çantalardan elde edilecek net gelirin tamamı UNICEF Türkiye’ye bağışlanacak.
Son başvuru tarihi 31 Ekim. Ayrıntılı bilgi almak isteyenler, (212) 444 4 700’ü arayabilir. Yarışma şartlarını içeren katılım formlarını tüm Beymen’lerden de temin edebilirsiniz.
Sabancı Müzesi’nde kaçırılmayacak bir sergi var: Salvador Dali. Çocuğunuzu Dali’nin gizemli resimleriyle tanıştırabilir, saklanmış imgeleri aratabilir, oyun oynamayı çok seven Dali’nin oyunlarıyla sıra dışı bir eğlenceye katılmasını sağlayabilirsiniz. Nesnelerden Sürreal Kolajlar, Yumuşak Portreler, Çılgın Tasarımlar, Dali’nin Cadaques’i Üzerinde Çocukların Cadaques’i, Sürreal Fotoğraflar, Bilmece Resimler, Yepyeni Hayvanlar gibi etkinliklerin yer aldığı programa katılmasını sağlayın. Böylece Dali’yi tanısın, sürrealizmi öğrensin ve kendisi de sürrealist eserler yaratmaya çalışsın. Sergi öncesi aktiviteler, rehberli sergi turu ve atölye çalışmasından oluşan programlara 4-5, 6-7, 8-9, 10-11, 12-14 ve 15-17 yaş aralıkları ile kayıt olunabiliyor. Pazartesi hariç her gün var ve ücretsiz. Randevu almayı unutmayın: (212) 277 22 00
Yazının Devamını Oku 27 Eylül 2008
Her zaman iddia ederim, bu devirde kardeşe gerek yok diye. İyi arkadaş kardeş gibi oluyor. Tamam, bana kızmayın, kardeşin de yeri ayrıdır, kabul ediyorum. Ama olması gerektiğine inanmıyorum.
Okullar açıldığından beri aynı sınıfta oturan ve evleri birbirine yakın olan üç kafadar var: Hakan, Emre ve Sinan. Üç farklı karakterde çocuk. Henüz üçüncü sınıftalar ama 5 senelik arkadaşlar. Bundan dolayı artık birbirlerini iyi tanıyorlar. Bu takıma Derin ve Tibet de arada sırada dahil oluyor. Ama sınıfların ya da okulların ayrılması, ekip olarak devam etmelerini biraz zorluyor sanırım; bireysel olarak daha iyi anlaşıyorlar.
Neyse biz üçlüye dönelim. Bu üçlü, okulların açıldığı günden itibaren okul çıkışlarını birbirlerinde takılarak geçiriyorlar. Neredeyse her gün birinin evine gidiyorlar. Orada eğlenir ve oynarken, önlerindeki üç günün programını yapıyorlar. Hatta cumartesileri bile işe karıştırmaya başladılar. Cumartesi günü eğlencelerine aralarında "parti" diyorlar!
İşin şöyle de bir komik tarafı var. Okul çıkışı Sinan beni arıyor ve Hakan ya da Emre’ye gidip gidemeyeceğini soruyor. Ben bir mahsur görmesem de ev sakinlerine fazla ağırlık olmasından çekindiğim için şansımı "hayır"la deniyorum. Ne var ki ikinci telefon ağlayarak gelince açıkçası dayanamıyorum. "Yahu zaten şehrin ortasında oturuyorlar, şehrin ortasında okuyorlar. Birbirlerine yakın olmanın en büyük ve tek avantajını niye değerlendirmesinler. Kendi kendilerine bir yere gidecek yaşa gelene kadar ancak evlerde takılabilirler. Eh, ödevlerini de yaparlarsa, neden karşı olayım ki" diye düşünüyorum ve izin veriyorum.
Evet, ödevleri şart koşuyoruz. Onlar yapılmalı ve bitmeli. Bu, bence ileride onların proje tarzı ödevlerini de beraber daha iyi bir şekilde yapmaları için iyi olacak.
Geçen cumartesi bizim evde olacaklardı. Benim işim çıktığından evde olamadım ve neler yaptılar izleyemedim. O yüzden açıkçası bu programlar benim hayal ettiğim gibi düzgün mü, yoksa ev sakinlerini bezdirip çocuklar için hiçbir katkı sağlamayacak detaylarla mı geçiyor bilemiyorum. Ama, çocukların birbirlerine yakın oldukları zaman, bilgilerini ve meraklarını da birbirlerine daha detaylı şekilde aktaracaklarına inanıyorum.
Çocukların birer yetişkin gibi arkadaş olmalarına, arkadaşlarıyla konuşurken hiçbir şekilde iki yüzlülük yapmadan "tak" diye kafalarındakileri söylemelerine bayılıyorum. "Ben bugün Emre’ye gitmek istiyorum. Sana gelmeyi de çok seviyorum ama bugün değil. Yarın sana gelirim" diyebiliyorlar. Gerçi bazen, alıngan olanlar biraz üzülebiliyor ama neyse ki çabuk unutuyorlar.
Çocuklara fırsat verip de onları izlemeye aldığımızda gerçekten güzel görüntülerle karşılaşıyoruz
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2008
Becerikli insanları seviyorum çünkü ben elişi konusunda beceriksizim. Defterleri bile zor kapladım. Hatırlıyorum, okulda ev ekonomisi dersinde etek yapacaktık. Beli lastikli basma kumaştan. Bittiğinde benim eteğim neredeyse 0 beden kadardı. Meğersem bel ölçümü bile tersten almışım. Dolayısı ile etek, bana değil anca oyuncak bebeğime olmuştu!!! Şimdi bir şeyler yapanları görünce bu açıdan hoşuma gidiyor.
BoboLulu Fashion Industries, özellikle bebekler ve çocuklar için polar kumaştan yumuşacık ve yaratıcı battaniyeler üreten yeni bir marka. Eğlenceli desenlerin aplike edildiği ve isme özel olarak elde üretilen BoboLulu battaniyeleri sadece internet üzerinden satılıyor ve duyduğumuz kadarı ile şimdiden ’celebrity’ evlerine girmiş bile. www.bobolulu.com, çocuklarına özel bir battaniye almak isteyen anne babalar kadar, fonksiyonel ve karakterli bir doğum hediyesi bulmakta zorlananların da sık sık uğradıkları bir web sitesi. Artan talepler üzerine artık sadece bebekler ve çocuklar için değil, yetişkinler, hatta petler için bile battaniye üretmeye başlamış.
Yurtdışında uzun yıllar profesyonel yöneticilik yaptıktan sonra şimdi girişimciliğe adım atan Esra Akın oldukça heyecanlı, ama bir o kadar da hayatla barışık bir yeni anne. BoboLulu fikri için ilham kaynağı Ada’yla Deniz doğduklarında aldığı hediyeler olmuş: "Tabii kullanışlı ama çoğu tekdüzelikten kurtulamamış hediyeler..."
Esra, müşterilerinden bu yönde gelen yorumların da oldukça motive edici olduğunu söylüyor: "Ne zaman bir BoboLulu battaniyesi siparişi alsak, biliyoruz ki battaniyemizi hediye eden ’kahraman’ oluyor, hediye alan ise ’özel’ ve ’eğlenceli’ bir battaniye sahibi olmanın keyfini yaşıyor."
Çamaşır ve kurutma makinesi uyumlu BoboLulu battaniyeleri piyasadaki alternatiflerine göre farklılıklar taşıyor; cıvıl cıvıl renkleri, isme özel oluşları, elde üretilmeleri ve tabii yaratılan farklılık hissi ilk akla gelen tercih sebepleri. Markanın geleceğini merak ettiğimizde ise Esra çok yakında battaniye koleksiyonunun yanına farklı kategoriler de eklemeyi planladığını, hayalinin BoboLulu’yu bebekler ve çocuklar için bir moda markası haline getirmek olduğunu belirtiyor. Fiyatlar 79-139 YTL aralığında ve Türkiye içinde kargo bedava.
Başka bir el becerisi örneği de Evlat Çocuk Atölyesi. Onlar da çocuk sahibi olduktan sonra elleriyle bir şeyler yaratma çabasına girenlerden... Çocuklara keyifli oyunlar oynayabilecekleri, el yapımı, yıkanabilir, hijyenik, hiçbir makine işçiliği olmayan, kişiye özel, bir eşi daha olmayan ve sipariş edenle onların fikirlerinin dayanışmasından ortaya çıkabilecek oyuncaklar ve aksesuvarlar üretiyorlar. Örgü bebekler, tablolar, duvar süsleme malzemeleri, iğnelikler ve defterler en çok dikkati çeken ürünler arasında.
Onlara ilham veren, her kişinin kendine özel bir hikayesi olması... Ne kadar insan varsa onlar da o kadar fikirle tıkanmadan yollarına devam edeceklerini düşünüyorlar.
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2008
Bu terim ilk kez 1991’de, okul öğretmenleri tarafından kullanılmış. Ancak yaygınlaşıp, üniversitelerde ve iş görüşmelerinde yaşanan olayların dergi ve gazetelere konu olması, 2000’lerin başına denk geliyor. Ne demek şimdi bu? Helikopter anne babalar ne yapıyor?
Helikopter ebeveynler, çocuğunun özellikle eğitiminde çok hassas olup, onu her şeyden korumaya çalışan, kararları kendileri veren ve pek çok sorunu kendileri çözen tipler. Ama normal sınırlarda değil tabii. Helikopterin pervanesi gibi çocuklarının tepesindeler.
Normalde tabii ki çocuklarımızın hayatlarına müdahale ederiz, onları yönlendiririz. Ama bu kimi zaman olması gereken sınırları aşar. Özellikle de eğitim konusunda ailelerin kolayca çığırdan çıktıklarını görebilirsiniz. Sinan birinci sınıfta okurken, üçüncü sınıfların yaptığı bir "hayalinizdeki ev" projesi vardı. Yapılanlar sergilenmişti. Onlara baktığımda, bazılarının bir mimarın elinden çıkmış kadar mükemmel olduğunu görmüştüm. Oysa bu mümkün değildi. Nitekim sonra, bazı anne ve babaların mimar arkadaşlarına danıştıklarını ve çocuğun ödevini böyle yaptıklarını duymuştum.
İşte helikopterlik böyle oluyor sanırım. Aslına bakarsanız, terim yeni ama durum değil. Bu tip fertler ezelden beri var.
Çocuğunuzu korumanın ne gibi zararı olabilir diye düşünebilirsiniz. Ama aşırısı, çocuğunuzun gelişimini olumsuz etkiler. İlkokula başlayan bir çocuğa, bazı sorunların üstesinden gelmesi öğretilir. Var olan soruna küçük çözümler araması, onun sorumluluklarından biri olur. Bütün ödevleri "en iyisi olsun" diye siz yapmaya kalkarsanız, bu çocuk kendi kendine ödev yapmayı beceremeyecektir. Ya da yaptığını hep yetersiz bulacaktır.
Peki, siz de bir helikopter anne iseniz ne yapmanız lazım? İşte öneriler:
Çocuğunuzu kendi problemleri hakkında tartışmak için cesaretlendirin. Bırakın, kendine çözüm yolu arasın. Çünkü problem çözmek, bir çocuğun eğitimi ve büyümesi için çok önemli.
Ev ödevi sırasında, size bir şey sormak istediğinde yanında olun. Ona sorduğu sorunun cevabını vermeyin, nasıl cevaba ulaşacağını gösterin. Unutmayın ki sizin göreviniz, çocuğunuzun başaracağı ortamı ya da durumu yaratmak.
Öğretmeniyle irtibatta olun, ama onu özel isteklerinizle zor durumda bırakmayın. Unutmayın, her çocuk kendi ailesi için özeldir ve öğretmen bu kadar özel onlarca çocukla aynı anda eşit olarak ilgilenmek durumunda.
Çocuğunuza öğretmenin otoritesine saygı duyması gerektiğini öğretin. Öğretmenin koyduğu bir kural size uygun gelmese de çocuğunuzun karşısında bunu sorgulamayın. Boş bir zamanında bunu öğretmenle tartışabilirisiniz, ama çocuğunuzla değil.
Bırakın çocuğunuz bazı hatalarının bedelini ödesin.
Yazının Devamını Oku 6 Eylül 2008
Ben her sabah dişlerimi fırçalarım. Genetik olarak biraz şanssız olduğumdan, dişlerimden dolayı epey canım yanmıştır. Sinan’ın babası da her sabah düzenli diş fırçalayan biri. Gerçi akşamları da fırçalıyoruz ama bunu Sinan görmüyor. O yüzden sabahları vurgulamak istedim.
Diş bakımı aileden kazanılan bir alışkanlık. Biz dişlerini fırçalayan, dişleri hakkında konuşan bir aile olmamıza rağmen, kışın düzenli dişlerini fırçalayan oğlum, yazın dağınıklığıyla birlikte benim olmadığım sabahlarda bu işi unutmayı becermiş.
Yahu bunca zamandır beraber fırçalıyoruz, her markete gittiğinde diş fırçası almayı biliyorsun da niye ben yokken fırçalama işi unutuluyor?
Geçen gün Colgate yetkilisi birkaç kişi ile sohbet ettik. Bana çok ilginç bilgiler verdiler, asla iç açıcı değil. Türkiye’de senelik diş fırçası tüketimi kişi başı yarım fırçaymış. İnsanlara "Ne zaman dişlerini fırçalarsın" diye sorduklarında, düğüne gideceğim zaman gibi senede bir iki güne tekabül eden cevaplar alıyorlarmış.
Tüm dünyada 16 yıldır, 80’i aşkın ülkede, 30 ayrı dilde, her yıl 50 milyondan fazla çocuğa ve aileye ulaşan; Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteği, Ağız ve Diş Sağlığı Derneği ile TOÇEV’in işbirliğiyle gerçekleştirilen "Parlak Gülüşler Parlak Gelecekler" projesiyle, ilkokul 3’üncü sınıf öğrencilerine eğitim veriliyor. Öğrencilerden önce, bütün devlet okullarının üçüncü sınıflarında ders veren öğretmenler eğitiliyor. Öğretmenler de çocuklara bir gün boyunca diş ve ağız bakımı konusunda edindikleri bilgileri aktarıyor.
Bizde 2006’dan beri devam ediyormuş bu proje. Bu aydan itibaren halkın da katılımını sağlamayı amaçlıyorlar. Destek olmak için tek yapmanız gereken, bu ay herhangi bir Colgate ürünü almak.
Yazının Devamını Oku 30 Ağustos 2008
İlk dövmemi yaptırdığımda 22 yaşındaydım. Mesleğe yeni başladığım yıllardı ve araştırmacı gazeteci ruhum, ilk dövmecilerden Hakan Gerçek’le röportaj yapmamı, daha sonra da bunu tecrübe etmemi sağlamıştı. Ayak bileğimin oraya, küçük güzel bir tribal desen kondurmuştuk. Ne var ki son derece aydın ve modern de olsa, bu, babama ağır gelmişti ve bana "Ya dövme ya ben!" diyerek resti çekmişti.
Yemezler tabii, o yaşta nereye gidiyorum. Ameliyat olup orada kalan 1-2 küçük leke ile dövmeyi temizlemiştik. Tabii ben haftasına gidip, görünmeyen bir yerime bir dövme daha attırmıştım.
İkinci dövmem, kocamın adını alyansımın altına gizlemekle oldu.
Ve sıra kendimden ve kocamdan sonra takdir edersiniz ki oğlumdaydı.
Adını seçerken, Sinan’ın ne anlama geldiğini bilmiyorduk açıkçası. Mızrak ucu demekmiş.
Dolayısıyla eski yaranın üstüne bir mızrak ucu kondurma zamanı da gelmişti.
Önce internetten resimler aramaya başladık. Bulduğum 5 resmi başta ofis arkadaşlarım olmak üzere aile fertlerime ve tabii Sinan’a danıştım. Ne de olsa her gün dövmemi görecek insanların da bir fikir vermeye hakları var diye düşündüm.
Son karar verildi. Bu arada dövmeci araştırması da yapıldı ve o da bulundu.
Bir öğleden sonra oğlumu alıp Beyoğlu’nun yolunu tuttuk. Yapılacak yeri, deseni tartışıp salı gününe randevu alarak oradan ayrıldık. Sonra da bunu oğlumla dondurma yiyerek kutladık.
Ertesi sabah Sinan yataktan kalktığında, "Dövmeciye 3 gün kaldı" diyecek kadar heyecanlıydı. Benle gelmeyi de kafasına koymuştu belli ki...
Salı günü dövmeciye vardığımızda, içeride meraklı kızlar vardı. Önce onların sakinleşmesini bekledik. Sonra benim zamanım gelmişti.
Koltuğa uzandım. Sinan yanımda, Ruhsel karşımda. İğneleri, boyaları hazırlıyor. Sinan soruyor, o sabırla cevap veriyor.
Bu arada kapı epey çaldı. Gencecik insanlar geldi dövme yaptırmak istiyorum diye. Yaşları 21-22’den fazla değildi. Ruhsel, inanılmaz bir sabırla isteklerini yorumluyordu. Öncelikle 23 yaşından evvel dirsek altına dövme yapmanın neden doğru olmadığını açıkladı. Bir diğer gence, yazı istemenin çok büyük bir cesaret olduğunu, o yazıların 3-5 sene sonra çoğu kişi için bir anlam ifade etmeyeceğini, bu yüzden iyi düşünmek gerektiğini söyledi.
Sinan da onları dinledi ve öğrendi. Ben de dinledim ve düşündüm: Gençlerle muhatap olmak büyük bir sorumluluk. Gelen kişilerin çoğunu, talepleri yaşlarını aştığı için uyardı ve nedenlerini anlatarak reddetti. Ama bunu kaç kişi yapar bilemem. Çünkü sonuçta onun da ekmek parası bu. Ama ben kendi açımdan baktığımda, ileride çocuğumun karşısına böyle insanların çıkmasını tercih edeceğimi düşündüm. Evet, belki dövme yaptırmaya giderken bana soracak oğlum ama başka bir şey için sormayacak. İşte o zaman umarım doğru yerlere gider ve karşısına doğru insanlar çıkar...
Bir saat çok keyifli sohbet ederek işimizi tamamladık. Seneye Sinan’ı oraya çırak vermek üzere anlaşarak ayrıldık. Yine dondurmayla kutladık.
Sinan tablo gibi adının bacağımdaki sembolünü seyrediyor. Senelerin geçmesini bekliyor.
Yazının Devamını Oku