16 Nisan 2005
Dün eşimin doğum günüydü. Hep oğlanı, onunla yaptıklarımızı yazacak halim yok ya, arada bir de olsa baba olaylarına da girmekte fayda var. Kendi doğum günüm beni çok heyecanlandırmaz. Özel partiler, davetler yapan türden değilimdir ama sevdiğim insanlara güzel hediyeler yapmayı, bunun için kafa patlatmayı severim doğrusunu isterseniz. Bunun için de en uygun insan kocam!!!
Ona yaptığım hediyeleri biraz size anlatmak, kendimle böbürlenmek ve size de fikir vermek istiyorum.
Yeni evli olduğumuz sene, iş arkadaşlarımın bana düğün hediyesi olan video kamerası ile yollara düşmüştüm. Eşimle ilgili yaklaşık yüz insandan doğum günü mesajları kaydetmiştim. Sonra da kaseti ona verdiğimde ona ilk dumurunu yaşatmıştım.
Daha sonraki bir sene daha vurucu bir iş çıkarttım: Sinan da doğmuştu ve o kadar yoğunluğum arasında epey bir zaman ayarlayarak, hayatındaki bir grup insanın resimlerini ayırdım albümlerden. Hepsi ile ilgili bir anı ya da bir kareyi yazdım. Ve bunları karikatürist arkadaşım Sönmez Karakurt’a teslim ettim. Her biri için yazdıklarımı karikatür haline getirdi ve bir defterde topladım onları...
Hüngür hüngür ağlattım onu. Keh keh keh...
Sonra evimin esas erkeği 40 yaşına dayandı. Onu 40 yaş depresyonundan korumak için iyi bir hediye hazırlamam gerektiğine inanıyordum. Bunun için düşünmeye başladım. Onu sembolize eden, sevdiği, kendine has olan 40 obje çıkardım. Kullandığı diş macunundan çok sevdiği yumurtaya, çiçekten o an ihtiyacı olan minik bir şeye kadar tam kırk şey aldım (ya da yaptım). Hepsini ayrı ayrı paketledim ve arkadaş grubumuz eşliğinde koca sepeti önüne sundum. Arada Sinan’ın babasına yaptığı resim bile vardı. Yine onu allak bullak etmeyi başarmıştım.
BİR SÜRPRİZ DE ONDAN
Bir yılbaşı da o bana bir sürpriz yapıp, Sinan’la bir fotoğrafımı kocaman karakalem resim halinde elime vermişti.
Bu sene de ne yapayım diye düşünmeye başladım. Doğrusunu isterseniz hesaplı paralara aklıma bir şey gelmedi. Çalışıyor olduğumdan yaratıcılık yetim de biraz dağılmış durumdaydı ve sıkışmaya başladığımı hissettim.
Sinan biraz daha büyük olsa belki onunla beraber bir sürpriz hazırlayabilirdim ama henüz o yaşta değil. Anında gidip babasına her şeyi anlatıyor.
Bu sene Joker imdadıma yetişti. Yeni başlayan bu uygulamayı daha çok fazla duyulmadan ben hediye olarak verdim kocama: Sinan’la çok hoşuma giden bir resmini 150 parçalık yap-boz haline getirdik.
Bu çok eğlenceli oldu. Siz de hediye olmasa da kendiniz için yap-boz haline getirmek istediğiniz resmi Joker/Maxitoys mağazalarına orijinal olarak götürürseniz dört gün sonra alabilirsiniz. 30 parçadan 150 parçaya kadar yaptırabilirsiniz yap-bozları. Bu durumda en büyüğü 30x43 santim ebatlarında oluyor. Kendi özel kutusu ile elinize teslim ediliyor. Bu işi Türkiye’ye getiren firmanın adı da Vulpes Puzzle.
Şimdi baba oğul beraber yap-boz yapıyorlar. Hem ikisinin ortak bir oyunu da olmuş oldu.
Ben de bir sene daha rahatım. Seneye artık Allah Kerim. Varsa sizden de fikir beklerim...
İşte yıkabileceğiniz tabular
Çocuk büyütürken vazgeçilmez olarak bilinen bazı kurallar vardır; nedenini, nereden geldiğini bilmesek bile uygulamaya dikkat ederiz. Kimbilir kaç jenerasyondur koşulsuz şartsız uygulanıyorlar ama aralarında rahatlıkla yıkılabilecek olanlar var. En azından uygulayamadığınız için üzülmenize gerek yok. İşte yıkılabilecek kurallar!
HER GÜN BANYO GEREKSİZ
Çocuğunuzu saçlarında kum tanecikleri veya her yeri çamur ya da yemek içinde dolaştırmak size çok da doğru gelmeyebilir. Ancak çocuğu her gün sabunlamak da gerekli değil. Banyoda çok fazla ovalamak, çocukların cildini nemli tutan doğal yağ dengesini bozabilir, derisini tahriş edebilir. Her akşam banyo için zor vakit ayırıyorsanız veya o enerjiyi kendinizde göremiyorsanız, her gece yıkamak yerine bazen sadece görünen (dizler, yüz veya ayaklar gibi) ve görünmeyen (boyun, genital bölge gibi) kirli yerleri silmek yeterlidir.
ARA ÖĞÜN MÜ: KESİNLİKLE EVET
Çocukların abur cubura meraklı olmasının çok iyi bir nedeni var: Yüksek kalori ihtiyaçları ve küçük mideleri gün boyunca yemek yeme ihtiyacı duymalarına neden olur. Uzmanlar, çocuklara üç ana öğün yerine, altı ara öğün verilmesinin doğru olduğunu söylüyor. Ayrıca unutmamalısınız, ara öğünler besinsel boşlukları da doldururlar. Örneğin, yoğurt kalsiyum, meyve lif takviyesi yapar...
HER YEMEKTEN SONRA DİŞ FIRÇALAMA
Bu konuda da çok mükemmeliyetçi olmanıza gerek yok. Uzmanlara göre bir öğün sonrası diş fırçalamayı atlamakla çocuğunuzun ağzı çürük dişlerle dolmaz. Ancak sağlıklı dişler için mutlaka günde iki kez fırçalamak gerek. Eğer çocuğunuz sadece bir kez fırçalamakta direniyorsa, diğer iki öğünden sonra ağzını çalkalatabilirsiniz. Çocuğunuz ne derse desin, gece yatmadan önce diş fırçalama zorunluluğu koymanız gerek. Çünkü gün boyunca ağızda biriken yemek parçaları, gece uykusunda çürükleri oluşturan asitlere dönüşürler.
SEBZE BİTMEDEN PASTA YİYEMEZSİN
Tatlıyı ödül olarak göstermek veya ceza olarak esirgemek, çocuğunuzun karşısına ileride obezite de dahil olmak üzere birçok sorun çıkartır. Tatlıyı ödül olarak vermek; tatlıyı mutlulukla, sebze gibi diğer besinleri de mutsuzlukla bağdaştırır. Bunun yerine, çocuğunuza arasından seçim yapabileceği alternatifli sağlıklı yemekler sunmak ve kendisinin ne yiyeceğine karar vermesini sağlamak çok daha iyi sonuçlar veriyor. Tatlı, ‘arada sırada’ yemeği olarak kalmalı ve güzel yenmiş bir yemekten sonra makul ölçülerde verilmeli.
ISLAK SAÇLA SOKAĞA ÇIKILMAZ
Hastalıkların asıl kaynağı mikroplardır. Virüs ve bakteriler de havanın sıcak veya soğuk oluşundan pek etkilenmezler. Grip ve diğer soğuk algınlıkları temas yoluyla geçer; el ele tutuşmak veya aynı kaptan içmek gibi... Uzmanların elinde hava sıcaklığının hastalığı başlattığına dair somut bir kanıt yok. Yani, çocuğunuzun banyo yaptıktan sonra dışarı çıkmadan önce lahana gibi kat kat giyinmesine, saçının en dip teline kadar kurtulmasına gerek yok. Ama siz yine de, özellikle soğuk havalarda saçını kurutun; çünkü saçtaki nem çok soğuk havada donar ve üşümesine neden olur.
ÖĞLEN UYKUSU ŞART MI?
Bebeğiniz huysuzluğuna uygulanacak en doğru tedavinin uyku olduğuna hiç şüphe yok. Pek çok çocuk günlerce, hatta haftalarca öğlen uykusuna direnebiliyor. Ancak çocuğunuz gün içinde çok fazla enerji harcarsa, ara uyku en iyi dinlenme yöntemi. Bunun için ille de pijamalarını giyip yatağında yatmasına gerek yok. Salondaki kanapede yapacağı ufak bir şekerleme de yeterli. Eğer gün içindae uyumamışsa akşam uyku saatini 30 ila 60 dakika öne almayı unutmayın.
TELEVİZYONU YAKINDAN SEYRETME
Çocukların gözleri bizim yaşlandıkça kaybettiğimiz bir özelliğe sahip: Yakın objelere odaklanma. Bu yüzden televizyonun yakınında oturmak gözlerine zarar vermez. Televizyonun yaydığı radyasyondan da endişelenmemelisiniz; yapılan araştırmalar bir tehlike olmadığını gösteriyor. Ancak bazı durumlarda televizyonu çok yakından seyretmek gözde astigmat oluşumuna neden olur; yani çocuğun gözleri büyük objelere yoğunlaşmayı tercih eder.
PAZARLIĞIN SÖZ KONUSU OLMADIĞI KURALLAR
3 Araba koltuğu kullanmak Bir kaza anında yolcular arasında en çok zarar görenler çocuklar. Bu riski en aza indirmek için çocuğunuzun yaşına ve kilosuna uygun araba koltuğu kullanmalısınız.
3 Çocuk doktoru gözetiminde olmak Özellikle aşı konusunda pediyatrist gözetiminde olmak şart. Aşının yanı sıra, çocuğunuzun gelişimini takip etmek açısından da çocuk doktoruna düzenli olarak görünmek önemli.
3 Antibiyotikleri bitirmek Çocuğunuz kendini iyi hissetse bile verilen dozu bitirmeniz şart. Eğer yarıda bırakırsanız, bakteri tam olarak yok edilmemiş olabilir ve hastalık tekrar nüksedebilir; ayrıca vücut antibiyotiğe duyarlı bakteri de oluşturabilir.
3 El yıkamak Hastalıkları önlemenin en kolay yolu olduğunu biliyor muydunuz? Çocuğunuz tuvalet sonrası ve dışarıdan geldikten sonra mutlaka ellerini yıkamayı bir alışkanlık haline getirmeli. Eğer her dakika elini yıkama fırsatı bulamıyorsanız, bakteri öldürücü jel veya ıslak mendil kullanabilirsiniz.
Annemden yemek kursları
Artık yemek kursları pek moda biliyorsunuz. Pek çok yerde, hatta mutfak üreticilerinin bile bir günlük dahi olsa kursları var. Ben de sürekli bu kurslarla ilgileniyorum ama zamansızlıktan bir türlü gidemiyorum. Sonuçta çareyi annemde buldum yine. Ondan bana özel kurs vermesini istedim. Zaten anne & trends dergimizin yemek sayfalarını da ona yaptırmaya başladım. Hem annelere, hem çocuklara yemek çıkartabiliyor. Ben de onun yaptıklarını yapıyorum. Şimdi ilk kurs olarak çikolatalı tatlı dersi istiyorum. Kendi formüllerini bulan ve hepsini süsleyerek nefis şeyler çıkaran annem, isteseniz bile size pasta yapmaz işte!!!
Sadece bana, hep bana... Ki ben 100 kiloya çıkayım!!!
KAZALARA KARŞI EĞİTİM
Çocukları yuvaya giden bazı anneler son haftalarda onların eve küçük sempatik bir paketle geldiklerini fark etmişlerdir. Schneider elektrik firmasının ‘Güvende Gelecek’ projesiyle okullarda elektrik çarpması, yangın gibi kazaların önüne geçilmesi amaçlanıyor. Ana okullarını ziyaret eden eğitmenlerin çocuklara hediye ettiği paketlerin içinde maskot ayıları, boyama kitabı, mıknatıs, tişört ve ailelere yönelik ‘Bak bugün ne yaptık’ başlıklı bir mektup var.
‘Güvende Gelecek’ projesi ilk olarak İstanbul’da 3-6 yaş arası çocukların devam ettiği 60 ana okulunda başlatıldı. Elektrik gibi önemli, ama kontrol edilmezse tehlikeli olabilecek konu, okul öncesi çocuklara en uygun şekilde anlatılıyor. Bir yandan çocuklara bilgi verilirken, bir yandan da okulun elektrik sigorta sistemi de kontrol ediliyor, gerekli görüldüğünde elektrik kaçaklarını gösteren röleler sisteme dahil ediliyor.
Yazının Devamını Oku 
9 Nisan 2005
Kendi çocuklarımız için neler neler yapıyoruz... Maddi manevi imkanlarımız dahilinde, hiçbir şeyi eksik bırakmamaya çalışıyoruz. Bir yandan da televizyonda, gazetelerde kötü durumdaki çocukları görmeye dahi dayanamıyoruz.
Peki başka çocuklar için neler yapıyoruz? Ya da ne yapabiliriz?
Çok ama çok eski bir arkadaşımın ablası aradı beni geçen gün. Benimle aynı sene anne oldu. Kızına oldukça düşkün, çalışan bir anne. Her gün koştura koştura işe gidiyor. O kadar sıkışıklığı arasında zaman bulmuş ve evinin yakınlarındaki Çocuk Esirgeme Kurumu’nun şubesine gitmiş. Yetkililerle görüşüp eksikleri hakkında bilgi almış.
Kıyafetleri gayet temiz ve düzgünmüş çocukların. Ne var ki kahvaltılık yiyecekleri oldukça yetersizmiş. Onlar da bir grup anne bir araya gelip, para toplayıp; peynir, yumurta, reçel gibi kahvaltılıklar alıp kuruma bırakmışlar. Böylece o sabah çocuklar adamakıllı bir kahvaltı etmişler. Belki ertesi sabah da...
Benim de yardımcı olmamı, bu durumdan diğer anneleri de haberdar etmemi istedi. Herkes arkadaşları ile birleşip, yakınındaki Çocuk Esirgeme Kurumu’na gidebilir ve eksikleri öğrenirse; o çocuklar da en azından haftada bir gün yumurta yiyebilirler.
İki arkadaşım da ‘Kardeşini Seç’ kampanyasından birer kardeş seçti çocuklarına. Tabii bu uygulamaya katılmanız için ille de çocuğunuzun olması gerekmiyor. İnternet sitesinden seçtikleri çocuklara birer mektup yazıp tanıştıktan sonra ihtiyaçları doğrultusunda paketler gönderiliyor. Bir paketin doldurulmasına ben de elimden geldiğince yardımcı oldum, Sinan’ın eşya ve oyuncaklarından parçalar seçtim. Koli dolunca Mardin’e gönderilecek. Kardeşini Seç kampanyasında, çocuğu ziyarete gidenler bile oluyor.
Başka çocuklar için yapılabilecek pek çok şey olduğuna inanıyorum. Para, eşya, kıyafet, yiyecek... ve bunların yanı sıra sevgi, ilgi...
Çocuk Esirgeme Kurumu’nu ziyaret eden arkadaşım oradaki çocukların sevgiye nasıl cevap verdiklerini anlattı gözleri dolu dolu.
Mümkün olduğunca zor durumdaki çocuklara yardım etmemiz gerektiğine inanıyorum. Çünkü anne olduktan sonra bu konuda gerçekten hassaslaşıyoruz. Bu hassaslığı doğru alanda değerlendirmemiz gerekiyor. Hatta bazı yardım girişimlerini çocuklarımızla birlikte yapmaya alışırsak, bu yaştaki her çocuğun çok rahat ve uygun bir ortamda olamadığını gösterir, onlara yardım kavramını öğretmeye başlamış oluruz.
Hadi bakalım, neler yapabiliriz bir düşünelim. Bana önerilerinizi de yazabilirsiniz.
Artık bebeğinizin ilk ayakkabısını alabilirsiniz
Daha önceki aylarda bebeğinizin aylık gelişimini anlatan yazılar hazırlamıştık. Gelen istekler üzerine bu yazılara devam etmeyi uygun bulduk. Bir yaşını geride bırakan bebeğinizin gelişiminde sonra bir yavaşlama görebilirsiniz. Ancak artık karakterin gelişmesi çok önemli. Bu, her şeye merak duyduğu, eline alıp ağzına götürerek tanımaya çalıştığı bir dönem. Bu aylarda neden-sonuç ilişkisini de kurmayı öğrenirler.
MERDİVENE DİKKAT Bir yaşını dolduran bebekte bu aydan itibaren ciddi değişiklikler görebilirsiniz. Tutunmadan yürümesi an meselesidir. Bebekler genellikle 13. ayda yürümeye başlar. Bu dönemde çok dikkatli olmalısınız, ortalıktaki sivri kenarlı eşyaları gerekirse ortadan kaldırmanız gerekir. Merdivenleri tutunarak çıkmaya başlasa da inişleri daha zordur. Bu yüzden merdiven çıkmasına güvenip aynı şekilde inmesini beklemeyin.
OYUNLA YÜRÜYEBİLİR Artık bebeğiniz bir yere tutunarak ayağa kalkabilir ve kendi kendine oturabilir. Bu dönemde itmeli ve çekmeli oyuncaklarla oynamaya başlayabilir. Hem bu oyuncaklar yürümeye teşvik için de uygun olur.
OYUNA TEŞVİK EDİN İç içe konan kutular, büyük parçalı legolar bu yaş için çok uygun. Az parçalı yapbozlara da başlayabilirsiniz. Bu dönemde tek başına oynamasını beklememeli, onunla oynayarak oyuncakların kullanımında yol gösterici olmalısınız.
KENDİ KENDİNE SU İÇEBİLİR Bebeğiniz bu aylarda bardaktan içmeye başlayabilir. Bunun için piyasada satılan kapalı bardaklar başlangıç için uygun olur.
BİRBİRLERİNE BENZEMEZLER Her bebek farklı gelişimler gösterdiğinden birinin gösterdiği ilerlemeyi diğeri göstermeyebilir ya da başka bir alanda gösterebilir. Örneğin bebeğiniz birkaç kelime söyleyebilir. Hatta kalem tutup bir şeyler çizebilenlere de rastlanır. Yüzünü ya da vücut organlarının bazılarını tanıyabilirler.
DOKTORU İHMAL ETMEYİN Bu dönemde bebeğinizi doktora götürmeniz önemlidir. Gelişiminin kontrol edilmesi, tepki vermesi gereken şeylere yeterince tepki verip vermediğini görmek gerekir. Görme ve işitme durumu da bu yaşta ölçülür.
MAMA DIŞI GIDALAR Bu aydan itibaren çocuğunuza inek sütü vermeye başlayabilirsiniz. Aynı şekilde bal da, bir yaşından sonra çocuklara verilebilecek gıdalardan biridir. Doktorunuzun önerisi doğrultusunda yeni yiyecekleri herhangi bir alerji ihtimaline karşı teker teker vermenizi öneririz.
ÖĞÜN SAATLERİNİ ÖĞRENSİN Bu dönemde edindiği yeme alışkanlığı ömür boyu devam edecek. Öğün saatlerini öğrenmesi ve hangi öğünde neyin yendiğini kavraması önemli. Artık sebze vermeye, hatta püre gibi değil, tane olarak vermeye başlayın. Bebeğinizin tepkisine göre biraz erteleyebilirsiniz ama denemenizde fayda var.
Yeni adımlara ilk ayakkabı
Yürümeye başlayan çocuk için alacağınız ilk ayakkabılar önemli. Çıplak ayak, yürümesi çok rahat ve uygundur; ne var ki çıplak ayakla yürümeye alışırsa sonra ayakkabı giydirmekte zorlanabilirsiniz. Bu yüzden ara ara ayakkabı giydirmeniz iyi olur.
Bebeğinizin ayağına uygun bir ayakkabı seçmeniz çok önemli. Ne çok büyük ne de küçük olmalı. Kolay giyilip çıkartılabilmesi sizin için de rahat olur. Hafif ve kaymayan, esnek tabanlı ayakkabılar önerilmekle beraber, topuk kısımları sert olabilir. Hava alan, terletmeyen, iyi bir malzemeden yapılması da önemli.
Mümkünse ayakkabıyı almaya birlikte gidin. Ayağında çok kalın ya da ince olmayan, mevsime uygun bir çorap olsun.
İlk ayakkabıyı tasarruf olsun diyerek fazla büyük almayın. Bu sistemi ileride uygulayabilirsiniz ama ilk ayakkabısında bu telaşa kapılmayın.
ANNEMİN KÖŞESİ
Sinan, Sophia Loren’i anneannesi sanıyor
Annemi Sophia Loren’e gönderdim. Film Festivali’nin açılışına yani.
Ben de evde oturup olanları televizyondan seyrettim. Yanımda da oğlumla tabii!!!
Sophia Loren’i sahneye davet ettiklerinde Sinan’a dönüp, ‘Bak kim çıkacak şimdi televizyonda’ dedim. Kadını görünce ‘Anneanne!!!’ diye bağırdı.
Kahkahalar attım: ‘Hayır, değil’ dedim; ‘Anneannenin arkadaşı!’ dedi...
Çocuk kabarık saçlı, makyajlı ve dekolteli her kadını anneannesi sanmaya başladı. Süslü seviyor sanırım, çünkü bir yere gideceğim zaman makyajlı olmam hoşuna gidiyor. Küpe takmamı istiyor.
Annemin bana yaptıramadığını oğlum yaptıracak sanırım.
Anne adaylarına özel tasarımlar
Bundan birkaç sene öncesine kadar, hamile olmak, aylarca salopet pantolonla, erkek gömlekleriyle dolaşmak demekti. Geçen yıllarla bir çok marka anne adayları için özel tasarımlar yapmaya başladı. İpek Kıramer ise müstakbel annelerin hamilelik süresince geceleri de şık olmaları için kolları sıvadı. Giyim kolaylığı ve pratikliği ön planda tutularak hazırlanan gecelik, sabahlık ve pijamalarda Fransız koton danteller, İtalyan ipek saten kumaşlar kullanılıyor. İpek Kıramer Mağazaları Akmerkez, Nişantaşı ve Bağdat Caddesi’nde.
Görme özürlü çocuklar için dergi
İzmir Görme Özürlüler Kitaplığını Kurma ve Yaşatma Derneği Başkanı Gültekin Yazgan, ‘Görenler kadar, görme özürlü çocukların da, erişkinlerin de yazılı kaynaklardan yararlanma ihtiyacı vardır’ dedi ve İzmir Görme Özürlüler Kitaplığı’nı kurdu. Kitaplığı takip eden proje ise, tüm Türkiye’de yayımlanan ve ilköğretim çağındaki görme özürlü çocukların kendi başlarına okuyabilecekleri kabartma yazılı dergi Balarısı.
Diğer çocuk dergilerinden hiçbir farkı olmayan derginin içeriğinde masallar, bilmeceler, tarihte iz bırakanlar, orkestradaki enstrümanların tanıtıldığı müzik sayfası ve hayvanlar köşesi var. Dergiye öykü ve şiir yollamak isteyen çocukların çalışmaları da ayrı bir sayfada yayınlanıyor.
Piyasada satılmayan ve sadece bağışlarla hazırlanan dergi, halihazırda 1500 görme özürlü çocuğa ücretsiz olarak gönderiliyor. Bilgi almak, katkıda bulunmak ve abone olmak için 0232 483 30 23 numaralı telefonu arayabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 
2 Nisan 2005
Sanırım beni bahar çarptı. Ya da saat değişikliği... Daha doğrusu son noktayı koydu. İyice sersemlemiş durumdayım. Allah’a şükür önemli bir sorunum, sıkıntım yok ama... Ben galiba yoruldum.
Bu aralar kimle konuşsam tatsız. Acaba bana değil, genele yönelik bir durum mu bu?
Böyle zamanlarda bazı haberlere verdiğim tepki de farklı oluyor. Mesela son zamanlarda çevremde gittikçe artan disleksi vakaları duymaya başladım. Çocuklarda yani. Bir nevi okuma zorluğu bu. Sözlük anlamı olarak ‘sözcüklerin yarattığı sorun’ olarak geçiyor. Okuma zorluğunun belirli tiplerini açıklamak için kullanılan bir terim. Çocukta başka hiçbir eksiklik görünmezken, okumada sorun çıkabiliyor.
Mesela Tom Cruise böyleymiş. Replikleri ezberleyemediği için de hálá suflör kullanıyormuş.
Düşünüyorum da, biz okuma yazma öğrenirken böyle bir terim bilinmiyordu Ya da en azından günlük hayatta bu kadar karşımıza çıkmıyordu. O zamanlar bu çocuklar sadece okumayı geç öğrenen çocuklardı. Ama öğreniyorlardı işte bir şekilde.
Acaba şimdi mi artmaya başladı bu tip sorunlar? Bazen fazla şey bilmek de üzüntülerin artmasına sebep olabiliyor. Çünkü bu çocukların anneleri gerçekten çok üzülüyor. Neyse ki disleksi erken teşhisle ve doğru tedaviyle düzeltilebilecek bir şey. Yine de anne olarak kahrolmamak elde değil.
Ben de düşünüyorum; benim çocuğum da ilkokula başlayacak ve onda da olabilir bu tip ya da benzeri bir sorun.
YARAMAZ ÇOCUKLARA İLAÇ ÖNERİLİYOR!
Bazı okullarda yaramaz öğrencilere bir ilaç verilmesi öneriliyor. Bu konuşmalar birkaç senedir sürüyor. Okul yönetimi biraz azgın olan öğrencilerin -ki bu azgınlık derecesi nedir bilemiyoruz- ailelerini ilaç vermeye zorluyormuş. ‘Hatta bu okula devam etmek için, bu ilacı alması gerekiyor’ gibi katı şartlar bile olabiliyormuş.
Son zamanların en çok konuşulan rahatsızlığı dikkat eksikliği. Önerilen ilaç, hiperaktivite ve dikkat yetersizliğinde kullanılıyor. Son zamanlarda sadece Türkiye’de değil, Amerika’da da bu ilacın kullanımı çok arttı.
Ufacık çocuğa bu ilaçları vermek ayrı bir güçlük. Açıkçası benlik hiç değil, hele okul istedi diye...
Zaten çevremde herkes yine okul seçim krizine girmiş durumda. O okuldan bu okula gidip duruyorlar. Kendilerini çok kasmamalarını; özetle, okuyacak çocuğun zaten adı geçen alternatifler arasında hangisinde olursa olsun iyi okuyacağını söyleyerek onları rahatlatmaya çalışıyorum.
Yuva seçimi ayrı sorun, okul ayrı...
Okul seçimi ve kayıt krizi bittikten sonra da yukarıda bahsettiğim gibi sorunlar çıkabiliyor işte...
Anneliğin tatili yok.
Dolayısıyla sevgili anneler, kasmayın kendinizi. Verin çocuğunuzu yakınlardaki düzgün bir okula, şansına iyi bir öğretmen düşsün. Okula gitmeyi severlerse severler. Sevmezlerse yandık zaten!!!
Artık dişçiden korkma dönemi bitti
Diş bakımı, küçük yaşlarda edinilmesi ve hayat boyunca sürmesi gereken bir alışkanlık. Genetik olarak iyi bir diş yapısına sahip olmak büyük bir avantaj, ne var ki çocukların sadece yüzde 25’i iyi bir diş yapısı ile doğma şansına sahip. Geri kalanların ise dişlerine her daim çok iyi bakması lazım. Çocuklarımıza dişlerine iyi bakmalarını, onları doğru ve uygun şekilde fırçalamalarını öğretmek, ebeveynlerin en önemli görevleri arasında. Çocuk diş sağlığıyla ilgili Pedi-Dent çocuk diş kliniği sahibi, diş hekimi Sinan Urgancıoğlu ile konuştuk.
Süt dişleri daha sonra değişecek olsa da çok önemliler. Çünkü süt dişleri gelecekteki dişlerin temeli. İyi bakılmayan süt dişleri, ilerleyen yaşlarda sorunlu ağız yapısına neden olur.
Bebeğinizin dişler çıkmaya başladığı andan itibaren fırçalamaya başlayabilirsiniz. Başta, ağızda sadece 4-8 diş olduğu dönemlerde bunları bezle silmek de yeterli olur ama dişler tamamlandığında fırçalama işlemi başlamalı.
Çocuğunuz 2,5-3 yaşına gelene kadar diş fırçalaması macunsuz yapılmalı. Bu yaşa kadar, çocuklar için özel olarak da üretilse, diş macunu kullanılması önerilmiyor. Sadece su ve fırçayla yapılan diş temizliğinin süresi sabah ve akşamları 1,5-2 dakika olarak yeterli.
Anne ya da babanın yardımcı olması çok önemli. Çocuklar belli bir yaşta dişlerini kendileri fırçalamak istese de, onlara yardımcı olmak gerekir. Çünkü çocuklar fırçalanması çok gereken yerleri az, hafif fırçalanacak yerleri de çok fırçalayabilir. Ama sadece ebeveynin fırçalaması da doğru değil çünkü o zaman çocuk diş fırçalama alışkanlığını edinmekte gecikiyor.
DOKTORA NE ZAMAN GİTMELİ
Bir çocuğun 2,5-3 yaşlarında diş hekimine götürülmesi gerekiyor. Sonraki sıklık da çocuğun diş yapısına göre değişiyor. Normal bir diş yapısı için senede bir, daha sorunlu dişler için ise altı ayda bir diş hekimine görünmek gerekiyor. Yedi yaşından sonra ise kesinlikle altı ayda bir dişçiye gidilmeli.
Diş hekimi Sinan Urgancıoğlu, gece biberon kullanımı yüzünden süt dişlerinde çok çürüme olduğunu belirterek, anneleri uyarıyor: ‘Özellikle süte bal katıp içirmek dişlere çok zarar veriyor. İkisinin de içindeki şeker, çürümeleri artırıyor. Ayrıca çocuğunuzun ne kadar şeker yediği değil, ne sıklıkta yediği önemli. Çünkü ağza her şeker girişinde dişlere asit atağı oluyor. Üç yaşında 20 tane kapkara dişle karşımıza gelen çocuklar oluyor. Süt dişlerini kaybedince diğer dişler de yerinden oynar, diş yapısı bozulur. Çocukların çürük dişlerini halletmek de büyüklere nazaran çok daha kolay. Çünkü kullanılan aletler çok daha hafif. Çocuk hemen hemen hiçbir şey hissetmiyor.’
ÇİZGİ FİLMLİ MUAYENE
Urgancıoğlu çocukların eskisi gibi, diş doktorundan korkmadıklarını da anlatıyor. Çünkü çocuklar, kendileri için özel olarak düzenlenen muayenehanelerde, kreş gibi bir yerle karşılaşıyorlar. Oyunlar oynuyor, mekana ısınıyorlar. Muayene odasına sonra alınıyorlar. İlk seans, acil müdahalelik bir durum yoksa, genel muayene ve kontrol ile geçiyor. Gerekirse diş temizliği yapılıyor ve flor sürerek bitiriliyor. Çocuklar muayene sırasında ekranda çizgi film bile seyredebiliyor. Dolayısıyla hayatlarının ilk diş doktoru ziyareti son derece keyifli geçiyor.
FLOR TAKVİYESİ GEREKLİ Mİ
Pek çok anne bu konuda ne yapması gerektiğinden emin değil. Bazı doktorlar çocukların ekstra flor hapı alması gerektiğini söylerken, bazı doktorlar bunu gereksiz, hatta yanlış buluyor. Türkiye’de flor kullanımı konusunda kesin bir fikir birliği yok. Flordan zehirlenme çok ender rastlanan bir durum olmakla beraber, fazla flor takviyesi diş minesinde bozukluk yapabiliyor. Doğru ölçülerde kullanımda çürüğü önlemede ciddi etkisi olduğunu söyleyenler de var. En doğrusu, çocuk doktorunuzun önerileri doğrultusunda davranmak.
NASIL FIRÇALANMALI
Diş, dairesel hareketle fırçalanır. Çok hızlı, ileri geri ya da sağa sola hareketler doğru değil. Dişler, yavaş yavaş ve diş etlerine masaj yapacak şekilde fırçalanmalı. Önce dış taraflar, sonra da iç taraflar fırçalanır. Fırçanın dişlerin her yüzeyi ile temas etmesine dikkat etmek gerekir.
ANNEMİN KÖŞESİ
Annemden kaçamak teklifi
Annem yenilikler ve ilginç haberler için yerli yabancı dergileri karıştırmayı asla ihmal etmez. Ben, hamileliğimden sonra moda dergileriyle bütün irtibatımı kesmiştim mesela. O öyle değil.
Hele hele New York’la ilgili haberleri kaçırmamaya çok dikkat eder. Özellikle de anne ve kızlarıyla ilgili olanları...
Bana bir e-posta attı, bakın ne diyor:
‘Az önce gözüme şöyle bir haber takıldı. New York’ta birkaç gün geçirerek revizyona girmek için hakiki bir cennet buldum. 45 dolara, ipek gibi ellere sahip olabileceğiniz bir manikür seansı; 85 dolara pamuk ayaklar için pedikür seansı... Bir gecelik bile olsa kavuşacağınız pırıl pırıl bir cilt (tabii müstesna bir bakım ve masaj sayesinde.
Bunlar için pek çok yer var ama en güzeli ‘Silk Spa’ adında bir güzellik merkezinin 400 dolarlık ‘Mother and Daughter Celebration / Anne ve Kız Kutlama Paketi’. Ne dersin yapalım mı bir kaçamak!!!’
Valla, ben kaçabilir miyim bilemem ama imkanı olanlara duyurulur..
Küçük basketbolcular Junior League’de yarışıyor
12 yaşından küçük oyuncuların katıldığı Burger King Junior Basketball League’in starları, bugün yapacakları All-Star maçıyla ailelerin ve basketbolseverlerin önüne çıkacaklar.
Burger King tarafından bu yıl ilk defa düzenlenen Burger King Junior Basketball League, aralıktan beri üç farklı grupta maçlarına devam ediyor. Aileler ve Lig Kurulu tarafından oylama ile seçilen 24 minik basketbolcu, bugün Burger King Fire Arena’da yeteneklerini sergileyecek. Maç bugün saat 16.00’da, İstek Okulları Acıbadem Kampusu Spor Salonu’nda.
Küçükler Ligi maçları 23 Nisan’a kadar her cumartesi aynı yerde ve saatte izlenebilir. 23 Nisan’da yapılacak final maçını kazanan takım İbrahim Kutluay Uluslararası Bodrum Basketbol Kampı’na katılmaya hak kazanacak.
Yazının Devamını Oku 
26 Mart 2005
Doğru söylemiş atalarımız... Muhtemelen çocuğun düz mantık ve temiz dünyaları ile cevap vereceklerini hayal etmişlerdir. Oysa ki biz anneler çocuklarımızın iyi niyetlerini neler için kullanıyoruz, bir bilseniz!.. Bilgi amaçlı, hatta bazen tatlı dedikodu yakalama amaçlı kullanıyoruz. Mesela Sinan’a arkadaşlarının kimlerden hoşlandığını soruyorum. O da cevap veriyor. Ben de gidip oğlanların analarına yetiştiriyorum. Keh keh keh... Tam bir kaynana çetesi durumu anlayacağınız.
Ya da üç-dört oğlan beraberlerken, ‘Söyleyin bakalım, sınıfın en güzel kızı, en yaramaz çocuğu kim’ gibilerinden sorular soruyorum.
Bu durumun ileride çok önemli olacağını bildiğimizden Şerif’le (kocam oluyor kendisi) strateji olarak da benimsedik. Oğlumuzun arkadaşları ile çok iyi tutacağız aramızı ve Sinan’la ilgili gelişmeleri onlardan öğreneceğiz.
Bu soruları daha gerekli durumlar için de kullanıyoruz. Mesela Derin oğluna, arası yemekle iyi olmayan arkadaşının kızının o öğlen yemek yiyip yemediğini soruyor. Ben de Sinan’a Hakan’ın iyi yiyip yemediğini soruyorum mesela.
Anneler çocuklarından çok şey öğreniyor gördüğünüz gibi. Gerçi söylenilen her şey doğru mu bilemiyorum... Sinan, sorduğum bir soru karşısında ‘Evet evet’ diye cevap verince gerçekliğinden emin olamıyorum.
İkinci dönem yeni başladığında okuldan eve yürürken ‘Anne sınıfa iki tane Doruk geldi’ dedi. Dalga geçiyor sandım. Doğru olma ihtimali ne olabilirdi ki! Cem, Ayşe falan dese anlardım ama iki Doruk bana inandırıcı gelmedi. Nitekim diğer annelerle de aynı şeyi konuştuk. Herkes benim gibi düşünmüştü.
Ne var ki doğruydu ve sınıfa ismi Doruk olan iki yeni öğrenci katılmıştı.
Çocuklar birbirleri hakkında o kadar çok şey biliyorlar ki, bunu görmek benim çok hoşuma gidiyor. Sinan, Emre’nin doğum gününde ona ejderha almak istiyor. Başka birinde hangi renk Bionical olduğunu, hangi rengin eksik olduğunu biliyor.
Çocuklar, hangi arkadaşlarını neden sevdiklerini, kimin nesinden rahatsız olduklarını da biliyorlar ve bunları birbirlerine söyleyebiliyorlar.
Büyüyorlar mı, yoksa bana mı öyle geliyor...
Evlat ceviz torun ceviz içiymiş
Dün Yaşlılar Haftası’nın son günüydü. Okullarda bu tip gün ve haftalar özenle kutlanıyor. Işık Lisesi Anaokulu bu sene değişik bir uygulama yaptı; büyükanne ve büyükbabalardan torunlarına birer mektup yazmalarını istedi. Ebeveynler, torunlarına ve çocuklarına duygularını belirten küçük mektuplar yazdılar. Aynı hafta vesilesiyle, anaokulundaki çocukların büyükanne ve babalarına yaptıkları resimler, mektuplarla birlikte okulda sergilendi. İşte bu mektuplardan alıntılar.
3 Torunum Dorukçuğum, seni omuzlarımda taşıyıp uyuttuğum günler geride kaldı. Yatak odanda seninle haşır neşir olduğumuz günleri unutmak mümkün değil. Artık 4,5 yaşındasın. 1,5 yaşındayken 41 kelime öğrenmiştin... Dede
3 Benim bir tanecik oğlum Tibet... Annenden sonra bana verilen en güzel, en kıymetli hediye oldun. Seni bana hediye eden o güzel insanlara teşekkür ediyorum. Anneanne
3 Sevgili Selin, sen benim torunlarımdan en küçüğüsün. Onun için seni çok çok seviyorum. Ablanı da çok seviyorum ama o artık büyümüş, kucağıma sığmıyor!
3 Emre’ciğim, beş yıl boyunca bizde olduğun günlerde yedik içtik, masal okuduk, uyuduk, oyunlar oynadık, filmler seyrettik ama en çok temizlik yaptık. Şimdi sen okula başladın. Ben de seni özlemeye... Mualla Evcilerli
3 Sevgili Barış’çığım, benim pazularım taş gibi, seninkilerden ne haber? Mehmet Sarılgan
3 Sevgili Torunumuz Aziz. Senin dünyaya gelmen bizim dünyamızı renklendirdi. Artık deden ve ben eskisinden çok daha fazla sağlığımızla ilgileniyoruz. Ayfer/ Adnan Saatçioğlu
3 Merhaba Emirciğim. Artık büyüyorsun. El ele tutuşup beraber geziyoruz, saç tıraşı oluyoruz, kitaplar alıyoruz, çizgi film seyrediyoruz. Seni o kadar çok seviyoruz ki, evin her tarafında senin resimlerin var. Sen olmadığın zamanlar fotoğraflarına bakıp seninle konuşuyoruz. Sabri Erdoğan
3 Zeynep Dila. Tanrı’dan bizim evimize bir armağan geldi. Ben ona ‘Balkız’ dedim. ‘Balkız’ büyüdükçe bizim evimize taze bir kan getirdi. Anneannen
3 Yağmur’cuğum. Torun sevgisi evlat sevgisinden daha üstünmüş. Büyüklerimizden duyardım, ‘Evlat ceviz, torun da ceviz içiymiş’ Ne kadar doğru bir söz söylemişler. Ben de annenden çok seni seviyorum. Anneanne
3 Çok sevgili oğlum Mustafa. Nasılsın, iyi misin? Beni sorarsan ben de iyiyim. Sen doğduğundan beri beraberiz. Senin için bir yerlerde duramıyorum, gitsem bile hiç aklımdan çıkmıyorsun. Babaanne
3 Bir tanem, küçük meleğim nasılsın? Okulun nasıl gidiyor, alışabildin mi? Güzel resimler yapmaya devam ediyor musun? Sana birçok boya ve resim kağıdı aldım. Umarım bu yaz Giresun’a gelirsin. Babaannen Emine Gülmüş
3 Berfinciğim, sen de bilirsin hep anlatırız tatlı yavrum, yaşlılar çabuk yorulurlar. Kendilerine yardım edilmesinden çok mutlu olurlar, lütfen bunu hep hatırla. Deden ve babaannen
3 Sevgili oğlum Alp, okulda ne güzel şeyler yapmışsındır, arkadaşlarınla oynamışsındır... Öğretmenlerin kafanı kurcalayan sorulara cevap vermiştir. Yaramazlık da yaptın mı yoksa? Yaptınsa da azıcık yap, çok yapma sakın...
3 Benim hayat ışıklarımdan birisi, en küçüğü ama en güçlüsüsün. Tanrı insanları yaratırken onlara acıları sonra da teselli için güzellikleri veriyor. Benim biricik Damla’m da böyle bir zamanda geldi. Yaşamımı sevgisi ile doldurdu. Ayfer Gültekin
Ailenin resmini çiz burs kazan
Ariston, bu sene ikincisini düzenlediği burs ödüllü resim yarışmasına 7-12 yaş arası tüm öğrencileridavet ediyor. Yarışmanın bu seneki konusu Ailem ve Ben. Yarışma birincisi, jüri tarafından seçilecek 7 bölge birincileri arasından 15-28 Mayıs tarihlerinde yapılacak ulusal SMS kampanyası sonucunda seçilecek. Kampanya ile hem çocukların eğitimine hem de ülkemizde eğitim olanağı bulamayan çocuklara destek olmayı amaçlayan Ariston, Türkiye birincisini seçmek için yapılacak SMS kampanyasından elde edeceği geliri Umut Çocukları Derneği’ne bağışlayacak. Katılımcılar, Ailem ve Ben konulu resimlerini ve Ariston mağazalarından temin edebilecekleri formu 30 Nisan’a kadar P.K 165 1.Levent/İstanbul adresine gönderebilir.
İki ninni albümü daha çıktı
Bebeklerini uyutmak için çare arayan annelerin ninni seçenekleri çoğalıyor. Son olarak iki ninni albümü çıktı. Biri Rüya Ersavcı’nın ‘Ninniler’ adlı albümü, diğeri ise Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan Sabri Koz’un ‘Her Güne Bir Ninni’ adlı kitabıyla birlikte satılan CD.
1998’de kızının doğumuyla ninnilere ilgi duymaya başlayan Rüya Ersavcı ninnilerin çoğunun unutulmaya yüz tuttuğunu, albüm kapağını açtığımızda bir hazineyle karşılaşacağımızı söylüyor. ‘Albümü hazırlarken, ninnilerin birçok çeşidi olduğunu gördüm. Temenni ninnileri, ağıt şeklinde olan hüzünlü ninniler, anne ile bebeğin oynaşmasını anlatanlar, uyutan ve uykuya hazırlayan ninniler. Albüm için anne ile bebeğin oynaşmaları, uyutan ve uykuya hazırlayan ninnileri seçtim.’
Doğan Canku’nun da imzasını taşıyan albümde Dandini Dandini Dasdana’dan Uyu Bebeğim’e kadar yedi ninni ve yedi ninni melodisi var. Melodiler, anneler bebeklerine kendi sesleriyle ninni okuyabilsinler diye hazırlanmış. .
Ninnilere yönelik bir diğer çalışma ise Sabri Koz’un Yapı Kredi Kültür Yayınları’ndan çıkan ‘Her Güne Bir Ninni’ adlı kitabı. Folklor araştırmacısı Sabri Koz, 1908-2004 arasındaki kaynaklardan 5000’den fazla ninni metni okuyup, seçim yapmış. Yılın her günü için seçilen ninnileri Cem Kızıltuğ çizimleriyle renklendirmiş. Sabri Koz, ninnileri seçerken tekrara düşmemeye dikkat etmiş. Kitaptaki ninniler, Anadolu, Rumeli ve Kıbrıs’tan derlenmiş. Kitapta bir de ninni CD’si var. CD’de kitapta sözleri bulunan 16 ninni yer alıyor. Melih Duygulu ve Nuran Duygulu çifti tarafından hazırlanan bu ninniler bağlama, kemane, mey eşliğinde Nuran Duygulu’nun sesinden dinleniyor. Ninnilerde çiftin oğlu Ferit bebeğin de sesi var. Sabri Koz, ninnilerin anne ve çocuk var olmaya devam ettikçe kaybolmayacağını düşünüyor. Sırma GÜLBAHAR
ANNEMİN KÖŞESİ
Sokakta annemi tanımadım
Dalga geçiyorum sanabilirsiniz ama şimdi yazacağım doğru:
Geçen cumartesi ofisten çıkmıştım, oğlum dedesi ile onların evinde idi. Onu almaya gidiyordum.
Önümde bir kadın yürüyordu, yaklaşık bir dakika arka arkaya yürüdük. Birden o kadının annem olmasından şüphelendim, emin olamadım. Dayanamadım, ‘Anne’ diye çağırdım.
Durdu ve arkasına baktı: Annemdi...
Endamı, yürüyüşü, kıyafeti...
Her şeyi bu kadar mı değişti ki ben annemi tanımadım?
Yazının Devamını Oku 
19 Mart 2005
Geçen hafta çok eğlenceli ama garip bir gün yaşadım. İlkokul öğretmenim Nahide Hanım (ki geçen hafta annemin köşesinde adı geçmişti) arayıp öğrencilerine iletişim dersine konuk olmamı istedi. Nahide Hanım’ı çok uzun zamandır görmüyor, konuşmuyordum. Bu davet üzerine eski okulum Şişli Terakki Lisesi’ne koşa koşa gittim. Tabii bizim okuduğumuz bina artık otopark olduğu için, Etiler’deki yeni yerlerine...
Ay, o okul kokusu geldi burnuma. Bu temizlikle, parlaklıkla, modernlikle alakalı değil; okul, okul kokuyor işte.
Ben ortaokul çocukları ile konuşacağımı sanırken karşıma ilkokul ikinci sınıf öğrencileri çıktı. Onlara bir şey anlatmak ne zormuş... Daha doğrusu onlar anlayabiliyor da, keşke bir de ben anlatabilseydim!!! Öğretmenim rahat olmamı, kolaylıkla anlayabileceklerini söylemesine rağmen, ne kadar gelişmiş olduklarını bir türlü idrak edemedim.
Karşımda yüzlerce çocuk, hepsi soru sormak için çırpınıyordu. Ne güzel bir görüntü! Bizim zamanımızda karşımıza biri geldiğinde soru soran iki üç kişi ya çıkardı ya çıkmazdı.
SİNAN ŞİMDİDEN BÜYÜKLERE ÖZENİYOR
Konuşmadan önce çocuklarla aynı salonda yemek yeme fırsatım da oldu. İçim açıldı. Sinan’ın birkaç sene sonra nasıl bir ortamda olacağını gördüm. Bir ilkokul öğrencisi olarak.
Okul aynı olmasa da, kurallar farklı olsa da, saçları biraz uzun olan erkek öğrencileri görmek hoşuma gitti. Ne de olsa benimkinin saçları uzun ve kesmek istemiyorum. Demek ki eskinin katı okulları artık biraz daha yumuşamış durumda.
Neyse, bu önemli değil, gerekirse de keseriz saçları tabii ki. Önemli olan o çocukların pırıltıları, heyecanları ve meraklarıydı. Hatta bana küçük hediyeler verenler, imzamı isteyenler bile oldu.
Sabahları Sinan’ı okula bırakırken de daha büyük öğrencilerle karşılaşıyorum, liseli gençlerle. Kendi okula gidişim, okul çıkışlarım geliyor aklıma. Ne büyük havalarda hissederdim kendimi. Sokakta yürüyen kimse beni anlamıyordu. Ben başka dünyadaydım. (Bütün diğer ergenler gibi) Sokakta bağırır, çağırır, arsızlık yapardık.
Sokaklar bizimdi ya!!! Başkalarını rahatsız ettiğimi kabul etmezdim çünkü başkalarının benden rahatsız olmaya hakları yoktu!!!
Ama en azından çifte standart uygulamıyorum çünkü ben de şimdi onlardan rahatsız olmuyorum. Sinan da onları izliyor sokakta. Hatta sırt çantasını onlar gibi taşımak da istiyor. Ne var ki onun kalın çantası tek omzunda durmuyor, kayıyor; benimki de sinirleniyor!!!
İşte böyle... Çocuğumuz kaç yaşında olursa olsun, diğer yaştaki çocuk ve gençler de artık görüş alanımıza giriyor ister istemez.
Umarız iyi örnekler görürler hayatları boyunca...
Müziğin ustaları hem anneleri hem de çocuklarını bekliyor
Bahçeşehir Üniversitesi’nde özellikle anneleri çok ilgilendiren bir müzik okulu açıldı. ‘Bizim çocuğumuz var, okula nasıl gideriz’ demeyin, çünkü bu okul sadece çocukları değil, anneleri de öğrenci olarak kabul ediyor. Müthiş bir kadrodan oluşan BİG, hem size, hem de çocuğunuza ciddi bir eğitim ve beceri imkanı sunuyor. Eğitim kadrosunda Attila Özdemiroğlu, Garo Mafyan, Aşkın Arsunan, Uğur Başar, Cana Dürmen, Emin Fındıkoğlu, Okay Temiz, Oktay Keresteci, Hülya Aksular ve Tülay Uyar gibi müzik ve dans dünyasının önemli isimleri var.
İstanbul Gelişim’i herkes bilir, 35 yıldır ülkemizin en köklü ve başarılı orkestralarından biri. Bünyesinde 40-50 sanatçı barındıran ekibin son projesi eğitim. Bahçeşehir Üniversitesi’nin sanata meraklı sahibi Enver Yücel ile bir araya gelen İstanbul Gelişim, her yaş grubunu hedefleyen bir müzik okulu açtı.
BİG adını verdikleri müzik okulunda pek çok kişiyi müzik ve müzikle ilgili yan konularda yetiştirmeyi amaçlıyorlar. BİG’in hedeflerinden biri de, Anadolu kültür mozaiğini çağdaş ve evrensel boyutlara taşıyacak değerler yetiştirmek. Klasik müziğin yanı sıra Türkiye’de eğitim açığı bulunan doğaçlama, caz ve pop müziği gibi güncel müziklere yönelik profesyonel eleman yetiştirmek de amaçları arasında.
‘Öğrenci kaç yaşında olursa olsun onu müzik dünyasına kazandırmak önemli’ diyerek çıktıkları yolda yetişkinlerin yanı sıra, çocuklar da bekledikleri öğrenci adayları arasında. Böylece yetenekli çocukları ana okulu döneminden başlayarak, sanatın ana dalları olan müzik ve dans bölümlerinde akademik kariyer düzeyine yükseltebilecekler.
İçinde müzik eğitimi alma hevesi olan tüm anne-babalar da çocuklarıyla aynı okula gidebilecekler ama tabii çocuklarıyla aynı sınıfta olamayacaklar, çünkü dağılım yaş gruplarına göre yapılacak. Ayrıca her yaş grubunda, öğrencilerin seviye ve yetenek durumuna göre ayrı ders grupları oluşturulacak.
Dersler müzikle ilgili pek çok bölümden oluşuyor. Klasik, pop, rock ve cazın temel enstrümanları; piyano, gitar, bas, yaylı sazlar, nefesli sazlar, drums, perküsyon eğitimi, şan dersleri bölümünde klasik ve pop bazlı şan eğitimi verilecek. Solfej derslerinde solfej, harmoni, ritim ve kulak duyum egzersizleri yapılacak. Harmoni bölümünde de caz, modern harmoni, orkestrasyon ve aranjman tekniği dersleri verilecek.
SEÇMELER BUGÜN VE YARIN
Okulda dans eğitimi de var. Klasik bale, modern bale ve latin dansları, BİG’in eğitim vereceği alanlar arasında. Dans bölümündeki eğitmenler Hülya Aksular, Oktay Keresteci gibi uzun yıllardır Devlet Opera ve Balesi’nde dans eden sanatçılar.
13 hafta sürecek eğitimin sonucunda katılımcılara sertifika verilecek. Ayrıca daha sonra alınabilecek ek ve özel dersler sayesinde de kişinin seviyesini yükseltmesi mümkün. Sonbaharda ise ayrı bir anaokulu sınıfı açmayı planlıyorlar. Zaman zaman konuk eğitmenlerin de olacağı kursta, öğrenciler ve eğitmenler birlikte performans sunacaklar. BİG, ileride kuracağı insan kaynakları bölümü ile mezunlarına iş bulma imkanı da sağlamayı planlıyor. Okulun kurucuları, öğrencilerin zaten tanınan öğretmenleriyle birlikte performans sunacakları için müzik piyasasına girmelerinin çok da zor olmayacağını düşünüyor.
İlgileniyorsanız kaçırmamanızı öneririz. Çünkü bugün Beşiktaş Bahçeşehir Kampusu’nda, yarın da Bahçeşehir Koleji’nde seviye tespiti yapılıyor. Bugün ve yarın saat 10.00’da başlayan seçmelere katılmak ve detaylı bilgi için 0212 669 25 00-125’i arayabilirsiniz.
MÜZİSYEN UĞUR BAŞAR
Hedefimiz müzik lisesi kurmak
Dört sene önce başlayan bir proje bu. Arthur Andersen da dahil olmak üzere pek çok alanda pek çok kişi ile çeşitli araştırmalar sonucunda ortaya çıktı. Nihayetinde Bahçeşehir Üniversitesi ile anlaşarak çalışmalara başladık. 13 hafta tabii bir alanda eğitim için yeterli değil. Bu yüzden ilgili ve yetenekli kişiler eğitim sürelerini istedikleri kadar uzatıp, sertifika derecelerini ve tabii bilgilerini yükseltebilecekler. Bu bizim için büyük bir başlangıç çünkü adım adım gerçekleştirmeyi planladıklarımızın ucunda bir müzik lisesi de var.
ÜÇ EĞİTİM MERKEZİ VAR
Kurs, Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampusu, Bahçeşehir Koleji ve Taksim Gümüşsuyu’ndaki İstanbul Gelişim Okulu’nda verilecek. 21 Mart’ta başlayacak ilk eğitim dönemindeki dersler hafta içi 16.30-18.30, hafta sonları ise 10.00-18.00 arasında yapılacak. Kursun toplam katılım ücreti kişi başına 975 YTL.Ko
ANNEMİN KÖŞESİ
Anneme yaşlı diyorlar
Geçen hafta kahkahalarla güldüm... Okuldan bir yazı geldi; 18-25 Mart Yaşlılar Haftası sebebiyle anneanne-babaanne ve dedelerden torunlarına birer mektup yazmalarını istiyor öğretmenlerimiz.
Sonra Yaşlılar Haftası ve annemi bir arada düşündüm. Bunu anneme nasıl açıklayabilirdim ki? Sinan da benimle birlikte kahkahalar attı. ‘Sinan, anneanneye Yaşlılar Haftası diye nasıl dersin? Benim cesaretim yok valla’ diye sordum.
Bu kelimeye direnen ve elinden geleni yapan annem ister istemez bu sınıf altına girdi yine... Ana oğul gülerek aradık ve alay ederek anlattık. Annem, hiçbir şekilde rahatsız olmadığını ve bunu olgunlukla karşıladığını söyledi.
Ama size bir şey itiraf edeyim mi: Yaşlılar Haftası artık anneanne ya da babaanneleri değil, onların annelerini kapsıyor bana kalırsa.
Yeni nesil değişti de yeni anneanneler değişmedi mi sanıyorsunuz?!
Yazının Devamını Oku 
12 Mart 2005
Artık Sinan’la önemli programlar yapmaya karar verdim. Anlamsız ve verimsiz geçen cumartesi-pazarlardan sıkılmaya başladım çünkü. Hafta arası çalıştığım için, aslında hafta sonu kendim için tembellik yapmak istiyorum ama çocuklar haklı olarak istemiyorlar. Sinan’ı mümkün olduğu sürece, her hafta sonu onu daha önce görmediği bir yere götürmeye karar verdim.
İlk olarak Fulya’daki Şişli Belediyesi Bilim Merkezi’ne gittik. Sinan daha önce oraya okulla bir geziye gitmişti. Dolayısı ile merkezdeki pek çok şey hakkında fikri vardı. Ama bu sefer büyük ve son derece ilginç bir sergi vardı: ‘İnsanın izlerinde’.
Sabah erken saatte gittiğimiz için içerisi çok dolu değildi ve rahatça gezmeye başladık. Eray adlı rehberimiz, oğlumla bana insanın gelişimini uzun uzun, oğlumun da anlayabileceği bir dille anlatmaya başladı.
Kocaman resimleri seyrederek başladık geziye. Maymuna benzeyen çıplak adamlar ağaçlardan meyve yemeye çalışıyordu. Bir sonraki resimde ölü bir mamutu yemeye çalışan insanlar, sonraki resimlerde ateşi bulmuş, eti pişirmeye başlamış ve derilerini de kıyafet olarak giymeyi keşfetmişlerdi. Bütün bu gelişimleri teker teker anlattı bize Eray Abi. Hatta bu süreç içinde insan beyninin, boyunun, kafatası yapısının bile nasıl değiştiğini gösterdi. Bir takım küçük deneyler yaptık, ekrandan ilginç görüntüler izledik. İlk insanların yaptığı gibi, tozları boya gibi kullanarak resimler yaptık.
SİNAN’IN FAVORİSİ KARA DELİK
Sinan başta oldukça tutuktu. ‘3 milyon yıl önce yaşayan insanlar’, ya da ‘homosapiens’ gibi kelimelerden ne kadar ne anladı bilemem ama aklında gerçekten pek çok ilginç şey kalmış olsa gerek ki, akşam eve gidince babasına epey bir şeyler anlatmaya çalıştı.
Sergi 14 Nisan’a kadar açık kalacak. Dolayısı ile kaçırmamanızı öneririm. 4,5 yaşında olan Sinan bir şeyler anladı. Çocuğunuz daha küçükse pek ilgisini çekmeyebilir ama üst kattaki genel bölüm herkes için ilginç.
Merkezin sorumlusu Gözde Hanım’la konuştuğumuzda bana buraya çocukların daha çok babaları ile geldiğinden bahsetti. Gündüz okullarla gelen çocuklar, hafta sonları babaları ile geziyormuş merkezi. Sergilenenler, erkekler kadar kız çocuklarının da ilgisini çekiyormuş. Balina iskeleti, çocukların en çok aklında kalan detaylardan biri.
Sinan’ı oradan koparmam güç oldu. Çıkışta aldığımız posterleri de eve gelir gelmez duvarımıza astık. Artık oğlumun duvarında gezegenler, uydular dolaşıyor.
Ha, bir de kara delik çok hoşuna gitti oğlumun. Sembolik kara delik maketinin içine küçük bilyeleri çevire çevire deliğe düşürmek pek eğlenceli oyun oldu onun için.
Komiser doktor ve akciğer dedektifleri
Melis 8, Emre 11 yaşında. Palyaço Havacık ise uzun yıllardan beri bir çocuk hastanesinde yaşıyor. Üçünün ortak noktası, astım. Buluşma yerleri ise bir kitap: Havacık’la Birlikte Astımla Mücadele. İki Alman doktor ve bir klinik psikoloğun hastalığı anlaşılır bir dille anlattıkları kitap, Optimist Yayınevi tarafından Türkçe’ye çevrildi.
Astım, çocuklarda görülme sıklığı giderek artan kronik bir solunum yolu hastalığı. Ailelerin adını duymak istemedikleri, çoğu kere kabullenmekte güçlük çektikleri bir sorun. Ancak korkmaya gerek yok, kolayca kontrol altına alınabiliyor. Bunun için atılacak ilk ve en önemli adım, hastalığı tanımak, önlem almak ve güvenliği kanıtlanan ilaçları düzenli kullanmak.
Osnabrück Çocuk Hastanesi Başhekimi ve çocuk doktoru Dr. Thomas Lob-Corzilius, hastanenin alerji birimi sorumlusu Dr. Rüdiger Szcepanski ve klinik psikolog Dr. Stephen Theiling tecrübelerini bu kitapta topladılar. Astımlı çocuklara, ailelerine ve öğretmenlerine yönelik kitabın çocuklarla ilgili bölümü öyküleştirilmiş; astım olabildiğince basitleştirerek, çizimlerle anlatılıyor. Astım hastası çocuklara, ‘Korkmayın ve tanıyın!’ mesajı veriliyor. Emre, Melis ve Havacık, hastalığı bir macera öyküsü kıvamında eğlendirerek anlatıyor.
ONLARI KIZDIRMADAN SPOR YAPALIM
Nefes darlığında bronş borucuklarının aldığı şekil ‘Üç Şişko’ya benzetiliyor. Üç Şişko’yu sinirlendiren ve havanın geçişini engelleyen faktörler ev tozu akarları, polen, hayvan tüyleri, küf mantarlar diye uzayıp giden bir liste... Bu tetikleyicileri ayırt etmek, burnu koku almakta usta olan ‘Komiser Doktor’un görevi. Bunu alerji ve cilt testleriyle yapıyor. ‘Astım-Akciğer dedektifleri’ ise astımlı çocukların ta kendileri. Akciğerlerindeki değişiklikleri hissediyor, anlıyor, yorumluyor ve önlemini alıyorlar. Kitapta, Üç Şişko’yla başa çıkma yöntemleri ve onları kızdırmadan nasıl spor yapılacağına dair öneriler de var.
Kitabın anne-babalar ile öğretmenlere yönelik kısmı bulunsa da önerimiz, çocuklarla ilgili bölümlerin atlanmadan okunması! Astımla yaşam, hastalık tanındığında hiç de zor değil. Çocuğunuz hayatına normal olarak devam edebilir, spor yapabilir, futbol bile oynayabilir!
Üç Şişko nefes yolunu nasıl tıkıyor?
Hava, burun ve ağızdan girer ve genze geçer. Nefes borusu aracılığıyla göğüs kafesinin içindeki iki akciğer kanadına aktarılır. Hava akciğerlerin içindeki bronşlara girer ancak geri çıkmakta zorlanırsa nefes darlığı çekilir. Yani, akciğere kolayca erişen hava geri dönemez. Sönen bir balonun tepesinden tuttuğunuzda havanın dışarı çıkmaması gibi. Kitaptaki Üç Şişko, kaslar, mukus zarı ve mukus şişiyor ve havaya yer bırakmıyor.
Üç Şişko’yu zorlamaya gelmez
Çocukları hareketten, spordan mahrum etmek mümkün mü? Hayır, ama Üç Şişko’yu zorlamaya gelmez! Bunları bilmekte fayda var:
Isınmayı doğru yapın. Bir dakika yavaş, yarım dakika hızlı, sonra gene bir dakika boyunca yavaş koş. Bunu art arda 4 kez uygula.
Uzun süre spor yapmamışsan önce astım sporuna katıl.
Tedavini düzenli sürdürürsen futbol oynayabilir, bisiklete binebilir, yüksek atlayabilir kısacası her türlü sporu yapabilirsin. Okuldaki spor derslerine katılmalısın.
Tıkandığın anda spora ara ver. Öğretmenini hastalığın konusunda bilgilendir.
Güvenliğin için spor yaparken yanında daima ölçülü doz spreyi taşı.
En sık karşılaşılan tetikleyiciler
Alerjenler: Akarlar, polenler, çimenler, hayvan tüyleri, küf mantarları, tüyler, süt, yumurta, ceviz.
Kötü hava: Tütün dumanı, gaz ocağı, baca dumanı, kömür sobası, mum, araba egzozu, koyu sis, fabrika fazları, yüzme havuzundaki klorlu hava.
Duygular: Korku, öfke, gülme, neşe, keder, heyecan.
Hava durumu: Sis, bunaltıcı hava, ıslaklık, fırtına, soğuk hava.
Soğuk algınlığı: Nezle, grip, öksürük, akciğer iltihabı.
Hareket: Çok fazla koşmak, spor yaparken ve oyun oynarken hiç ara vermemek, aşırı hızlı bisiklet sürmek.
ANNEMİN KÖŞESİ
Ben mi yaşlanıyorum annem mi gençleşiyor
Nahide Hanım benim ilkokul birinci sınıf öğretmenimdi. Onu yıllardır görmemiştim.
Geçen gün beraberdik.
Beni görür görmez gözlerini açarak ‘Aman Allahım, tıpkı annen olmuşsun!’ dedi.
Beni tıpkı annem gibi buldu.
Ya, ben hiç kendimi benzetemiyorum ama cevap olarak annemin hakkını yememek için şöyle dedim: ‘Annem de benim o zamanki halime benziyor artık!
Bu durum hoş değil.
Ben gittikçe anneme benzerken, annemin gittikçe bana benzemesi... Bu iyi değil!!!
Yazının Devamını Oku 
5 Mart 2005
Yaşlar büyüdükçe doğum günleri gittikçe zorlaşmaya başlıyor. Bu zorluk tabii ki anneler için geçerli. Çünkü çocuklar için kullanılabilecek kelime ‘eğlenceli’ oluyor.
Kasımda Sinan’ın doğum gününü planlarken epey zorlanmıştım. Çünkü her gün beraber olduğu, oynadığı, pek çok şey paylaştığı 15 kişilik sınıf takımı vardı. Ve bir o kadar da benim arkadaşlarımın çocukları vardı. Ve bir o kadar da aslen benim olan ama Sinan’ın ‘büyük arkadaşları’ vardı. Toplam 75 kişi falan tutuyordu.
Önce bir yerle anlaşayım dedim. Büyüklere ayrı küçüklere ayrı fiyat çıkartarak birkaç yerle konuştum. Ortaya çıkan rakama biraz daha eklesem kocamı doğum gününde Venedik’e götürebilirdim yani!!! (Bir zamanlar böyle bir sürpriz niyetim vardı ama beceremediğim için yazabiliyorum.)
Dolayısı ile vazgeçmiştim. Sonra evde iki küçük parti yapayım dedim. Biri sınıf arkadaşları, biri de diğerleri şeklinde.
Birincisini yaptım. İkincisini zamansızlıktan, üşengeçlikten ve iş hayatının yoğunlaşmasından dolayı yapamadım. Sonuçta benim takıma ayıp oldu.
Her doğum günü yaklaştığında annelerin sinir katsayılarının arttığını görüyorum. Makul sayıda insanı evde ya da sokakta ağırlamak mümkün. Ama kişi sayısı arttıkça her iki türlü durumda da başa çıkılması zor bur durum oluşuyor. Adam başı kaç köfte, kaç sosis, sandviç sendromu, annelere hafif lezzetler arayışı içine giriyorsunuz.
Çocuklara verilecek küçük hediye paketçikleri hazırlamaya başlıyorsunuz.
Zor anam zor!!!
CİNSİYET PARTİLERİ
Nitekim son zamanlarda cinsiyet partileri ortaya çıktı. Ben daha ileriki yaşlarda bunun tercih edileceğini sanıyordum ama yaşarken öğreniyorsunuz ki öyle değil.
Geçen cumartesi Sinan’ın bir erkek arkadaşının doğum günü partisine sadece erkekler davetli idi. Daha önce de sadece kızların davetli olduğu başka partiler duymuştum.
Bu tabii ki annelerin değil, çocukların isteği. Ama annelerin de işine geliyor çünkü başa çıkılması gereken çocuk sayısında ciddi bir azalma oluyor.
Kızların partileri nasıl geçiyor bilemiyorum. Ama erkek ağırlıklı partilerin oldukça ağır, azgın ve yorucu geçtiğini, hatta bazen kavgalı bittiğini bile söyleyebilirim.
Düğün olsun, doğum olsun çocukluk olsun, kaçıp giden zamanları durduruyorlar
Ayşe Kaya ve Ahu Bürülkara, 1993 yılından beri arkadaş olan iki genç kız. Biri sosyoloji okumuş, biri de tekstilci olmuş. Ama yıllar süren arkadaşlıkları onları bambaşka bir işte bir araya getirmiş.
Onlar kaçıp giden zamanların fotoğrafçıları olmuşlar. Şimdi düğünlerin, doğumların, bizi ilgilendiren temel kısmıyla da büyüyen çocukların resimlerini çekiyorlar.
‘Biz bu işe reklam amaçlı ürün fotoğrafları çekerek başladık. Ama zamanla insanlar üzerinde yoğunlaşmayı ve özel çalışmalar yapmayı tercih ettik’ diyor Ahu.
Ayşe, Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirdikten sonra New York’a giderek fotoğraf çalışmaya başlamış. Buraya dönünce Ahu ile çalışmaya karar vermişler. Böylece ‘Ötekikare’ ortaya çıkmış.
DÜĞÜNLE BAŞLADILAR
Düğün fotoğrafları ile başlamışlar işe. Hem de kendi arkadaşları ile. Ama sadece eğlence kısmının değil, hazırlık aşamasının da resimleri bunlar: Kuaför, banyo, giyinme faslı, arada odaya ziyarete gelenlerle sarılıp ağlaşmalar, ayakkabı altına yazı yazmalar resimlenmiş. Daha sonra da düğünün eğlence kısmındaki küçük detaylar... Gelin ve Damat’ı Ayşe, yakınları ve davetlileri de Ahu takibe almış.
Bir sürü resim çekiliyor ve hepsi irili ufaklı basılarak bir albüm haline getiriliyor. Tamamen doğal olarak, yaşanan anlar içinden çıkan kareler bunlar.
İkili daha sonra evlendirdikleri kişilerin hamilelik ve doğum fotoğraflarını da çekmeye devam etmişler.
SIRADA ÇOCUKLAR
Şimdi de yuvalara ya da evlere gidip, bütün bir günü veya gerekirse günleri çocuklarla geçirip onların müthiş ifadelerini fotoğraflıyorlar. Hamilelik, doğum ve bebeklik fotoğraflarının yanı sıra büyüklük halleri ilgilerini çekiyor. Sosyoloji okumuş olması, insan ilişkilerine verdiği önem ve bu hisleri yüzlerde yakalama eğilimi Ayşe’yi çok heyecanlandırıyor.
‘Hele hele çocuklarla çalışmak çok zor ama çok heyecan verici. Çok doğallar. Utanmaları, sıkılmaları, ‘zayıf görünme’ gibi endişeleri yok. Ben daha çok poz değil, doğal görüntüleri yakalamak istiyorum. Onun için de uzun zaman geçirmek lazım. Çünkü özellikle kız çocukları poz vermeye bayılıyor. Ve inanın nasıl poz vereceklerini bile biliyorlar. Poz verilen resimlerin yanı sıra bizim isteğimiz yaşamın içinden anları yakalamak olduğu için uzun zaman geçirmek durumunda kalabiliyoruz onlarla. Başta bütün dikkatleri bizim üzerimizde iken sonra alışıyor ve bizi unutuyorlar. İşte o zaman daha hoş görüntüler ortaya çıkıyor.’
Eve gelinip burada aile ortamında çekilen fotoğraflarla yuvalarda çekilen fotoğrafların da çocukların görünümü açısından çok farklı olduğunu söylemek lazım. Evde anne-baba, çocuk ilişkisini görebiliyorsunuz. Yuvada ise aileden uzak başka bir ortam söz konusu. Oradaki bazı ifadeler, anne-babanın her gün evde çocuğunun yüzünde gördüğü ifadeler olmuyor. Bunları yakalamak amaç.
Tabii sadece çocukların yüz ifadeleri olmuyor bu resimler. Birbirleriyle oynarlarken, hatta kavga ederlerken bile hoş fotoğraflar çıkabiliyor.
Ayşe çok hızlı büyüyen çocukların, devamlı değişen dönemlerinin, gelişmelerinin kaçırılmaması gerektiğini düşünüyor. Amaçları da düğün olsun, doğum olsun, çocukluk olsun, işte bu kaçıp giden dönemleri yakalamak.
Çekilen resimlerin bazılarını www.otekikare.com sitesinde bulabilirsiniz.
ANNEMİN KÖŞESİ
Apışıp kaldım!
Annemin ağzından ne çıkacağı belli olmuyor. Neyse ki onun ağzından çıkan şeyler genelde ikimiz yalnızken oluyor da bir sorun çıkmıyor.
Geçen gün Sinan’ın 4 sınıf arkadaşı ile evde oturuyordum. Hepsi erkek tabii. Onlar minderde, ben arkalarında koltukta. Annem telefonla aradı. Ne yaptığımı sordu, ben de söyledim. Bayılıyorum bu çocuklara dedim.
‘Sen her zaman oğlanları severdin zaten...’ dedi bana.
Apışıp kaldım yani. Sanki çocuklar bu lafı duymuşlar gibi tırstım.
Güldüm de...
Ama sonra dank etti: Ben ne zaman, hangi oğlanlara bayıldım ki!
Hani bu lafı başkası duysa ne düşünür bilemem ki!!!
Siz yanlış bir şey düşünmeyin ha!!! Annemin her zamanki hali işte...
Yazının Devamını Oku 
26 Şubat 2005
Oğlanlar derken, sanıyorsunuz ki oğlan çocuklarından bahsediyorum değil mi?.. Eh, 30-40 yaşlarındaki babaları da çocuktan sayarsanız, ki bence saymamız lazım, öyle! Zaten küçüklere bu oyunları tanıştıranlar da babaları değil mi?
Efendim, benim kocam evlendiğimiz ilk sene, bir ara Play Station oyun kahramanı Crash Bandicoot’u bana tercih ediyordu. Neredeyse sabahlara kadar ekran karşısında oyun oynuyordu. Ben ise odamda kriz geçiriyordum. Fakat sonra uyanıklık yapıp, oyunu bir an önce bitirebilmesi için internete girip bütün gizli bilgileri, şifreleri, çözümleri bulmuş, sayfalarca çıkış alıp eline vermiştim. Nitekim oyunu bitiren kocam bu krizi de atlatmıştı. Aradan bunca zaman geçti, Crash arada bir oynanan bir oyun olarak hayatımızda kaldı.
Son olayımız bayramda başladı. Oğlum, Akçay’daki yeğenimize vermek için götürdüğümüz Play Station’la tanıştı. Bir hafta sonunda da iyi bir oyuncu haline geldi. Sağ tuşa basması gerekirken bütün vücudu ile sağa dönmesi, oyunun başına geçtiği andan itibaren susmadan konuşması bizi pek eğlendirdi doğrusu.
Tatil bitince oyunu teslim edip İstanbul’a döneceğimiz için içim rahattı. Ne var ki babamız küçük bir sürpriz yaparak yeni bir PS2 aldı eve!!! Şimdi baba oğul, kavga dövüş Play Station oynuyorlar. Babası olmayınca Sinan beni tutuyor başında. Takıldığı pek çok yeri benim geçmemi istiyor. Ben de hayatta oyun sevmeyen ve oynamayan biri olarak beceremiyorum haliyle. Kavga kıyamet yol almaya çalışıyoruz.
Aynı kriz başka evlerde de var. Derin’in babası yeni çıkan x-box’tan almış. Kendisi de sıkı bir oyuncu olduğundan oğlan da aynı hızla ilerliyor.
BANA DA BİR HALLER OLDU
Biz anneler, açıkçası bu durumdan pek hoşnut değiliz. Ekran oyunları ve bilgisayarlar için henüz erken olduğunu düşünüyoruz. Doğru mu bilemiyorum, yararı da varmış bu tip oyunların. Ama çocukların başında durmak; nasıl oynanacağını göstermek, onlarla oynamak ve işi sınırda tutmak gerekiyor. Televizyon gibi, belli saatlerle sınırlı olmalı belki de...
Ama o kadar keyifli oynuyorlar ki, aldığı zevki göz ardı edemiyorsunuz. Dolayısıyla siz de havaya gidiyorsunuz. Mesela geçen hafta benimle işe gelen Sinan çalışıp para kazandığı için bir oyun daha aldık. Ben aldım!!!
Dahası, kendime inanamıyorum ama bu tarz oyunları araştırmaya bile başladım. ‘Eye Toy’ diye bir oyun duydum. Bu da kamerasıyla birlikte televizyona bağlanıyor ve sen de karşısında ayakta hareketlerle komutlar veriyorsun. Televizyon karşısında dans eden, hoplayıp zıplayarak oyun oynayan bir tip yani...
Evet, son durumumuz bu. Teknoloji dünyasına girmiş bulunuyoruz. Üstelik her çıkan çocuk filminin oyunu da çıkıyor. Oyunlar hiç ucuz değil bu arada. Buna çözüm olarak, bazı babalar bir oyun bitmeden ikincisinin alınmayacağı kararını almış.
İçten içe karşı olsak da, erken bulsak da çocuklarımız bazı dünyalara bizden erken giriyor. Esasen bu da çok normal. Onları kısıtlayarak engellemeye çalışamayız. İdare etmek şart.
Ne var ki tek iddiam var: Odasına televizyon koymayacağım!!!
Üç aylıkken salıncağa binebilir bisiklet için doğru zaman 1.5 yaş
KENDİ YATAĞI OLSUN
2-2.5 yaş civarında ona küçük boy tek kişilik yatak alın. Böylece önceden alışmamışsa, onu bu şekilde kendi yatağında yatmaya teşvik edebilirsiniz.
EĞİTİMLİ BEBEKLER
Bebeğiniz altı aylıkken ona harfleri öğretmeye başlayabilirsiniz. Okuldan önce okuma yazma öğrenmesine gerek yok tabii ama harfleri biraz tanıması, pek çok eğlenceli oyun oynamanıza da yardımcı olur. Beş-altı aydan itibaren de eline kumaşlardan yapılan yumuşak kitaplardan verebilir, hatta ona kitap okuyabilirsiniz.
SOSYALLEŞME ZAMANI
Bebeğiniz oturmaya başlar başlamaz (6 ay civarı) başka bir yaşıtı bebekle karşılıklı oturtun ve oynamalarını sağlayın. Dokuz aydan sonra oyuncaklarını birbirlerine verdiklerini ve birbirlerini taklit ettiklerini göreceksiniz. Dokuz aylıkken, haftada bir de olsa oyun gruplarına katılmaya başlayabilirsiniz.
DİŞ KONTROLÜ
Dişleri tamamlanır tamamlanmaz (2 yaş civarı) bir diş doktoruna kontrole gidin. Ciddi bir müdahale gerekmese bile, ortodontik yapısı ve gelişimi hakkında bir fikir sahibi olursunuz.
KÜÇÜK GÖREVLER
Bebeğinize 18 aylıktan itibaren küçük işler verebilirsiniz. Mesela size kağıt mendil getirmesini, çorabını çekmecesine koymasını isteyebilirsiniz. Bunlarda ona yardım edebilir, yol gösterebilirsiniz ama yardımları zaman içinde azaltın. Kendi işini kendi halledebilen bir birey olması için çok faydalı olacak bunlar.
TEHLİKESİZ OYUNCAKLAR
Üç aylıktan itibaren salıncak alabilirsiniz. Bu döneme uygun, düşmesini de engelleyen, kilitli ve yere yakın bir salıncak uygun olur. Bebeğiniz 18 aylık olduğunda üç tekerlekli bisiklet alabilirsiniz. Bunun için bir bahçeniz olmasına gerek yok, evin içinde turlayabilir. İki tekerlekli bisiklet için en uygun yaş dörttür. Yüzme için de bu yaşı beklemeniz daha uygun olur.
BİBERONA SON
Bebeğiniz 18 aylık olduktan sonra normal bardaktan içecek içirebilirsiniz. Biberon ya da kamışlı bardaklardan terfi etmiş olursunuz.
BURUN TEMİZLEME
Üç yaşından itibaren çocuğunuza burnunu su veya kağıt mendille silmesini, hatta sümkürerek temizlemesini öğretebilirsiniz.
SİZDEN AYRI KALABİLİR
Bebeğiniz beş aylıktan ufaksa, onu bırakarak gönül rahatlığı ile seyahate çıkabilirsiniz. Bu dönemdeki bebekler sizi özlemez. Üç yaşından sonra ise belli sıklıklarda babaanne veya anneannesine, ya da teyze gibi çok yakın birine yatıya bırakabilirsiniz. Böylece dışarıda ve sizden ayrı kalmaya alışır. Siz de bir gece eşinizle baş başa program yapabilirsiniz.
TELEFON SOHBETLERİ
Çocuğunuzun koordinasyon becerileri dört yaşında gelişir. Artık telefona bakmasını söyleyebilirsiniz. Çalan telefonları mutlaka önceden de açıyordu ama bir büyük gibi cevap vermesini, konuşmasını ancak bu yaşta bekleyebilirsiniz.
NEYİ NE ZAMAN YAPMALISINIZ?
Kimi bebek daha çabuk yürür ama daha geç konuşur; kimisi dört yaşına kadar tuvaletini söylemez... Sonuçta her bebek karakterine göre gelişimde de farklılıklar gösterir. Fakat her çocuğun belli dönemlerde yapabileceği, sizin de destekleyebileceğiniz bazı şeyler mutlaka var. İşte bu yazıda çocuğunuzun bazı şeyleri yapabilmesi için en doğru zamanlardan bahsedeceğiz. Örneğin, bu yazıyı okuduktan sonra, iki yaşındaki bebeğinizin neden hálá tuvaletini söylemediğini merak etmeyeceksiniz.
ANNE, TUVALETİM GELDİ
Anne-babaların en çok merak ettikleri ve bir an evvel olması için heyecanlandıkları konu, çocuklarının tuvaletini söylemeyi öğrenmesidir. Birçok anne-baba çocuğunu buna zorlayarak, yanlış yönlendirme yapabiliyor, halbuki bu tamamen doğal bir süreç olmalı. Tuvalet eğitimi için en uygun zaman, çocuğun bunu size belli ettiği zamandır. Bu da 2.5-3 yaş civarında olur genelde. Dört yaşına kadar bezi atmadıysa endişelenecek bir durum yok ama sonrasında bir uzmana danışsanız iyi olur.
ANNEMİN KÖŞESİ
Annem bir ... olsaydı
Bir anket adı altında annem bana bu soruları göndermiş. Halbuki, yıllar önce bu seçeneklerin çok daha ilginçleriyle hem annem hem kendim için bir anket hazırlamıştım. Sanırım onu unutmuş. Heyecanla bana bunu verdi. Ben de huzurlarınızda cevaplıyorum...
Müzik aleti: Eskiden çello, kalça operasyonundan sonra flüt!
Aksesuvar: Kraliçe tacı
Mücevher: Taç dedim ya, yeter!
Film: Callas Forever, Maria Callas’ın hayatı
Baharat: Bitki de sayılabilir ama fesleğen diyorum
Tatlı: Trüf; hem kestaneli, hem de portakallı. Annemin kendi formülünden hem de.
Dönem: Burun itibarı ile Helenistik dönem uygun olur gibime geliyor.
Renk: Fuşya
Çocuklara özel takılar
Çocuklara yönelik hediye alternatiflerinin genellikle oyuncak, kitap ve giysilerle sınırlı olması, Silver D’sign tasarımcılarını harekete geçirdi, ortaya çocukların renkli dünyalarına özel bir koleksiyon çıktı: Baby D’sign. Büyükleri kıskandıracak takı ve aksesuvarların olduğu koleksiyon, farklı bir hediye vermek isteyenlerin işlerini de kolaylaştıracak. Koleksiyonun en önemli özelliğini, takıların sadece çocuklara değil, bebeklere de yönelik hazırlanması. Bebek ziyaretine giderken, klasik hediyelerden sıkılan ve farklı bir hediye vermek isteyenler burada birçok alternatif bulabilir. Takı ve aksesuvarlarda, hayvan figürleri ve çocukların ilgisini çekecek desenler rengárenk biçimde kullanıldı. Pembe, mavi gibi canlı renklerin kullanıldığı koleksiyon; gümüş kolye, küpe, bileklik ve çengelli iğneden oluşuyor. Aralarında, emzik şeklinde olanların da bulunduğu kolye uçları, özel çengelli iğneler sayesinde güzel bir bebek hediyesine dönüşebiliyor. Baby D’sign koleksiyonlarına tüm Goldaş mağazaları, alışveriş merkezleri, müzik marketler, oyuncakçılar, marketler, kırtasiyeler, eczaneler gibi çok farklı satış noktalarında ulaşabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 