Nil Karaibrahimgil

Teslim oldum

6 Ocak 2025
Karlara ve güneşe teslim oldum. Dağdan akan dereye de.

Ayaklarımız bata çıka yürüyorduk ve nereye baksam beyazdı. Nereye baksam soğuktan mutluydu.

Kar, güneş ve soğuk konuşuyordu. Kendi aralarında böyle bir cenneti yaşatmak için pazarlıktaydılar.

Dünya kesinlikle sadece insanlar için yapılmamıştı.

Çamlarda serçeler cıvıl cıvıl bunun şarkısını söylüyorlardı:

Şu insanların haline bak/ zannederler ki her şey kendileri için/ halbuki biz kuşlar çok iyi biliriz ki/ onlar dünyanın sadece küçük ve gürültücü bir parçası/ ciki cik cik ciki cik/ İnsan aslında küçücük!

Bir balkona teslim oldum. Beni avucuna alıp, öyle bir vadi gösterdi ki bana.

Güneşin her saat yüzlere boyadığı sarı gölgeleri görmeliydiniz.

Oturup oracıkta kalmak ve her şeyi en başından düşünmek istedim.

Yazının Devamını Oku

Nil’in 2025 duası

30 Aralık 2024
Bu yeni zamanda...

Sevdiğim kim varsa, kendim de dahil, sağlığı iyi olsun.

Kalbi ritmini çalsın.

Yanakları kiraz pembesi, dudakları bal olsun.

Teni sıcak kalsın, enerjisi dışına taşsın.

Ciğerlerinden nefes, bacaklarından güç eksik olmasın.

Sevdikleriyle yan yana olsun.

Kolu kollarına değsin, gözü gözlerinin içine baksın.

Lafları birbirleriyle başlasın.

Yazının Devamını Oku

Geçen karşıma çıktı

16 Aralık 2024
Şimdilerde herkesin dilinde bu cümle. “Geçen karşıma çıktı.” Nerede karşına çıktı? Instagram’da, TikTok’ta.

Nedir bu karşımıza çıkıp duranlar ve neden karşımıza çıkıyorlar?
Biz onlar karşımıza çıksın diye başvuruyoruz aslında.
Aramalarımız artık parmak izimiz gibi bizi ele veriyor.
“Ne yersen osun” vardı. Şimdi de “Ne aradıysan osun” var.
Hepimiz çok iyi biliyoruz artık aradıklarımızın peşimize takıldığını.
Eskiden “Karşıma çıktı” başka bir şeydi, sokakta filan karşına bir tanıdık çıktığında söylerdin.
Şimdiyse, her gün dilimizdeki bu cümlede bir gizli özne olduğu gibi (ben, çünkü benim aradıklarımın beni bulması bu), bir de gizli özür var.

Yazının Devamını Oku

Kendimize arada bir hikayemizi anlatmalıyız

9 Aralık 2024
Sallanan beşiklerin ve sımsıkı kundakların zamanı geçince, ninniler ve masallar seyrekleşti.

Kendimize de, çocuklara da, başkalarına da hikayeler anlatmaz olduk.

Halbuki biz de, onlar da hayata başlamadan hikayesini duyardık.

Kaf dağını, ekmek kırıntılarını yiyen kuşları ve gezegeninde yapayalnız bir prensi dinleyip, hayatın parçalarını birleştirmeye çalışırdık.

Şimdiyse cepteki ‘story’ (hikaye) çok başka bir şeyin adı.

Yakınma yazısı değil bu yalnız. Niye yakınayım?

Hayat burada, ben de şahidiyim.

İçinde kendime yakınmadığım bir köşe elbet bulurum.

Benim bahsetmek istediğim kendi hikayemiz.

Yazının Devamını Oku

Nasıl bir anne olmak isterim?

2 Aralık 2024
Bir kapı aralığında durmuş, bunu anlatıyordum iki anneye.

Cümlemi bitirdiğimde, gözlerimin dolduğunu ve onların da gözlerinin dolduğunu fark edip, durdum.
Bazen bir cümle nasıl gözlerden yaş taşırıveriyor?
Kelimeler nasıl bu kadar güçlü?
Kalbe nasıl ellerini sokuveriyor kelimeler?
Kimi zaman acıtmaya, kimi zaman affetmeye, kimi zaman özlemeye…
“Onu olduğu gibi görebilmek istiyorum.
Kim olduğunu kaçırmamak. Kendimle, hakkında denilenlerle, korkularım ve endişelerimle karıştırmadan.

Yazının Devamını Oku

Melisa’nın ‘kuzey yıldızı’

18 Kasım 2024
İnsanın içindeki çocuktan çok bahsedilir.

Terapistler hemen seni elinden tutup ona götürür, “konuşun aranızda anlaşın” derler.

Fotoğraflardan, sana hem komşunun çocuğu kadar uzak hem de aynadaki çillerin kadar yakın gelen bu çocukla bir çeşit kovalamaca oynarsın.

Bazen sen kaçarsın o kovalar, bazen sen kovalarsın o kaçar.

Onu hatırlamak için gözlerimi kısarım bazen, o zamanlarda bile flu kalır bir kısmı.

Bir çocukla konuşmak kadar zordur onunla konuşmak. Konuları kısa keser. Oynamak ister.

Anlatmaya geçmek için büyümek gerekir.

Londra’da bir taksideydim telefon çaldığında.

Yazının Devamını Oku

İchi-go, ichi-e, mono no aware, wabi sabi

11 Kasım 2024
Sıkıştığımda Japonlar geliyor yardıma.

“İchi-go, ichi-e”,  “Bir sefer, bir buluşma” demekmiş.

Çay seremonileri için kullandıkları bu cümle, her buluşmanın biricik bir buluşma olduğunu anlatıyor. Japonların çay seremonisine bu kadar önem vermelerinin sebebi, o çayın tadının ve toplanan o insanların varlığının tadına ancak tek sefer bakabilecek oluşu.  Japonya’ya gittiğimde Kyoto’da bir çay seremonisine katılmıştım.

Her şeyin bu kadar sakin bir ritüelle, uzun uzun, seni her saniye orada olmaya davet ederek yapılışı beni çok etkilemişti.

Zamanın geçişini, sanki tenlerinde bizden daha çok hissediyorlar.

Kiraz çiçeklerinin açtığı o bir haftanın kıymetini bilirken hüznünü de hissetmek, onların diline çok güzel kavramlar sokmuş.

Mesela “Mono no aware” de bunlardan biri.

Bir şeyin geçiciliğinden duyulan hüzün ama bu hüzün aynı zamanda bir mutlulukla beraber hissedilmesi için orada.

Geçiciliğin hüznü, yaşananı benzersiz kıldığı için aynı zamanda bir mutluluk sebebi. Dil bazen bir şeyi anlatmaya uzanmıyor.

Yazının Devamını Oku

Güneş bataken düşündüm bütün bunları

4 Kasım 2024
Güneş çok hızlı batıyor denize.

Dünya o kadar mı hızlı dönüyor gerçekten?
Başımız dönmeden nasıl duruyoruz öyleyse biz?
Fakında mısınız, kapkaranlık bir uzay boşluğunda deli gibi dönen, üzeri suyla kaplı mavi bir topun üzerindeyiz?
Güneş batarken bunları düşündüm.
Göğün aydınlık ve karanlık olduğu zamanlar kalkıp işe gidiyor, yatıp uyuyor ama aslında çok hızlı döndüğü için üzerine yapışmak durumunda kaldığımız, güneşe deli divane bir kürenin üzerinde durduğumuzu düşünmüyoruz.
“Her şey dönüyor” dedi oğlum. Ay da kendi ekseninde dönüyor muydu, unutmuşum.
Baktım, o da dönüyormuş evet.

Yazının Devamını Oku