24 Temmuz 2009
SEVGİLİ peygamberimiz (sav) yakın dostu Hz. Ebubekir (ra) ile oturuyorlar. Medine’nin sıcak bir günü. Biraz sonra içeriye bir adam girer.
Etrafına baktıktan sonra Hz. Ebubekir’in (ra) yanına oturur. Ve hemen çirkin sözlerle Hz. Ebubekir’e saldırmaya başlar. Hakaret eder, küçümsemeye çalışır, tacizde bulunur. Hz. Ebubekir (ra) sabırla dinler. Olaya şahit olan Hz. Peygamber (sav) bu saygısız insanın haddi aşan çirkin sözlerinden rahatsız olsa da bir an için susar. Adam nerede olduğunun, kimin huzurunda bulunduğunun farkında değilmiş gibi devam eder. Bu anlamaz adamın çirkin sözlerinden hayli rahatsız olmaya başlayan Hz. Ebubekir (ra) dayanamaz ve cevap vermeye başlar. Hz. Ebubekir (ra) sınırı aşmadan, bu terbiye sınırını aşanın terbiyesini vermeye çabalamaktadır aslında. Hz. Peygamberin (sav) huzurunda olduğunun farkında olan Hz. Ebubekir (ra) daha fazla susarsa Hz. Peygamberin (sav) rahatsız olacağını varsayar. Hz. Ebubekir’in (ra) cevap vermesi üzerine Peygamberimiz (sav) ayağa kalkar ve orayı terk eder. Hz. Peygamberin (sav) uzaklaştığını gören Hz. Ebubekir (ra) telaşlanır ve Peygamberimizin (sav) arkasından koşar. Diğer yandan da heyecan ve korku içinde söylenmeye başlar: “Ey Allah’ın elçisi. Sizi rahatsız edecek bir şey mi yaptım. Yanlış bir şey yaptıysam Allah’tan af dilerim.”
Hz. Peygamber (sav) döner ve çok sevdiği dostuna şöyle buyurur: “Ebubekir! Adam sana hakaret edip sataşmaya başladığında sen sustun. O esnada Yüce Allah’ın görevlendirdiği bir melek senin adına o adama cevap veriyor, sana da dua ediyordu. Sen sustukça melek seni savunuyor adama karşılık veriyordu. Ne zaman ki, sen de cevap vermeye başladın işte o anda o melek orayı terk etti ve şeytan oraya girdi. Ben şeytanın bulunduğu ortamda durmam. Benim orayı terk etmemin sebebi budur işte.”
Şeytanları bol olan bir dünyada yaşıyoruz. Öyle anlaşılıyor ki; melekler edepli varlıklar oldukları için her ortama girmiyor veya girseler de durmuyorlar. Ama şeytanlar her tarafta cirit atıyor. Kendilerine yakın olanların ruhlarına etki ederek kendilerine benzetiyorlar. Etrafa saldıran, hakaret eden, iftira atan, etrafı lekeleyen, insanların iffetine kara çalan, insanları sömüren, ellerindekini alan, insanları köşeye sıkıştırmaya çabalayan, iffet ve şeref karaborsacılığı yapan, hiçbir hayırlı iş yapmamasına karşın bol bol felsefe tabletleri yutturan, sokakların başını tutan, cambazlık yapan, fakirin ekmeğini çalan, kendine emanet edilen kalemi makamı, mevkiyi, şöhreti- egosunu tatmin için kullanan, kula kulluk eden, kulluk ettiğini Rabbinin önüne koyan, bağnaz ve kalitesiz olan, insanların elindeki rızka kahreden bir hasetle saldıranların tümü işte bu tür ruhları kirlenmiş olanlardır. Bizim ölümsüz naslarımızın dikkat çektiği “şeyatinü’l ins ve’l cinn” “insanların ve cinlerin şeytanları” işte bu grubun arasından çıkar. Onların; şerrinden, kötülüğünden Allah’a sığınmak lazım.
Hz. Peygamber (sav): “Ürpermeyen kalpten, yaşarmayan gözden sana sığınırım” diyerek katılaşmış kalplere dikkat çeker. Kuran’ı Kerim, Allah’ı anarak katılığı giderin, buyuruyor.
Haset kötü bir hastalıktır. Sizde olmayan güzel bir özellik başkasında varsa onu çekiştirmek, bir ruh bozukluğunun işaretidir. Hz. Peygamber (sav) haset -kıskanma- ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi sahibini yer bitirir, buyuruyor. Kibir ve gurur meleklerin başında olan iblisi şeytanlaştıran bir beladır. Çünkü gurur ve kibir kuldan daha çok Rabbe karşı işlenmiş bir başkaldırı sayılır.
* * *
Alçakgönüllü, affedici, cesur, sabırlı, cömert, dürüst, iyiliksever, iyimser, dengeli, vefalı, samimi, saygılı, nazik, sade, gayretli, edepli, kararlı olalım. Sizi rahatsız eden veya size karşı saygısızlık edeni görmezden gelin. Ciddiye almayın. Bu sizin zayıflığınıza değil, karşıdakinin itibarsızlığına işaret eder. Çok gerektiğinde ancak misliyle mukabele edin. Haddi aşmayın. Kendinizden emin olun. Kendinize güvenin. Necasetin pisliğin- içine döküldüğü akar su kirlenmez. Gönlünüz temizse, alnınız açıksa, Allah’la iyiyseniz hiçbir şeye aldırış etmeyin. Zira sahibiniz sizinledir.
Yazının Devamını Oku 17 Temmuz 2009
BU pazar Miraç Kandili’ni kutlayacağız. Kandilinizi kutlayarak bu haftaki yazımıza başlamak istiyorum.
Miraç göğe yükselme, İsra ise gece yürüyüşü anlamına gelir. Mekke’de iyice daralan, sevdiklerini birbiri ardına kaybeden, Mekkelilerden baskı ve zulüm gören Hz. Peygamber (sav) bir gece Mekke deki Mescid-i Haram’dan alınıp Kudüs’e götürülür. Oradan da göğün üst tabakalarına gizemli, ibretli ve muhteşem bir yolculuğa çıkar. Misafir edilir. Orada olağanüstü şeylerle karşılaşır. İşte Hz. Peygamber’in (sav) gecenin bir bölümünde Mekke’den alınıp Kudüs’e götürülmesine İsra, Kudüs’ten göğün derinlerine yükseltilmesine de Miraç diyoruz.
Miraç olayı beden ve ruh bütünlüğü içinde gerçekleşmiştir. Bazılarının zannettiği gibi sadece ruhen olmamıştır. Hz. Peygamber’in (sav) bedeni ve ruhu beraberce göklere yükselmemiş olsaydı, bunun mucizevi ve olağanüstü bir kıymetinin olması mümkün olmazdı.
Miraç gecesi Hz. Peygamber (sav) Kudüs’te diğer peygamberlerin ruhaniyetleriyle görüşmüş ve onlara imamlık yaparak namaz kıldırmıştır. Bununla İslam dininin kuşatıcılığını ve bütün peygamberlerle aynı zincirin asil birer halkaları olduğunu ilan etmiş ve İslam’ın beynelmilelliğini perçinlemiştir.
Hz. Peygamber (sav) o gece gök tabakalarında diğer peygamberlerin bir kısmıyla görüşmüş ve onlarla selamlaşmıştır. Bu büyük nimet diğer hiçbir peygambere nasip olmamıştır.
O gece cennet ve cehennemden bazı manzaralar Peygamberimize gösterilmiştir. Hz. Peygamber (sav) cehennem ahalisinin acıklı halini görmüş ve müteessir olmuştur. Bu gösterilen manzaralar mahşerden sonraki olayların sembolik birer yansımasıdır. Mekke’ye döndüğünde gördüğü bu manzaraları halka anlatarak, günahlara karşı onları uyarmıştır.
Yazının Devamını Oku 10 Temmuz 2009
BÜYÜK zatlardan biri der ki: “ene’l hak” demek kolaydır. Fakat ene’l hak’tan “ene”yi kaldırmak zordur. Yani benliği (ene’yi) kaldırmadan Allah’a ulaşmış olsan da kıymeti yoktur. Önce nefsini yen, benliğini geç sonra Yüce Allah’ın her yerde tecelli ettiğini (belirdiğini, nurunun görüldüğünü) vuslata erdiğini iddia et.Bu zor bir şeydir. Belki yüz binlerce insan arasında sadece bazılarına nasip olan bir zirvedir. Hele çağımızda, maddi hesabın her şeyin üzerinde tutulduğu coğrafyamızda bu zor aşılacak bir eşiktir.
Ene’sini yenmişlerden biri dar bir sokakta yürüyor. Sokağın bir yanı temiz, diğer yanı ise çamur. O, temiz yerden yürüyor. Karşıdan bir köpek belirir. Köpek de sokağın karşı tarafından geliyordur. Benliğini geçmiş mümin, sokağın temiz tarafından yürürken onu gören köpek de mecburen çamurlu tarafına doğru sapar. Bir an düşünür o adam. Der ki kendi kendine; karşıdan gelen nasılsa bir hayvan. Bir köpek. Köpeğin ayağı çamura batsa ne olacak! Ben temiz yerden yürüyeyim. Köpek çamurdan geçsin. Ve hamle yapar. Tam yolu kat edecektir ki birdenbire duraksar. Ben ne yapıyorum, der. Ben bu hayvanı nasıl hakir, alçak, küçük ve kıymetsiz görebilirim ki? Yüce Allah mahşer âleminde bu köpeği küçük görüp çamura ittiğim için bana hesap sormayacak mı? Ben o çetin günde Rabbime ne derim? Yolun temiz tarafını köpeğe bırakır ve çamurlu yoldan geçer. Köpek temiz taraftan, o ise çamurlu taraftan geçerken de kendi kendine şöyle söylenir: “Bir an için bu köpeği hakir ve küçük gördüğüm için Rabbim bana darılırsa ben O’na ne derim ki? Başımı kaldırıp da Rabbime nasıl bakabilirim ki?..”
Önemli olan bu yüce ahlakı yakalayabilmektir. Hz. Peygamber (sav) Efendimize nispet edilen: “Cenab-ı Allah’ın üç yüz küsur ahlakı vardır. Bunlardan herhangi biri, bir insanda bulunursa o insan cennete girecektir.” (câmü-s sağır, I, 94) sözünün muhatabı olan bizler bu çizgiyi yakalamak için yeterince gayrette bulunmuyoruz. Kendimizi terbiye etmiyoruz. Bu sözü duyan Hz. Ebu Bekir (ra) Efendimize sorar: “Ey Allah’ın Resulü! Bu ahlaklardan biri bile bende var mı?” Peygamberimiz (sav) tebessümle cevap verir: “Bu ahlakın tümü sende vardır. Bu üç yüz küsur güzel ahlakın en büyüğü cömertliktir. O da sende bütün ihtişamıyla vardır.”
Dikkat ediniz Yüce Allah’ın 99 isminden bahsedilir. Biz buna esmaül Hüsna, Yüce Allah’ın güzel isimleri deriz. Bu isimler arasında, eş-Şafi (şifa veren), er-Rezzak (rızık veren), er-Rahman (merhamet eden), es-Selam (her türlü tehlikeden esenliğe çıkaran), el-Halil (yaratan, yoktan var eden) el-Fettah (her türlü sıkıntıyı giderip kapıları açan), el-Basit (rızıkları genişleten, ruhları veren), el-Latif (lütfeden, her şeye vâkıf olan) isimlerini örnek sadedinde sunabiliriz. Bütün bu isimlerin her biri evrende takip edilmesi istenen merhamet, rahmet, afv ve kainatı düzgün yaşamada belirleyeceğimiz ölçülere ait birer yol haritası çizer. Sonra bunun tecellileri istenir. Onun için insanımız bu isimlerin başına “abd” yani “kul” takısını takarak bu yüce sıfatların ve isimlerin evrene yansımasını ister, temenni eder. Mesela, Abdüsselam der, Abdulhalik der, Abdulbasit der, Abddurrahman der. Tabii “abd” takısını takmak kolay da gereğini yaşayabilmek pek kolay olmasa gerek. Peki, kaç Abdullah, kaç Abdurrahman, kaç Abdulhalik kulluğuna talip oldukları Yüce Rabb’in yolun da “ene”lerinden vazgeçebilmişler. Kaç tane sayabiliriz böyle insan.
Evet. Kalbinizde katılık mı var, ibadetinizde gevşeklik mi var, dünyaya aşırı mı meylediyorsunuz, insanlara merhametiniz mi azaldı, kendinizi herkesten büyük mü görüyorsunuz, büyük günahlarınızı küçük mü görüyorsunuz, küçük iyiliklerinizi büyük mü sanıyorsunuz, aç-gariban perişan ve mahzun insanlar umurunuzda mı değiller, benlik duygunuz günden güne daha mı kabarıyor... Bilin ki Yüce Allah’ın nurunun isimlerinin sizdeki yansımaları azalmıştır. Boş şeylerle uğraşmaktasınız. Bilin ki bu yol çıkar yol değildir. Bilin ki sadıklar böyle yapmıyorlardı. Böyle de yaşamıyorlardı.
Denir ki, Hz. Musa’ya Yüce Allah (cc): Ya Musa, ister misin ki evine geleyim, seninle beraber olayım, buyurmuş. Hz. Musa da “Ya Rabbi sen gelmekten gitmekten mekândan zamandan münezzehsin. Evime nasıl gelirsin?” diye sormuş. Yüce Allah cevaben: “Ya Musa! Ben beni zikredenle beraberim” buyurur.
Her an Yüce Allah’ı hatırda tutmak, O’na yönelmek, O’nu sevmek, O’na döneceğimizi düşünmek... İşte sanıyorum ki başaranlar ancak bu yolla başardılar.
SORALIM ÖĞRENELİM
SORU: Nazar var mı, göz değmesi olabilir mi? (Batuhan Batı/İZMİR)
Yazının Devamını Oku 3 Temmuz 2009
BÜYÜK tabiin âlimlerinden İbn Müleyke der ki: Ben Hz. Peygamber’in sahabesinden otuz kişiyi gördüm.
Her birisi münafık olmuş olmaktan korkuyordu. İman ve amellerin Allah katında kabulünden endişe duyuyorlardı. Bu, ne kadar sarsıcı bir sözdür. En büyük Zat’ın ( Hz. Peygamber’in) yanında, O’nun terbiyesinde büyümüş olan bu insanların hassasiyeti, hakikaten ders vericidir. Çağımız insanına, çağımız insanlarına uyarı anlamında bundan daha etkili bir örnek sunulabilir mi, bilemiyorum. Hz. Peygamber’e en yakın olanlar münafık olmaktan endişe ediyorlar. Bizler ise, cennetin anahtarını elimizde görüyoruz. Kimseyi beğenmiyoruz. Herkesi günahkâr ve küçük görüyoruz. Kendimizi ise Hz. Peygamber’in komşuluğuna layık görüyoruz. Böyle zannediyoruz. Çünkü dini çok az biliyoruz. Az bilgimizle de kendimizi şeyhülislamlardan daha yetkili görüyoruz. Bu dediklerimi test etmek için internet sitelerinde yayınlanmış olan dini bir haberden sonraki yorumlara bakmamız yeterlidir. Aramızda icazetsiz ne kadar çok müftü olduğunu görebiliriz. Tabii ki ürkütücüdür bu manzara. Cahil cesur olur sözünün boşa söylenmediğini gösteriyor bu göstergeler.
Bilinir ki, Hz. Huzeyfe (r.a), sevgili Peygamberimizin bazı özel bilgileri kulağına fısıldadığı özel bir sahabedir. Peygamberimiz (s.a.v) cemaatinde bulunan gizli münafıkların listesini Hz. Huzeyfe’ye vermişti. Bu listeden kimsenin bilgisi yoktu. Hatta en yakınların bile. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali gibi en yakınlar bile bu bilgilerden habersizdi. Huzeyfe bu bilgiyi aldığı gibi sakladı. Deşifre etmedi. Bu durumu bilen Hz. Ömer (r.a) bir gün soruyordu Hz. Huzeyfe’ye: Allah adına söyler misin? Peygamberimiz beni de münafıklardan saydı mı? Hz. Ömer (r.a) gibi zirve isim, amellerinin nifaka bulaşmasından endişe edecek kadar işi ciddiye alıyor. İslâm’ın öngördüğü “havf ve reca”, “korku ve ümit arasında” olmak budur işte. Cehennem anıldığında kendini en önde görmek, cennet anıldığında ise kendini en geride saymak duygusu.
Büyük sahabe Ebu Derda (r.a) namazdan sonra “Allah’ım! Münafık olmaktan sana sığınırım” diyor. Bunu duyan birisi soruyor: “Ey Resulullah dostu senin nifakla ne ilgin olabilir ki!” Derda (r.a) soru sahibine şöyle cevap verir: “Sakın amellerinden emin olma. Allah’a yemin ederim ki, kişi bir saat içinde fitneye uğrar ve bir anda dininden olabilir.” Peki, sahabenin korktuğu münafıklık veya nifak nedir? Müslüman’ın böyle bir tuzağa düşme ihtimali var mı? Münafıklığın iki anlamı vardır. İtikat iman açısından münafık olan; kalbinden, içinden Müslüman olmamasına rağmen dışarıya Müslüman gibi görünene verilen isimdir. Müslüman bir insanın bu kategoriyle işi olmaz.
Amelde münafık ise, ibadetine, iyilikseverliğine, Allah’a yönelişine riya, gösteriş, ikiyüzlülük ve kibir karıştıran kişi demektir. Müslüman kişiyi ürkütmesi gereken işte bu münafıklıktır. Günümüzde iki tür münafıklıktan da Allah’a sığınmalıyız. İmanımızı, samimiyetimizi ve ibadetlerimizdeki ihlâsı tatmalıyız.
Münafıklığı Hz. Peygamber şöyle özetliyor: “Dört özellik kimde bulunursa tam katışıksız münafıktır: Kendisine emanet verildiği zaman ihanet eder, konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, birine düşman olduğunda ilkesiz davranır.” Öyleyse iki kategoriyi de (inanç ve amel) derleyerek münafıkların genel özelliklerinden bahsedelim. Sonra her birimiz kendimizi tartıp “İnşallah bunlardan değiliz” diye de dua edelim.
Münafık kötülüğü emreder ve iyiliğe engel olur. (Tevbe, 67)
Münafık insanların namuslarını lekelemekten uzak durmaz. (Nur, 11)
Münafık kötü söz yayar. Zann ile hükmeder ve boş zannın- sözün peşinden koşar. (Hucurat, 6)
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2009
SİZ bu yazıyı okuduğunuzda üç ayların ilki olan recep ayına girmiş bulunacağız. Bugün recep ayının üçüncü günü. Dün gece Regaip Kandili’ydi. Mevlam dün gece yaptığınız tüm ibadetleri ve duaları kabul etsin.
Peygamberimizin bu ayların başında yaptığı duayla bu güzel günleri karşılayalım:
“Allahım! Recep ve şaban aylarını bize mübarek kıl ve bizi ramazana kavuştur.”
Üç aylar dediğimiz recep, şaban ve ramazan ayları manevi hayatımızın ilkbaharı sayılır. Bilindiği gibi bahar aylarında tabiat yeniden şekillenir; yeniden dirilir. Kâinatın her zerresi yüce Allah’ı kendi lisanıyla zikretmeye başlar. Üç aylar da böyle bir manevi dirilme, durulma dönemidir. Bu aylar Yüce Allah’la ahdimizi, sözümüzü, kulluğumuzu yenilemeliyiz. Bu aylar içinde Regaip, Miraç, Berat ve Kadir geceleri yer alır. Bu gecelerin her birinin kendine özgü özellikleri vardır. Tövbe için, günahlardan sıyrılmak için birer vesiledir bu geceler.
Bu günlerde hayatımızı yeniden yapılandırmalıyız. Geçmişimizle hesaplaşmalıyız. Kimsenin bilmediği günahlarımız varsa, onları ortalığa savurmadığı için Yüce Allah’a şükretmeli ve o günahlardan dolayı tövbe etmeliyiz.
Taifte insanları İslam’a davet etmek için gittiğinde, Taifliler tarafından taşlanan merhamet Peygamberi Yüce Allah’tan helak istememiş tam aksine; “Ya Rabbi! Dönüşüm Sanadır. Sen benden razı oluncaya kadar tövbe Ya Rabbi” diyerek en dar ve en zor anlarda bile tövbenin gerektiğini öğretmiştir. Yüce Allah onu en zor imtihanla sınadığında bile tövbeye sığınmıştır. Halinden dolayı şikâyet etmemiş, Ya Rabbi üzerimdeki bu belayı kaldır dememiştir. Sana tövbe ediyorum Ya Rabbi. Neden bu haldeyken bile tövbe etmeyi yeğledi? Aslında anlattığı şuydu; isyan edenlerin, bana taş atanların zulmünden, aymazlığından, sana isyanından dolayı tövbe Ya Rabbi. Hz. Peygamber (sav) gibi, sadece günahlarımızdan dolayı değil, çevrenin günah ve isyanlarından dolayı da tevbe etmeliyiz. Cahillerin cehaletinden dolayı da Allah’a tövbe etmeliyiz. Cefa edenlerin zulmünden dolayı da tövbe etmeliyiz.
Kuran’la buluşalım
Üç aylarda Kuran’ı Kerim’in mealini eğer fırsat bulursak tefsirini okuyalım. Her ayeti düşünerek bu ayetlerin kâinata sunduğu mesajı fark ederek ve hatta notlar alarak okuyalım. Ömrümüz tükenmeden, imkânımız kaybolmadan yüce Rabbimizin evrene gönderdiği son vahiyle kucaklaşalım. Bizim dilimizle, bizim kavramlarımızla konuşan Rabbimizin ne istediğini hatırlama imkânı bulalım.
Namazla köprü kuralım Namaz kılma noktasında eksikliğimiz varsa bu hususla kendimizi zorlayalım. Hakkıyla kılınmış olan namaz yüce Rabbimizin bize en büyük mükâfatıdır. Çünkü Müslüman’ın miracı sayılan bu ibadette Yüce Allah’la bire bir konuşma imkânı buluyoruz. Namaz o açıdan bir anlamda nefsi ıslah sayılmıştır. Islah edebilenler için riyasız, gösterişsiz, ıslah dolu bir namazı kılabilenler için namazı, Yüce Allah’ın ziyaretine gidiş, Onun davetine cevap vermek olarak algılayarak namazla aramızı düzeltelim.
Dualar edinelim
Kendimize, yapımıza, ihtiyacımıza en uygun dualar edinelim. Hatta küçük bir deftere ihtiyacımız olan duaları yazalım ve gün boyu bunları birer kez okuyalım. Dua rahatlamak için, derdimizi, sırrımızı içimizden veya yüksek perdeden Rabbimize arz etmek için en yüce yoldur.
Allah’ı yüce isimleriyle zikredelim
Esmaül Hüsna dediğimiz o güzel isimleri her gün bir defa okumak ne kadar faydalı olur. Ey Rahman, Ey Rahim, Ey Şafi; ey esirgeyen, ey bağışlayan, ey şifa veren diyerek.
Fakirleri hatırlayalım
Tatildeyiz. İzin gümlerindeyiz. Bu Günlerde dinlenmek için para harcıyoruz. Taze meyvelerin, güzel ürünlerin TV reklamlarında manavlarda bolca sergilendiği günlerdeyiz. Bu günlerde bunları alamayan birçok aile, bunlardan tadamayan birçok çocuk var. Bunları düşünüp, alacaklarımızdan birer kilo fazla alıp nimetin kefaretini vermeliyiz. Çevreye bahar gelmeden bizim evlerimize bahar gelmişse pek kıymeti olmaz.
Baba ve annelerimizi ziyaret edelim
Çoğumuz büyük şehirde yaşıyoruz. Büyüklerimizin bir kısmı ise köylerde. Memleketimizde yaşıyorlar. Üç aylar bir vesile olsun da onların ellerini öpmeye, dualarını almaya gidelim. Vefat etmişlerin mezarını ziyaret edelim bu günler vesilesiyle.
Bu ayda oruç tutalım
Hz. Peygamber (sav) recep ayında bolca oruç tutarmış. Kazaya kalmış oruçlarımız varsa bu güzel günlerde kaza niyetiyle oruç tutalım. Yoksa nafile niyetiyle nefsimizi zorlayalım. Tabii ki sağlığı buna imkân verenler için bu sözlerim. Hz. Peygamber (sav) toprakta oynayan çocuklarını üstleri kirlenmesin diye paylayan anneleri gördüğünde şöyle buyurmuştur. “Anneler çocukların oyununu bozmayın. Toprak çocukların baharıdır. Bırakın bahardan nasiplensinler.”
Evet, üç aylar da biz büyüklerin baharı. Gelin bahardan nasibimizi alalım.
SORALIM ÖĞRENELİM
Annem hasta. Ayakta duramıyor. Sandalyede namaz kılabilir mi?
Zeki TURAN, Muş
Rahatsızlığı sebebiyle ayaklarını kıbleye ve yana uzatarak da olsa oturamayan kişi sandalyede oturup namaz kılabilir.
Hocam, hediye ile rüşveti birbirinden nasıl ayırabiliriz.
Semih KİTAPÇI, Mersin
Hediye, kişinin hakkı olmayan şeye ulaşabilmesi amacına yönelik ise buna rüşvet denir. Bu durumda alan ile veren aynıdır. Hz. Peygamber bu işi yapanları, sert dille kınamıştır. Çünkü rüşvet vasıtasıyla başkasının hakkına tecavüz vardır. Ama bir şey beklemediğiniz, aranızda resmi menfaat ilişkisi olmayan kişiyle olan alışverişiniz rüşvet sayılmaz.
Ezandan sonra dua okunuyor. Bu duanın anlamını öğrenmek istiyorum.
Tuğçe CEM, Sivas
Ezan duasının anlamı şudur:
“Ey eksiksiz davetin (ezanın) ve kılınmak üzere olan namazın Rabbı olan Allahım!.. Muhammed aleyhisselama cennette yüksek dereceyi ihsan eyle. Onu vaat ettiğin makam-ı mahmuda ulaştır. Sen vaadinden -sözünden- caymazsın.”
Geçenlerde Sümerliler gibi medeniyetlerin dinlere etkisinden bahsedildi, olabilir mi?
Ceren ARTI, İst.
Hz. Âdem’den Peygamberimize kadar 120 bin peygamberin geldiğini biliyoruz. Her bölgeye peygamber gelmiştir. Bu nedenle yeryüzündeki bütün kavimler o peygamberlerden, onların koydukları medeniyetlerden etkilenmişlerdir. Sokrat’ın müdafaasından, eski kavimlerin güzel geleneklerine kadar birçok oluşumda bu peygamberlerin etkisi vardır. Dinlerin ortak özelliklerinin her millette görülmesi son derece doğaldır. Ama Sümerliler veya Asurlulardan alındığını söylemek çok basit bir yorum olur.
Yazının Devamını Oku 19 Haziran 2009
MONOTON hale gelmiş bir evliliği daha canlı hale getirmek için neler yapabilir? Boşanmalarda suç kadında mı, erkekte mi? Çevre bu konuda etkindir? Son zamanlarda en çok muhatap olduğum sorulardır bunlar. Bundan dolayı bugünkü yazımda; bir evlilik nasıl daha tutarlı hale gelebilir, eşlerin birbirlerini daha iyi anlayabilmeleri için neler yapılabilir sorusuna cevaplar vereceğiz. Her yaştan insanımızın bunlardan alabileceği mesajlar olduğunu ümit ederek tabii ki.
1. Eşimizle aile içinde şakalaşalım. Hayatın bu yönünü ihmal etmemeliyiz. Her an ciddi olmak doğru değildir. İnsanımızın bir kısmı dışarıda son derece şakacı, şen, şakrak; ama aile içinde sert ve kabadır. Bu tavır sevgi ve güveni azaltır. Hz. Peygamber eşleriyle şakalaşır, latifelerde bulunurdu.
2. Eşimiz için bakımlı olalım. Öyle ya! Sadece dışarı çıkarken mi süsleneceğiz. Nişanlılık döneminde birbirlerine güzel görünmeye çalışan eşler, nedense evlenince kendilerini bırakıverirler. Görüntülerine, giyindiklerine dikkat etmezler. Belki bu konuda hanımlar daha hassaslardır. Ama maalesef erkekler bu konuda sınıfta kalıyorlar. Tabii ki bunun istisnaları var. Emekli olan bir yakınımı hatırlıyorum. Rahmetli oldu. Hayli yaşlıydı. Ama her sabah kalktığında banyosunu yapar, en güzel kokularını sürünür, en temiz elbiselerini giyer ve kahvaltıya öylece otururdu. Onu hiç dağınık göremedik. Bu hassasiyeti sorulduğunda eşime olan saygımdan dolayı böyle giyiniyorum derdi.
3. Ailemizin yanında eşimizi sevindirmeliyiz. Bizler, ailemizin yanında eşleriyle konuşmayı veya övmeyi hoş görmeyen bir geleneğin etkisindeyiz. Bu gelenek dini bir değer taşımıyor. Bu nedenle de aile ferdelerimiz yanında eşimizin hakkını savunmamız, hatta gerekiyorsa bu hususta tavrımızı koymamız gerekiyor. Bazı erkekler, annelerinin yanında eşlerini eleştirmekten haz duyarlar. Bu güveni azaltan en önemli etkenlerdendir.
4. Evlilik hayatımıza kimseyi karıştırmamalıyız. En büyük hatalarımızdan birisi de geleceğimiz hakkında herkesin ahkám kesmesidir. Anne ve babalar - zaman zaman- evliliğin geleceğinde belirgin olabiliyor. Tabii ki baba ve anne çok önemli. Ama onlar da sorumlu davranmalılar. Sorun oluşturmamalıdırlar. Onların her sözünü emir gibi düşünüp aile birliğimizi zedelememeliyiz. Eşimizle onları karşı karşıya getirmemeliyiz.
5. Eşimizin kıskançlık duygularına anlayışla bakmalıyız; Cinnet ve güvensizlik noktasına gelmedikçe kıskançlıklar normal karşılanmalıdır. Bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v); "Allah kıskançtır. Yani, namus konusunda koyduğu ölçünün çiğnenmesine razı olmaz. Bu nedenle de zinayı haram kılmıştır" buyurur.
6. Sadece kendimizi haklı görmemeliyiz. Eşimizin de haklı olabileceğini varsaymalıyız. Olaylara sadece kendi açımızdan bakmak bizi büyük yanlışlıklara iter.
7. Eşimizin akrabalarına saygı duymalıyız. İkramda bulunmalıyız. Anlayış tek taraflı olmamalıdır. Saygı da tek yönlü olmaz.
8. Eşimizin kusurlarını örtmeliyiz. Kusursuz kim var ki? Kusur arayan kusursuz değil ki!
9. Eşimize beklemediği sürprizler yapmalıyız. Küçük bir hediye bazen buz dağlarını eritir. Evlilik yıldönümünü genellikle erkekler değil de kadınlar hatırlar. O günlerde erkeklerden gelen küçük bir mesaj bile çok önemlidir kadın için.
10. Eşimizin sırlarını saklamalıyız.
11. Eş seçiminde isabet ettiğimizi her fırsatta tekrarlamalıyız.
12. Eşimize karşı kibar ve nazik olmalıyız. Bu tavırlar erkeği küçültmez. Nezaket güvenin bir yansımasıdır.
13. Eve girerken gülümsemeliyiz. Çıkarken de dua istemeliyiz. Eve giren erkeğe de hanımı güler yüz göstermelidir. Karşılıklı özveri böyle sağlanır ancak.
14. Eşimiz sinirlenince sakinliğimizi korumalı ve fevrilikten kaçınmalıyız. O sinirliyken sakin olmalıyız. Gün gelir de biz öfkelenirsek o sakin davranacaktır.
15. Çocuklarımızın bakımından eşimize yardımcı olmalıyız.
16. Eşimiz onu ne kadar sevdiğimizi söylemeliyiz. Duygularımızı açığa vuramıyoruz çoğu kez. Cimri davranıyoruz bu konularda. Eşimize sevgi kelimesini fısıldamak aynı zamanda bir ibadettir.
17. Ev işlerinde ona yardımcı olmalıyız. Hz. Peygamber kendine ait işleri yine kendisi görürdü.
18. Eşimize güvenmeliyiz. Güvendiğimizi de açıkça belirtmeliyiz.
19. Eşimize ve çocuklarımıza helal rızık yedirmeliyiz.
20. Tatile çıkabileceksek mutlaka eşimizi yanımıza almalıyız. Zor günlerin cezasını onlar, iyi günlerin sefasını, rahatlığını başkası yaşamamalıdır.
Bu yazdıklarım belki yapabileceklerimizin sadece bir kaçıdır. Ama bu kadarcığı bile inanınız ki evliliğinizi daha anlamlı hale getirebilir. Gönül fethetmenin ipuçları olabilecek bu adımları atarken Sevgili Peygamberimizin şu cümlesini unutmayalım: "Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır."
NOT: Önümüzdeki perşembeyi cumaya bağlayan gece; (25 Haziran) üç ayların başlangıcı sayılan REGAİB Kandili’dir. O gece Kandil özel programı ile Star TV’de buluşmak üzere.
SORALIM ÖĞRENELİM
(Cami içinde) para toplanması doğru mudur?
Fazlı ACAR İstanbul
Camiler ibadet için ayrılmış özel mekánlardır. Orada yani (cami içinde) hangi amaçla olursa olsun para toplanması hoş değildir. Özellikle de elde bir kutu, saf saf dolaşıp para konmasını beklemek doğru değildir. Bu görevleri cami dernekleri ve vakıfları bağış yolu gibi daha uygun yöntemlerle yerine getirebilir.
Son nefesini veren birine ilk anda ne yapmak lazım?
Kerim DAMCI Kayseri
Özellikle bu konuda tecrübeli olan birini çağırmak gerekir. Bununla beraber ilk anda şunlar yapılabilir: Ölünün gözleri kapatılır. Çenesi bir bezle bağlanır. Bunları yaparken "Bismillahi ve ala milleti Resulillah - ALLAH’IN adıyla ve RESULULLAH’IN dini üzere" duası okunur. Ölünün elbiseleri çıkartılır. Üzerine örtü çekilir. Şişmemesi için karnının üzerine bıçak gibi metal alet konur. Elleri iki yana alınır. Üzerine güzel koku serpiştirilir.
Kadının adet (regl) süresi ile iki adet arasındaki temizlik süresi kaç gündür?
Meryem S. Kırklareli
Bir kadının ádetinin en az süresi üç gün en uzun süresi ise on gündür. İki ádet arasında kalan en az temizlik süresi on beş gündür. Yani bir kadın on beş gün geçmeden yeniden ádet göremez.
Yazının Devamını Oku 12 Haziran 2009
MİNİK yürekler, ufak eller, kısık gözler, büzülmüş dudaklar, kirli ayaklar, kıvırcık saçlar. Hemen hemen tümünü böyle tanımlarız bu sevimi minikleri. Bugün onların bir kısmından bahsedeceğim. Dünyanın altını üstünü, büyüklerinin şirazesinden çıkmış nefsi tapınmalarını, çirkin ve bayağı hesaplarını anlamadan dünya hayatına veda eden çocuklardan çağımızın en büyük kurbanları ne yazık ki onlardır. Günahlarımızın vergisini onlar ödüyor. Yoksulluğun en ağır faturasını onlar ödüyor. Gizli kapaklı, gayrimeşru ilişkilerin kurbanları yine onlar. Ne yazık ki günümüzdeki örtülü günahın bu "küçük şahitleri", masumluğun ve temizliğin bedelini ödüyorlar. Öyle anlaşılıyor ki ödemeye de devam edecekler.
Gazeteleri okuyorsunuz. Haber saatlerinde televizyonlara yansıyan görüntüleri izliyorsunuz. Ürperiyorsunuzdur. İçiniz acıyordur. Hemen bir iki örneğini hatırlatayım. Bu feci cinayetin kurbanı olan çocuklarımızdan birisi, annesini áşığıyla gördüğü için annesi tarafından öldürüldü. Bir diğeri komşu kadının hazımsızlığına kurban gitti. Gitmekle kalmadı, sobada yandı. Diğeri annesini tek kurşunla öldürdü. Cezai ehliyeti olmadığı için de böylece kaldı. O da kurban. Bu son örnekte sadece öldürülen değil, öldüren de kurban.
Dikkat ederseniz öldürülenler çocuk öldürenler ise daha çok kadınlar. En azından bu olaylarda böyle. İşin daha çok acıtan tarafı bu zaten. Kadınların merhameti, sabrı, affı, şefkati, annelik duyguları ne kadar baskındır hepiniz bilirsiniz. Ama nedense son zamanlarda başrollerde onların bir kısmı var. Tabii ki kadınlarımızı ve hatta bütün dünya kadınlarını bu kirli manzaradan tenzih ederiz.
Bu olayların üzerine düşünmemiz gerekiyor. Nerede yanlışlık yaptığımızı değerlendirmemiz lazım. Hem de çok acil bir şekilde. Özellikle de bu olayların mağduru olan yavrularımızı koruyacak bir güvenlik oluşturmalıyız, zira anladığımız kadarıyla on binlerce çocuk komşuları veya tanıdıkları tarafından şiddete maruz kalmalarına rağmen gerekli yerlere ihbar edilmiyor veya kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla aile içinde sessiz kalınıyor. Ne yazık ki bunların çoğundan bizler hiç haberdar olamıyoruz. Bu durumda da cinayetin, zulmün, haksızlığın, işkencenin sanıkları olmasak bile vicdanen vurdumduymazları oluyoruz.
Türkiye’de ortak aile içindeki bu tür olumsuzluklardan haberdar olup ilgililere bilgi aktaracak bir mekanizma kurulmalıdır. Her apartmanda veya en azından her mahallede özel birimler kurulmalı ve çocukların durumu sağlıklı biçimde kontrol edilmeli. Şikáyetlerin sağlıklı biçimde ulaşacağı iletişim merkezleri kurulmalıdır. Ne dersiniz, 24 saatimizi meşgul eden magazin haberlerinden daha mı az önemli bu olaylar?
Kuran-ı Kerim azgınlığı ve sosyal çözülmüşlüğü anlatırken "teref" kavramını düşünce hayatımıza aktarır. Terefi: azgınlık, cinnet, sapkınlık, yüzsüzlük, aşırı lüks ve safahat gibi sıfatlarla tanımlayabiliriz belki. Ama terefin tarafı olmak için zengin olmak da gerekmiyor. Fakirin de terefi vardır. Nefsine tapınanı, zevkine esir olanı. Ben burada günümüzün bir tarafını özetleyen bu azgın grubun, bu acı veren hadiselerin bir misyonu olduğuna inanıyorum. Bunlar farkında olmadan misyonlarının gereğini yerine getiriyorlar. Bu olaylar, toplumun içinde bulunduğu gizli hali deşifre eder. Örtülü inkárı, günahı, hazımsızlığı, rezilliği ve hatta şirki alenileştirir, işte çocuklara yönelik bu cinayetlerin böyle bir yönü var.
Hz. Muhammed (s.a.v)’in kurduğu insan odaklı muhteşem medeniyetin merkezi olan Medine’deki birkaç olayla bağlayalım çocuklarla ilgili hassasiyetimizi:
Mahmut bin Rebi. O anlatıyor. Hayal meyal hatırlıyor, beş yaşındayken Peygamberimizin yanına gittiğini. Peygamberimizin ağzına su doldurup yüzüne püskürttüğünü. Şakalaştığını. Çocukla çocuklaştığını (Buhari, ilim, 18)
Annesinden ayrılmış bir çocuğu gördüğünde hüzünlenirdi. Çocuklar annesiz kalmasın istedi. "Allah anne ile çocuğun arasını açanı kıyamet günü sevdiklerinden ayrı tutar." (Tirmizi, siyre, 17)
Bir gün kızının evinin önünden geçiyordu. İçeriden torunu Hz. Hasan’ın ağladığını duydu. Kapıda bekledi. İçeriye seslendi. "Fatma kızım! Torunumu ağlatma."
Bir gün torunlarını dizine oturtmuş öpüyor, onlarla şakalaşıyor. Hz. Akra bin Habis bu manzarayı görüyor. Akra şaşkın! Çünkü böylesi merhamete pek de alışkın değil, Medine’nin yenileri. Şöyle der Akra: "Benim on çocuğum var! Hiçbirini öpmedim." Hz. Peygamber Hz. Akra’nın yüzüne hayretle bakar ve şöyle buyurur: "Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz." (Buhari, edeb, 18)
Çocuklar masumdurlar. Hz. Ádem’in oğlu Habil’in kardeşine, sen bana el kaldırsan da el kaldırmam diyen affedici ruhunu temsil eder çocuklar. Çocuklar kadar saf, temiz ve berrak olsak keşke. Çocuklar gibi çocuk kalsaydık keşke.
SORALIM ÖĞRENELİM
Dedem vefat etti. Elbiseleri bizde duruyor. Dağıtabilir miyim? Ne yapmalıyım!
Şule Sakar - BURSA
Ölenin malı ve parası gibi bütün kıymetli eşyaları mirasçılarınındır. Borcu çıkarılıp ödendikten sonra malı paylaşılır. Mirasçıların rızası alınıp elbiseleri fakirlere verilebilir.
Hangi günlerde oruç tutmak haramdır?
Kerim Mutlu - GÜMÜŞHANE
Ramazan Bayramı’nın 1. günü ile Kurban Bayramı’nın 1, 2, 3 ve 4. günleri oruç tutmak haram sayılmıştır. Hanefiler ise bu tahrimen mekruh saymışlardır.
Mezhepler niçin ortaya çıktı? Mezhepler olmadan olmaz mı?
Zeliha Can - İZMİR
Mezhep gidilecek yol, metot demektir. Herhangi bir İslam áliminin Kuran-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden ilmi metotlarla çıkardığı hükümlere mezhep deriz. Her Müslüman dini konuları Kuran-ı Kerim ve sünnetten çıkarıp uygulayamaz. Bu uzmanlık işidir. Dini ilimlere vakıf olanlar bunu yapabilir. İşte peygamberimizin ve sahabelerin vefatından sonra tabiin ve ondan sonra gelen devirlerde de birçok müctehid imam yetişmiş böylece de mezhepler ortaya çıkmıştır. Sonra gelenler de onların yolunu takip etmişlerdir.
Gözyaşı abdesti bozar mı?
Şeref Tanci - SİNOP
Bir hastalık olmaksızın, gözünden akan yaş abdesti bozmaz. Ama hastalık sebebiyle akan akıntı, yaş abdesti bozar. Bu akıntı daimi olursa kişi özür sahibi sayılır.
Peygamberimiz Hz. İbrahim’in soyundan mıdır?
Ahmet Elmacı - MANİSA
Hz. Peygamber (s.a.v) Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’in (a.s.) soyundan gelmiştir.
Yazının Devamını Oku 5 Haziran 2009
MEDİNE’ye Habeşliler gelmişti. Ellerindeki mızraklarla çalgı veya tef eşliğinde raks ediyor, savaş oyunları sergiliyorlardı. Medine halkı toplanıp bu mahir oyuncuları seyretmeye başladı. Hatta Hz. Ayşe’nin bile Peygamberimizin omzuna yükselip bunları seyretmeye başladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Böyle bir ortam... Hz. Peygamber (SAV) bütün bunları görüyor ama müdahale etmiyor. O esnada oradan geçen Hz. Ömer (RA), Habeşlilere müdahale etmek ister. Hz. Ömer, Habeşlileri mescidin çevresinden uzaklaştırmak için harekete geçince Peygamberimizin sesi duyuldu: "Bırak onları Ömer! Oyunlarına devam etsinler. Bari böylece Yahudiler dinimizin ne kadar geniş -toleranslı- olduğunu görmüş olurlar." (Ahmed, Müsned, c.6, s.116, 223)
* * *
Son derece önemli bir ayrıntı... Hz. Muhammed’den hayati bir müdahale. İlahi vahyin -İslam’ın- ne kadar güncel olabileceğine dair güçlü bir referans. Hz. Peygamber bu tavrıyla, hayatı dar bir kalıba mahkûm etmek isteyenlere sıcak bakmadığını anlatmak istiyor. Peygamberimiz bu müdahalesinde iki noktayı ön plana çıkarıyor. Bunlardan birincisi Yahudilerle ilgili vurgusu, ikincisi ise İslam’ın genişliğinin öğretilmesi meselesi.
Bununla Peygamberimiz, İslami yaşantının içe dönük olmaması gerektiğini, dünyanın, insanların ve hatta diğer din mensuplarının menfi bakışlarını en azından nötr hale getirme çalışmasının dinin bir hedefi olduğunu vurgulamış oluyor. Önemli bir şey daha söylüyor Peygamberimiz. Dini daraltmayın. Dinin toleransını yansıtın. Dini cendereye sokmayın.
Benzeri bir ikazı "Enceşe" ile ilgili olayda görüyoruz. Bir yolculuktalar. Yolculukta Peygamberimiz, sahabenin kadın ve erkekleri var. Enceşe de bu sahabilerden birisi. Sesi çok güzeldir Enceşe’nin, güzel şarkılar söyler. Bu yolculukta da güzel sesiyle şarkı söylemeye başlar. Enceşe’nin güzel sesi, develeri etkiler. Yürüyüşlerini hızlandırır, Enceşe’ye uyum sağlamaya başlarlar. Develerin üzerinde oturan kadınlar düşme tehlikesi geçirirler.
Hz. Peygamber, Enceşe’ye seslenir: "Daha sakin söyle Enceşe. Baksana develerin üzerindeki şeşler-cam bardaklar neredeyse kırılacaklar." Hz. Peygamber, kadınları kırılgan olabilecek, nazik, narin ve berrak olan şişeye benzetir. Yüceltir onları. Diğer yandan da bu seslenişiyle önemli bir mesaj verir. Enceşe’ye, "Şarkı söyleme" demez. Enceşe’nin şiirine, şarkısına müdahale etmez. Sesinin tonuna, rengine işaret eder ve hassas bir denge kurar.
Aslında O, her bir sahabiden, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman tavrı beklenmemesi gerektiğini söylemiş olur böylece. Enceşe’yi bu haliyle kabul eder. Onu kırmaz, hırpalamaz, tam aksine, dinin temsilcisi olarak kapıyı aralar.
"Habeşliler ve Enceşe" olayları sembolik birer örnektir. Bir anlamda İslam’ı takdimin vitrini olabilecek hadiselerdir. 1400 sene önceki toplumun ezberlerini bozmada Hz. Peygamber’in attığı hayati adımlardır. Acaba günümüzün Enceşe’lerine veya Habeşlilerine bu denli anlayışla bakabiliyor muyuz? İslam’ın doğru algılanması önündeki en büyük handikabın hayat tarzımız olduğunu görebiliyoruz.
Müslümanlar olarak dünyanın gözünde iyi bir yere sahip olmadığımızı söylemek zorundayız. Şunu söyleyebilirsiniz: "İnsanlar bize nasıl bakarlarsa baksınlar. Bunun bizim için hiçbir önemi yoktur." Evet, böyle söylemek mümkün. Peki, bu anlayışın İslam’a, Müslümanların geleceğine ne faydası var?
Bu anlayışla hareket edersek, Hz. Peygamber’in kıtaları aşan merhamet dokunuşunu çağımıza nasıl yansıtacağız. Dar alanda paylaşmanın, kapalı devre usulü din anlayışının, dini ve vahyi gettolaştırmanın, İslam’ın çağları aşan mesajına zulüm olduğunu hálá göremiyoruz.
* * *
Dinin safiyetini bozmadan, işi sulandırmadan, şahsi hezeyanları din haline getirmeden, dejenerasyona yönelmeden, Müslümanların konumunu değerlendirmek zorundayız. Dünya Müslümanları olarak kendimizi acındıracak halden çıkarıp, yas ve ağıt kültüründen uzaklaşarak, dövünmekten vazgeçerek, saçımızın temizliğinden ayakkabımızın boyasına kadar dışımızı ve içimizi temizlemek zorundayız.
Bir dua: Hz. Ayşe (RA) der ki: "Peygamberimiz namazda şöyle dua ederdi: Allah’ım! Kabir azabından sana sığınırım. Mesih Deccal’in fitnesinden sana sığınırım. Hayatın fitnesinden, ölüm fitnesinden sana sığınırım. Allah’ım! Günaha dalmaktan, borç altında kalmaktan sana sığınırım."
SORALIM ÖĞRENELİM
Saçımızı boyatmamız sakıncalı mıdır?
Davut SANCI/MUŞ
Saçı temizlemek, taramak, yıkamak, koku ile kokulandırmak Peygamberimizin yaptığı işlerdendi. Peygamberimiz, "Saçı olan bakımına özen göstersin" buyurmuştur. İslam álimleri saç boyamanın caiz olduğunu söylerler. Koyu siyah saç hakkında ise hassas davranmışlardır.
Ebced hesabı diye bir hesaptan bahsediliyor. Bunun aslı nedir?
Deniz IRMAK/İZMİR
Ebced, Arap alfabesinin harflerinin taşıdığı sayı değerlerini gösteren bir sistemdir. Böylece bu harfler kolayca öğrenilirdi. Bu anlamda harfler, rakam yerine kullanılırdı. Ebced sistemi (yani harflerin sayısal değeri hesaplanıp) edebiyatta, ölüm, doğum ve savaşlarda tarih düşürmede kullanılmıştır. Dini bir bağlayıcılığı yoktur.
Kuran’da, Hz. Ádem’e isimler öğretildi, deniyor. Bu isimler nedir?
Saliha KAPTAN/SİVAS
Bazı álimlere göre, Yüce Allah’ın güzel isimleri Hz. Ádem’e öğretilmiştir(Bakara, 31). Aynı zamanda bu isimlerin káinata yansımaları da birer ilim olarak Hz. Ádem’e öğretildi. Bundan maksat; káinattaki bütün diller, isimler, eşyanın isimleri, bütün ilimlerin ana hatları, dualar ve benzeri şeyler de olabilir. Veya bütün bunların toplamı da olabilir.
İnsanların farklı karakterlerde olduğunu biliyoruz. Bunun toprakla ilgisi var mı?
Semir CANDAŞ
Bazı álimler şöyle derler: Hz. Ádem yaratılırken yeryüzünün her türlü toprağı birleştirildi; killi, sert, renkli (vs.) bütün toprakların bir bileşiğidir Hz. Ádem. İşte insanlarda görülen farklı karakterler de bu yapının bir tür yansımasıdır. Sizin okuduğunuz konu budur. Tabii, bu bir yorumdur, sadece üzerinde düşünülebilir.
Yazının Devamını Oku