Paylaş
Peki, duayı sevdiğimiz kadar bedduadan sakınmayı seviyor muyuz? Dua için gösterdiğimiz hassasiyeti beddua için gösterebiliyor muyuz? Veya soruyu şöyle soralım: Sizce dua almak mı önemli, beddua almamak mı? Bir an olur ki dua kabul olur, ama bir an olur ki beddua da kabul olur.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle uyarmış bizleri:
“Zulme uğrayanın bedduasından kork. Çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında hiçbir engel yoktur.” (Buhari, Zekât, 41, 63; Tevhid, 1; Müslim, İman, 31; Tirmizi, Zekât, 6)
Duası kabul edilenler kadar bedduası kabul edilenlere de dikkat etmemiz gerekir. Daha doğrusu bedduayı hak etmemek lazım. Bedduanın muhatabı olmamak gerekir.
İslam Tarihinde önemli bir yeri olan ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) baba ve anne tarafından akrabası olan hem de cennetle müjdelenmiş on kişiden biri sayılan Hz. Sad bin Ebu Vakkas’ın hadisesi bu konuda bizim için dikkat çeken bir örnektir.
Hz. Sad, Kufe valisidir. Dönem Hz. Ömer’in halifelik dönemidir. Bir ara Kufe halkından bir grup halifeye, valileri olan Hz. Sad’ı şikâyet ederler. Şikâyet konuları: Hz. Sad’ın namaz kılmayı bilmediği, askerin başında harekâta katılmadığı ve adil hareket etmediği şeklindeydi. Hz. Ömer, bu şikâyetleri duyunca Mekke’de 7. Müslüman olarak İslam’a girmiş bu kutlu insanı daha fazla yıpranmasın diye hemen Medine’ye çağırır. Medine’de Hz. Sad’la bir araya gelir. Hz. Ömer şikâyet konularını sıralar. Hz. Sad elbette çok üzülür ve adil davrandığını, namazı ise Hz. Peygamber’den (s.a.v.) gördüğü ve öğrendiği gibi kıldırdığını anlatır. Hz. Ömer, Sad’ı görevden alır. Yıpransın istemez. Yerine Hz. Ammar’ı gönderir. Diğer yandan da iki müfettişini Kufe’ye olayı incelemesi için görevlendirir. Hz. Sad bu yolculukta ve inceleme sırasında müfettişlerle bulunmayı ister. Hz. Ömer de görevden aldığı bu sevdiği valisinin isteğini reddetmez. Sen de şahit ol hakkında konuşulanlara der.
Nihayet Hz. Ömer’in görevlileri ve Hz. Sad, Kufe’de cami cami dolaşırlar. Herkes Hz. Sad hakkında hayırlı şeyler söyler. Sadece bir mescitte (Benu Abs yurdu adlı mescit) Usame adlı biri ayağa kalkar ve şöyle konuşur: “Evet, Sad hakkındaki şikâyetler doğrudur çünkü O,
1) Askerin başında harekâta katılmaz.
2) Malları eşit paylaştırmaz.
3) Hükümde adil değildir.”
Bu sözleri işiten Hz. Sad şöyle karşılık verir: “Rabbim! Eğer bu adam yalan söylüyorsa ve sırf gösteriş olsun diye hakkımda bu iddialarda bulunuyorsa ben de onun hakkında Sen’den üç şey dileyeceğim.
1) Allah’ım bu adamın ömrünü uzat.
2) Bu adamın fakirliğini arttır.
3) Bu adamı fitnelere uğrat.”
Aradan yıllar geçer. Hadisenin şahidinden bu olayı duyan ve bu rivayeti bize ulaştıran kişi der ki: Ben yıllar sonra bu adamı gördüm. İhtiyarlıktan kaşları gözlerine inmişti. O kadar yaşlanmıştı ki kaşları gözlerini örtüyordu. Fakirlikten kıvranıyordu. İnsanların verdikleriyle hayata tutunuyordu. Bu yaşına rağmen bir kadının sesini duyduğunda oraya doğru koşardı. Kadınlara sarkıntılık ederdi. İnsanlar kendisine bu yaşına rağmen nasıl oluyor da kadınlara sarkıntılık ediyor, onları taciz ediyorsun dediklerinde ise şöyle diyordu: “Ben ne yaptığımın farkında değilim. İşte Sad’ın bedduası beni bu hale getirdi.” (Buhari, ezan, 95; Müslim, Salat, 158-159; Ebu Davud, salat, 128)
Beddua etmek elbette tavsiye edilmez. Ama zulme uğramış, iftiraya maruz kalmış bir insan başka çıkış kapısı bulamamışsa ne yapabilir! Mazlumun, Müslim veya gayrimüslim olması önemli değildir. Dini inancı ne olursa her mazlumun duası karşılık görür. Zalimin dini veya dindarlığı önemli değildir. Mutlaka zulmünün hesabını verir. Zalim mutlaka Rabbinden karşılık görür. Çünkü mazlumun sahibi Allah’tır.
Dua alınız. Dua isteyin. Dua ediniz. Ama buna gösterdiğiniz hassasiyeti beddua almamak konusunda da gösterin. Beddua almamaya, ah almamaya çabalayın. Bedduasını hak ettiğiniz kişinin hakkını ona iade ediniz. Bu hak maddi veya manevi olabilir. Yoksa ileride binlerce katıyla iade etmek isteseniz de malınız size geri iade edilebilir. Kabul edilmeyebilir.. Allah tarafından mazereti kabul edilmeyen insandan daha mutsuz kim olabilir.
SORALIM ÖĞRENELİM
- Uzayda hayat var mı?
(Sekine Gold/Antalya)
Günümüzde araştırmacıların en çok merak ettikleri konulardan birisi de uzayda hayatın olup olmadığıdır. Bilimsel veriler henüz bu konuda net bir bilgi veremiyor. Zira uzayın boyutlarını, sınırlarını tespit mümkün değildir. Nispi, izafi ve temsili donelere dayanan bilimsel veriler her gün devasa adımlarla ilerlemekte. İleride mutlaka bu konuda çok önemli şeyler söyleyecektir. Ama bugün bu konularda henüz son sözü -bilimsel verilerin ışığında- söylemek mümkün değildir.
Dini açıdan da bu konuda net bir şey söylemek yanlış olur. Bazı ayetlerden hareketle hayat var veya yok demek zorlama olur. Ayetleri yanlış yorumlamış olabiliriz. Böyle bir yükü ayetlere yükleyemeyiz. Muhteşem kainatın her zerresine ince ve zarif bir sanatla tecelli etmiş Yüce Allah bu muazzam kainatı hedefsiz yaratmış olamaz. Belki bu kainat sadece insan, cin, melek ve hayvanların hizmeti için yaratılmıştır. Belki de bizim yaşayabildiğimiz atmosfer şartlarının dışında, yaşayabilecek diğer yaratıklar için yaşayacakları farklı kainatlar vardır. Ve belki biz bunlardan habersiziz. Yıldızlar, galaksiler, uzay boşluğu gibi yerküre dışında farklı kainatlar ve yaratıklar olabilir. Bu konuda net bir şey söyleyemeyiz. Ama şunu rahatça söyleyebiliriz, eğer kainatın ömrü varsa, bizden sonrakiler daha büyük hadiselere ve haberlere şahit olacaklardır.
- Deccal bir kişi midir, bir grup mu?
(Adil Diner/Kütahya)
Deccal’in manevi bir kişilik, yani mecazi anlamda bir grup, bir cemaat veya bir ekol olma ihtimali vardır. Ancak zıddına bir delil olmadıkça Deccal’in kıyametten önce gelecek olan bir belli kişi veya yaratık olduğuna hükmederiz.
Bilindiği gibi Deccal: ‘Kıyamete yakın zamanda İslam’ı tahrip veya tahrif etmeye çabalayacak, fitne yayacak bir menfi kişilik olarak hadislerde takdim edilmiştir.’ Bazı hadislerde 3, bazılarında ise 23 Deccal’den -menfi kişilik veya liderlerden- bahsedilmiştir.
Paylaş