Paylaş
Tanınan bir kişilikti. Saygınlığı olan bir zattı. O, Hz. Peygamber’le (s.a.v.) olan karşılaşmasını şöyle anlatıyor:
Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine’ye geldiğinde onu yakından izledim. Konuşmalarına, hareketlerine, yüzüne dikkat ettim. Kutsal metinlerde geleceği bildirilmiş olan son peygamberde bulunması gereken bütün işaretler onda vardı. Ancak iki özellik vardı ki, henüz onları test edebilme imkânı bulamamıştım. Bu iki özellik şunlardı: Yumuşaklığı katılığın önündedir, kendisine karşı cahilce davranılsa bile affedicilikle karşılık verir. Bir gün ben, bu iki özelliğini test edebilme şansı buldum.
Bu olay şöyle gelişti.
Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.) yanında Hz. Ali olduğu halde mescitten çıktı. O esnada köyden geldiği belli olan biri Hz. Peygamber’in yanına geldi ve “Ey Allah’ın Resulü! Ben falan köydenim. Köylülerim İslam’a yeni girdiler. Ben onlara İslam’a girerlerse rızıklarının bollaşacağını söylemiştim. Bu yıl ise ciddi bir kıtlık yaşadılar. Ben, bu insanların cahilce hareket ederek dinlerinden vazgeçeceklerinden korkuyorum. Zira onlar maddi endişelerle dine girmişlerdi, yine maddi endişelerle dinlerini bırakabilirler. Acaba onlara maddi yardımda bulunabilir misiniz?” dedi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) yanında bulunan Hz. Ali’ye dönerek, “Bu insana verecek bir şeyimiz var mı” diye sordu. Hz. Ali (r.a.),
- “Ey Allah’ın Resulü bir şeyimiz kalmadı” cevabını verdi. Ben kendime, işte fırsat bu dedim ve şu teklifte bulundum: Yanlarına gittim -henüz Müslüman değildim- ve “Ey Muhammed! Falan kişinin bahçesindeki hurmaları şu fiyata ve şu zamana kadar bana satarsan ben de parasını vereyim. Sen de bu parayı bu adama verirsin” dedim.
Peygamberimiz (s.a.v.) “Şu bahçe olacak şartını koşmazsan olabilir” dedi. Ben de kabul ettim.
Bunun üzerine belli miktarda hurmayı, belli miktarda parayla, belli zamanda teslim almak üzere anlaştık. Ben 80 altını verdim. Hz. Peygamber bu altını hemen o adama teslim etti. Şöyle buyurdu: “Al bu parayı. Köylülere eşitçe dağıt.”
Aradan bir zaman geçti. Sözleşmenin şartına göre alacağım mal için henüz üç gün süre vardı. Ama ben özellikle erken gittim. Hz. Peygamber (s.a.v.) o gün Medineli birinin cenazesi için mezarlığa gitmişti. Peygamber’in yanında Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman vardı. Cenaze dönüşü bir duvarın dibinde dinlenmek için oturacaklarında ben Peygamberimizin önüne dikildim. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) iki yakasından tutup şiddetle sarstım. Öfke ile şöyle dedim:
“Hakkımı ödesene ey Muhammed! Neden hakkımı vermiyorsun!” Ben bunları söylerken, korkudan olsa gerek gayriihtiyari gözüm Hz. Ömer’e kaydı. Hz. Ömer’in kızgınlıktan gözleri yuvasında dönüyordu. Bana sert bir şekilde bakıyordu. Dayanamadı. Şöyle dedi:
“Ey Allah’ın düşmanı! Allah’ın Resulünden ellerini çek. Onunla nasıl böyle konuşuyorsun. Vallahi Hz. Peygamber müsaade etseydi, seni burada öldürürdüm”. Ben bu arada Hz. Peygamber’e (s.a.v.) baktım. Onda kızgınlığın hiçbir göstergesi yoktu. Sakindi. Tebessüm ediyordu. Biraz bekledikten sonra Hz. Ömer’e şöyle buyurdu:
“Ey ömer! Bana da, bu adama da farklı davranman gerekirdi. Bana şunu demeliydin: Ey Allah’ın Resulü zamanı gelmese de borcunu öde. Bu adama da, alacağını güzelce iste demen gerekirdi. Al, bu adamı götür. Ona borcunu öde. Ayrıca onu korkuttuğun için de 20 sepet hurmayı fazladan ver, gönlünü al.”
Hz. Ömer, Zeyd bin Sa’ne’yi alıp götürdü. Alacağı olan hurmaları verdi. Daha sonra da 20 sepet hurmayı fazladan teslim etti. Zeyd, bunun üzerine Hz. Ömer’e, “Ama bu 20 sepet benim alacağımdan fazla. Neden bunu verdin” dediğinde, Hz. Ömer şöyle söyledi: “Allah’ın Resulü seni korkuttuğum için 20 sepet fazladan ödememi emretti. Bu fazlalık bundan dolayıdır”. Bütün bu olayları yaşayarak izleyen Zeyd, Hz. Ömer’e sordu: “Sen beni tanıdın mı?” Hz. Ömer hayır dedi.
Zeyd: “Ben Zeyd bin Sa’neyim”. Hz. Ömer “Şu Yahudi alim olan Zeyd mi? “diye sordu. Zeyd, “Evet işte o benim” cevabını verdi.
Hz. Ömer “Peki sen, neden Hz. Peygamber’e (s.a.v.) böyle cahilce ve çirkince davrandın?” diye sorunca Zeyd şöyle dedi: “Ey Ömer! Ben Hz. Peygamber’i (s.a.v.) inceledim. Takip ettim. Tevrat’ta yazılı olan bütün özelliklerin onda olduğunu gördüm. Ama iki özelliğini henüz görmemiştim. Bu özellikler her türlü cahilliğe karşı yumuşaklığının devam etmesi ve toleransını, affediciliğini yitirmemesiydi. Ben bu sıfatların da O’nda olduğunu açıkça gördüm. Ey Ömer! Şu andan itibaren Allah’ı Rab, İslam’ı din, Muhammed’i (s.a.v.) Peygamber olarak kabul ettim. Malımı da Allah yolunda bağışlayacağım. Hadi, beraberce Resulullah’a gidelim. Bunu O’na haber verelim.” Beraberce Resulullah’a gittik. O’nun yanında da bu kararımı ilan ettim. Sonra şöyle dedim: “Ben çok zenginim. Malım çoktur. Şahit olun ki bütün malımı bağışlıyorum.”
Zeyd bin Sa’ne geri kalan ömrünü mümin olarak geçirdi. Temiz yaşadı. Peygamberimizden ayrılmadı. Tebuk dönüşü yolda vefat etti. (İbn Abdilberr, İstiab, 2/533; Abdurrahman Akke, Uzeme havler Resul, 2/831 İbn Hacer, el-isabe, 2905: ibnül esir, Üsdül-Ğabe, 1841)
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu yüce ve eşsiz ahlakıyla diğer din mensuplarının -hibir olarak nitelenen- büyük âlimlerini dahi İslam’a çekiyordu. Onun son peygamber olduğunu kabul etmek zorunda kalıyorlardı. Acaba bizler de ahlaklarımızla insanları böyle İslam’a çekebiliyor muyuz? Kazanabiliyor muyuz? Korkularını yenmelerine yardımcı olabiliyor muyuz? Yoksa dine mesafeli olanların mesafelerini mi uzatıyoruz. Acaba bizler ticari menfaatimiz söz konusu olduğunda dini hassasiyetimizi unutabiliyor muyuz. Dinimiz, gerekirse menfaatimizi terk etmemizi emrederse, kaçta kaçımız samimi mümin olarak kalabiliriz acaba?
SORALIM ÖĞRENELİM
- Kaza namazı mı, nafile namaz mı önceliklidir? / (Ali Haydar Uçar/Mersin)
Kaza namazı tanımı genellikle, farz olan ve kılınmayan vakit namazı anlamında kullanılır. Bu nedenle de kaza namazı ile meşgul olmak, nafile namazını kılmaktan daha önemlidir. Kazası olan kişi vakit namazlarıyla beraber kılınan düzenli nafileleri (revatip sünnetleri) ihmal etmemelidir. Ancak bir tercih söz konusu olacaksa elbette farzların kazası nafile namazlara tercih edilir. Fıkıhçılar bu konuda farklı kanaatler ifade etmişlerse de benim bu yazdıklarım hepsinin özeti sayılır.
- “Hayır ve şer Allah’tandır” ne demektir. / (Ali Anıt/Isparta)
Hayır, iyi ve faydalı iş anlamına gelir. Allah’ın razı olduğu bütün eylemleri içine alır. Şer de Allah’ın hoşlanmadığı, onaylamadığı şeyler anlamına gelir. Yüce Allah şerden hoşlanmamasına rağmen şerri yaratır. Yani iyiyi de, kötüyü de Allah yaratır ama kötüden razı olmaz. Onaylamaz. Şerri ve hayrı yaratan Allah bunlardan herhangi birini seçmeyi kulunun hür iradesine bırakmıştır. Kişi dilerse iyiyi seçer, dilerse kötüyü seçer. İyiyi seçerse mükafat görür, kötüyü seçerse ceza görür. Bu ikili seçenek yüce Allah’ın kainatı yaratma ve imtihanı irade etmesinin zaruri sonucudur.
- Ahiret âleminde hangi devreler vardır. / (Zehra Zafer/Erzurum)
İnsanın ölümüyle kendisi için ahiret hayatı başlar. Bu anlamda ahiret âlemi; (kabir- berzah-,kıyamet, ba’s- yeniden dirilme), haşir, mahşer, defterlerin dağıtılması, hesap, terazi-mizan, sırat, şefaat, cennet, cehennem gibi devreleri kapsar. Yüce Rabbimiz, bu evreleri yaşayacak olan bizlere o zor günde yardım etsin.
- Melek resmi yapmak uygun mu? (Sami Murat/İzmir)
İslam inancında, melekler; yemeyen, içmeyen, erkek ve dişiliği olmayan, uyumayan, günah işlemeyen, Allah’ın emirlerini yerine getiren ve gözle görülmeyen nurani yaratıklardır.
Bunların resmini yapmak, zihinlerde yanlış imajların oluşmasına yol açabilir. Bu resimlere bir kutsallık atfedilebilir. Bu nedenle de meleklerin resmini yapmak uygun değildir. Ayrıca yapılacak hiçbir resim onları tanımlamaz. Şunu da belirteyim, Hz. Aişe’nin yastığı üzerinde kanatlı meleklerin resmedildiğini gören Hz. Peygamber bunu onaylamamış ama çok sert müdahalede de bulunmamıştır. Hatta tebessüm ettiği ifade ediliyor.
Paylaş