3 Nisan 2009
İKİ büklüm ihtiyar kadın önüne geçti. Dur dedi. O da duraksadı. Yılların yorduğu ihtiyar kadının vücudu yere paraleldi. Habire konuşan kadın, sesini uzun boylu adam duyurmak istiyordu. Kadının durdurduğu Hz. Ömer yere doğru eğildi. Dizlerinin üstüne çöktü ve ihtiyar kadının sesini duymaya gayret etti.
Kadının sözleri, Hz. Ömer’in kulağında yankılanıyordu. "Sen düne kadar Ukaz panayırında güreşen bizim bildiğimiz Ömer’din. Büyüdün, serpildin ve şimdi halife oldun, şimdi dinle beni." Uzun uzun dinledi. O gün biçare kadını dinlediği için de bugün dinleniyor. Kıyamete kadar dinlenmeye, dillendirilmeye gayret edilecek.
* * *
Medine sokağından geçiyor. Sokak kapısının önünde bir kadın oturuyor. İçeriden diğer kadının sesi duyulur: Anne içeri gir, müminlerin emiri geçiyor. İhtiyar kadın duruşunu bozmaz, içeriye seslenir. "Daha düne kadar Ömer’di. Ne oldu yani, bugün halife olmuşsa. O bizim bildiğimiz Ömer!" Hz. Ömer bir an duraksar. Kadına doğru döner ve şöyle der: "Doğrudur nine. Ben işte senin dediğin gibi o adamım. Senin dediğin o adam."
Ertesi gün yine aynı sokaktan geçer. O ihtiyar kadın yine kapının önünde. Hz. Ömer kadına doğru yürür. Nine der, "Ben dünkü Ömer’im. Halife Ömer. Çöpün var mı, dökecek kimsen yok herhalde, ben döksem olur mu?" Ağustos ayının kavuran bir günü. Bir siyasi hamal yük taşıyor. Yorgun, sırılsıklam, iki büklüm. Kimse yükünü paylaşmak istemiyor. Herkes bakarken Hz. Ömer birden hızlanır. Yükün altına girip omuz verir. Sessizce seslenir kulağına arkadan: "Hadi beraber taşıyalım. Senin yükün benim yükümdür."
Hz. Peygamber’le olduğu yıllar. Bir bayram sabahı. Mescitten dışarı çıkarlar. Hz. Peygamber yürürken Medine’nin çocukları Peygamberimizi çembere alırlar. Bayramlık bir şeyler istiyorlar. Hz. Peygamber, dostu Ömer’e döner ve "Ömer! Bu çocuklardan beni satın al, baksana bana el koydular. Sen onlara bir şeyler getir" buyurur. Hz. Ömer gider ve biraz sonra biraz hurma, et ve meyveyle döner. Bu yiyecekleri çocuklara dağıtır. Yiyecekleri alan çocuklar evlerinin yolunu tutarlar.
Peygamberimiz evine doğru yürürken için için gülümsemektedir. Hz. Ömer’in dikkatinden kaçmaz bu hal. Efendim der, neden gülümsüyorsunuz. Peygamberimiz gülümseyen bir çehreyle cevap verir: "Ömer, beni Yusuf’tan daha ucuza aldın. Malik bin Zar bile Hz. Yusuf’u almak için daha çok para vermişti." Hz. Ömer şöyle cevap verir: "Öyle olsa da siz Yusuf’tan daha kıymetlisiniz."
Hz. Ömer’in elçisi Rum beldelerine gider. Elçi giderken Hz. Ömer’in hanımı şişelerin içine güzel kokular doldurtur ve bunu da hediye olarak kayserin hanımına gönderir. Rum imparatorunun hanımı bu kokuları çok beğenir ve karşılığında aynı şişelere inci doldurtup mütekabiliyet -karşılıklı nezaket- gereği Hz. Ömer’in eşine gönderir.
Hediyeler Hz. Ömer’in önünde açılır. İncileri gören Hz. Ömer, incilerin hazineye devredilmesini ister. Oradakiler, ama sizin eşinize özel olarak gönderilen hediyelerdir bunlar deyince Hz. Ömer şu cevabı verir: "Halifeye ve eşine gelen hediyeler şahsi değildir. Halkın tümünedir. Bu hediyeler halka dağıtılmak üzere hazineye kaldırılacaktır." Öylede olur. Ne Hz. Ömer’in eşi ne de başkası itiraz edecektir.
Bir akrabası yanına gelir. Hz. Ömer’den yardım istemek niyetindedir. Adam, Hz. Ömer’e, "Bana hazineden para verip yardım eder misin" der. Hz. Ömer ayağa kalkıp adamı kovar. Hem de kovalarcasına arkasından da bağırır: "Sen benden ne istediğinin farkında mısın? Sen benim hain bir idareci olmamı mı istiyorsun?" Aradan zaman geçer. Hz. Ömer bu yakınını buldurur. Sonra kendi imkánlarıyla ona yardım eder. Ama devletin parasını bu işlerde kullanmaz ve kullandırmaz (Tarihul İslam, Zehebi, /271)
* * *
Ülkesi, coğrafyası, dini, dili, mezhebi, meşrebi, ırkı, rengi, mevkii, makamı ne olursa olsun bütün insanlar birer Ömer arıyorlar. Bendendir, sendendir demeden, başkalaştırmadan, dışlamadan, adaletten kıl payı ayrılmayacak birer Ömer arıyor.
Aynanın karşısına geçip "Dün bir hiçtin, bugün bir şeysin, yarın bir hiç olacaksın" diyecek adam arıyoruz. Bugün gözlerimi rahatça kapatabilirim, emanetin dağıtıldığı yerde bir emin var dedirtecek bir Ömer arıyoruz.
Kültüründe ve geçmişinde insanlığa Ömer’ler bağışlamış olanlar, eğer bugün birer Ömer arıyorsa, toplumun herhangi bireyi Ömer kadar hassas olmadıkça görevlerini yapmış olamazlar.
SORALIM ÖĞRENELİM
Kandil gecelerinde özel olarak kılınan bir namaz var mı? Bazı kitaplarda olduğu yazıyor.
Betül İSİR/MUĞLA
Kandil gecelerine ait özel bir namaz yoktur. Ancak böyle gecelerde kaza ve nafile namaz kılmak yerinde olur.
Pijama veya sabahlıkla namaz kılınabilir mi?
Selim TUZ/KOCAELİ
Temiz olması ve namaz kılınırken örtünmesi gerek yerleri kapatmak koşuluyla pijama veya sabahlıkla namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
Yurtdışında ölenleri orada gömmek günah mı?
Tanju SEKİN/BELÇİKA
Cenazeyi öldüğü yere defnetmek doğru olandır. Ancak başka yere nakletmek de caizdir. Bulunduğunuz ülkede uygun bir mezarlıkta İslam’a uygun şartlarda ölünüzü gömebilirsiniz.
Saç ve bıyıkları boyamak gusle engel mi?
Ahmet YILDIZ/İSTANBUL
Saçları veya bıyıkları boyamak, suyun deriye ulaşmasını engellemedikçe gusül açısından sakınca oluşturmaz.
Boya fabrikasında çalışıyoruz. İş elbisesiyle namaz kılabilir miyiz?
Şükrü TEMİZ/SAKARYA
Kan, idrar, şarap, dışkı ve benzeri necaset olmadıkça elbisenize değmiş veya dökülmüş olan maddeler namaz kılmanıza engel değildir. Badana, boya, madeni yağlar, pas ve kir namaza engel değildir.
Yazının Devamını Oku 27 Mart 2009
PEYGAMBERİMİZİN sözlerine, eylemlerine hadis diyoruz. Sahabenin Peygamberimizin huzurunda yaptıkları işlere veya konuşmalarına Peygamberimizin olur anlamındaki suskunluğuna da hadis deriz.
Hadisler, Kuran-ı Kerim’den sonraki ikinci dini kaynağımızdır. Bizler Kuran-ı Kerim’in ayetlerini, bu ayetlerin izahını, hayata nasıl tatbik edileceğini hep bu hadislerden öğreniyoruz. Hadisler sadece Kuran-ı Kerim’in tefsiri olarak görülmemelidir. Hadisler aynı zamanda İslam’ın pratik hayattaki can damarlarıdır.
Alternatifsiz en büyük değeridir. Yaşayan Kuran, elimizdeki hadislerdir. Onlarsız kaldığımızda yön bilgisini yitirmiş bir insana döneriz. Dayanaksız kalırız.
* * *
Bütün bunlardan dolayıdır ki, tarih boyunca hadisler, oryantalistler tarafından son derece acımasızca eleştirilmiştir. Hadisler etrafında süren tartışmalar, birbirine zıt bazı ekollerin oluşmasına sebep olmuştur. Bazıları hadisleri birer Arap geleneği olarak iddia etmiş, bazıları da hadis adına önlerine gelen bütün rivayetleri "sahih olup olmadığına" bakmadan kabul etme eğilimine girmişlerdir.
Bu kaotik durumda "Elbani" gibi álimlerin sahih ve uydurma hadisleri toplama faaliyetleri, "Mustafa Azami" gibi álimlerin Alman oryantalist "Joseph Schacht" ve benzerlerine getirdiği köklü eleştiriler, ümit verici çalışmalar olarak gözlemlenmiştir.
Ülkemizde de "Diyanet İşleri Başkanlığı"nın sahih hadisleri derleyecek bir çalışma içine girdiğini biliyoruz. Böyle bir faaliyetin, Diyanet’in asli görevleri arasında olduğunu belirtmekte de fayda vardır. Öncelikle şunu belirtelim. Bu faaliyet zaten çoğu tercüme edilmiş hadisleri bir araya getirme veya aralarından bir kısmını derleme çalışmasıdır. Hadislerle ilgili kısa bilgilere, "sebeb-i vurud"una (söylenme sebebine) veya izahına yer verilecek mi? Bunlar henüz net değil.
Sahih hadisleri bir araya getirecek böyle bir faaliyetin ülkemizde ve İslam áleminde itibar görmesi için ilmi bütün kriterlere uygun sürdürülmesi gerekir. Sahih bir hadisin hangi ölçülere göre sahih sayılacağı, zayıf veya uydurma bir hadisin de hangi şartlara göre eleştirileceği yıllarca önce belirlenmiştir.
Hiçbir hadis faaliyeti bu ölçüleri yok sayamaz. Bu ölçüleri yok sayarak şahsi temayüllere göre yapılmış bir derleme veya ayıklama faaliyeti yok sayılır. Doğduğu gün ölü doğmuş olur ve içinde yığınla eleştiri ve soru ile piyasaya arz edilir ki akabinde çok ciddi tenkitler göreceği de apaçıktır.
Yapılan bu çalışmayla ilgili bilgiler veya örnekler elimizde olmadığı için bu yazımızda katkı anlamında bazı noktalara temas edeceğiz.
1- Derlenecek hadislerden müspet ilimlerle ilgili olanları konunun uzmanı olan bilim adamları tarafından koordineli olarak incelenmelidir. Tıpla ilgili bir hadis hakkında da uzman doktorlardan mutlaka görüş alınmalıdır.
2- Derlenecek hadislerden dini ilimlerle ilgili olanları o branşın uzman hocalarına danışılarak ele alınmalıdır. Bu ekip içinde tefsir, fıkıh, akaid ve tarih hocaları mutlaka olmalıdır.
3- Bu derleme yayınlanmadan evvel mutlaka fasiküller halinde ilgili öğretim üyelerine, ülkemizin tanınan akademik kariyeri olmasa da din álimlerine dağıtılmalı ve görüşleri alınmalıdır.
4- Bu derleme faaliyetinde İslam coğrafyasında görülen herhangi bir dini akımın, grubun veya hareketin gölgesi olmamalıdır. Seçici kurul; Fazlürrahman, Reşid Rıza ve hatta Nureddin Itır gibi zıt kutupları değil, tarihi kıvamın müspet akılla yoğurulmuş seçkin bir anlayışını yansıtmalıdır.
5- Bu derlemedeki yorumlarda; İbn Hacer, Ayni, Kastalani, Kenkuhi, Hattab Sübki, Hattabi, Şemsü’l Hakk Azim Ábádi, Nevevi, Sindi, İbnül Arabi, Süyuti gibi hadis tarihinin büyük yorumcuları göz ardı edilmemelidir.
6- Hadislerin tespitinde, "Bu rivayet aklımıza uymuyor" gibi şahsi, dayanaksız kriterler kabul görmez. Hadislerin derlenmesinde kabul gören "senet ve metin" tahlilleri yöntem olarak kabul edilmelidir.
7- Hadislerde; Kuran-ı Kerim’e aykırı olmamak, salim akla ters düşmemek, tarihi gerçeklerle çelişmemek gibi süzgeçler uygulanmalıdır.
8- Bu faaliyet dini bütün konuları (Ör. fıkhı-itikadı-ahlakı) içine alan güvenilir bir derleme olmalıdır. Aksi takdirde dini eserler satan herhangi bir kitabevinde "seçme hadislerle" ilgili olarak yazılmış ve raflardaki yerini almış yüzlerce çalışmadan biri olmaktan öteye geçemez. Bunun için de komisyon gerekmiyor herhalde. Tek kişi bile bu konuda mükemmel çalışmalar yapabilmektedir.
9- Hiçbir faaliyet, sahih hadis için tümünü aldık geride kalanlar güvenilir değildir, gibi onarılmaz yanlış bir iddiayla ortaya çıkamaz. Böyle bir yükün altına hiçbir güç giremez.
10- Eleştirilecek hadislerle ilgili bir derleme yapılacaksa bu konuda da son derece ölçülü adım atılmalı ve gerekçeler açıkça belirtilmelidir. Her hadisle ilgili ayrıntılı gerekçeler ve bu rivayetin varsa alternatif rivayeti ortaya konmalıdır.
Tabii ki yazacaklarımız bununla sınırlı değildir. Bekleyip, tam bilgi alıp değerlendireceğiz. Dilerim hayırlı ve faydalı bir çalışma ortaya çıkar.
SORALIM ÖĞRENELİM
Haram yoldan kazanılan (uyuşturucudan) para ne yapılmalıdır?
Cemil ARZU/İZMİR
Böyle bir para haramdır. Böyle şeylerle uğraşmak da günahtır. Bununla beraber ortada böyle bir para varsa bu para hayır kurumlarına veya fakirlere, herhangi bir sevap beklemeden verilmelidir.
Azrail’in ismi Kuran-ı Kerim’de geçiyor mu?
Müge ŞİMŞEK/MUĞLA
Kuran-ı Kerim ve muteber hadis kaynaklarında Azrail’in (AS) adı "ölüm meleği" olarak geçer (Secde, 32/11). Ölüm meleğinin adının Azrail olduğuna dair tefsir kitaplarında bilgi vardır. (Kurtubi, El-camii 14/93; Álûsi, Ruhul Maani, 21/126; Taberi, Tefsir, 21/541; Sabuni, İbni Kesir -Muh- 3/73).
Kürtaja hangi aya kadar müsaade ediliyor?
Merih IŞIK/MOSKOVA
Henüz dört aylık olmayan gebeliğe son verileceği görüşünde olan bazı fıkıhçılar olsa da, gebelik oluştuktan sonra dört aylık süre içinde olmuş olsa da -anne için hayati bir tehlike olmadıkça- ceninin veya nutfenin ilaç ve diğer yöntemlerle düşürülmesi álimlerin çoğunca caiz görülmemiştir. Dört aydan sonraki müdahale ise cinayet sayılmıştır.
Yazının Devamını Oku 20 Mart 2009
PERŞEMBE akşamı saat 22.30’da İstanbul’dan havalandık. Yüreğimizde Medine vardı. Üç buçuk saat sonra Medine havaalanına indik. Yolda herkeste tatlı bir heyecan vardı.
Bir ara uçaktakileri gözlemledim. Kimi Kuran-ı Kerim okuyor, kimi dua ediyor, kimi ise derin bir tefekkür içinde hayatının hesabını yapıyordu. Tabii ki bu anlar özel anlardır. Bulunmaz anlardır. Anlatılmaz ama yaşanır anlardır.
Hayat bu anlar olmaksızın boştur, anlamsızdır. Bu anları geciktirmemek lazım. Hayat bu. Hayatın bize yarın neler hazırladığını bilemeyiz. Bugün güçlü olan yarın güçsüz olabilir. Bugün muktedir olan yarın hiçbir şey olmayabilir. Bugün zulmeden yarın adalet dilenebilir.
* * *
Uçak Medine havaalanına süzülürken dudaklardan hafif bir sesle söylenen "salat ve selam" duası yayılıyordu. Havaalanında fazla beklemedik. Otelimize yerleştikten sonra sabah namazı vakti Hz. Peygamber’in mescidine koştuk.
Namazdan sonra Peygamberimiz ile iki dostunun (Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in) mezarının karşısında selam verdik. Salat ve selam getirdik. Şükrettik Rabbimize.
Peygamberimizin mescidinden sonra Medine mezarlığına (Cennetü’l Baki) gittik. Mezarlığın sağ girişinde ehlibeytin kabirlerini selamladık. Hz. Fatma’nın, Hz. Abbas’ın ve torunlarının mezarlarına hasretle baktık. Hemen solda bulunan Peygamberimizin kızlarının mezarları başında dünyanın çapını bir daha ölçebilme imkánı bulduk.
Hz. Zeynep, Hz. Ümmü Gülsüm ve Hz. Rukiye’ye Fatiha okuduk. Peygamberlerimizin eşlerini, oğlu İbrahim’i, sütannesi Hz. Halime’yi hatırladık. Sonra Hz. Osman’ın mezarının başında uzunca soluklandık. Bu hayá ve edep abidesinin yanında uzun uzun durduk. Kuran-ı Kerim okunurken şehit edilen bu masum müminin başında o çileli ve zor günleri hatırladık.
Daha sonra benim için özel olan bir mezara doğru yürüdüm. Orada sessizce, sahabenin arasında uzanmış olan rahmetli babamın mezarına yürüdüm. 1995’te Medine havaalanında vefat eden ve Hz. Osman’a yakın bir bölgeye defnedilen eski İzmir Müftüsü ve Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi olan babamın kabrinin yanında oturdum.
Ertesi gün Mekke-i Mükerreme’ye geçtik. Mekke-Medine arasındaki 450 kilometrelik yolu son model otobüslerle kat ederken, Hz. Peygamber’in aynı yolu devesinin sırtında birkaç gün içinde nasıl geçebildiğini düşündük. Mekke’de, umre niyetine önce Kábe’yi tavaf ettik, sonra Safa ile Merve arasında yürüdük. Say yaptık.
Tavaf ve sayda Türk umrecilerle kucaklaştık. Hemen hemen her Türk umrecinin gelip boynuma sarılması, kucaklaşması ve dua etmesi benim için büyük bir rahmet oldu. Geri kalan zamanlarda bol bol tavaf yaptık.
Bu arada Türk umrecilerin birçok şikáyetini duydum. İçlerinde hallerinden memnun olmayan, uzak otellerde konakladıklarını söyleyen hayli vatandaşımız vardı. Sanırım ilgililer bu şikáyetleri duymuşlardır. Tedbirlerini alırlar diye ümit ediyorum.
* * *
Ziyaretçilerin temizliğe daha da dikkat ettiklerini görmek güzeldi. İnsanlar arasındaki dayanışma da dikkat çekiciydi. Daha önce de hacca ve umreye gitmiştim. Orada olduğum sürelerde milyonlarca ziyaretçiye rağmen iki kişinin kavga ettiklerini veya sataştıklarını hiç görmedim.
Rahmet, merhamet, affedicilik, hoşgörü; Mekke ve Medine’de şeytan ve azgın nefse galip geliyor gibi. Keşke bütün dünya böyle olsa. Keşke coğrafyamıza kin ve nefret değil, sevgi hákim olsa. Keşke yandaşımız veya dostumuz bile olsa haksızlık yapana, zulmedene veya başkasına tahakküm edene, "Ben, senin yanında değilim" diyebilsek.
Beş günlük ziyaretimin sonrasında dönerken siz okuyucularımı da Kábe’deki dualarıma ortak ettim. Dilerim Rabbim sizlere de nasip eder.
SORALIM ÖĞRENELİM
Cinler niçin yaratıldılar. Gaybı bilirler mi?
Fazlı KURUM/NİĞDE
Kuran-ı Kerim, insanların ve cinlerin yüce Allah’a kulluk için yaratıldıklarını açıklar. Onlar, insanlara göre bazı üstün güçlere sahip olsalar bile gaybı ve geleceği bilemezler (En’am, 6.100.116; Hicr, 15/27; Sebe, 34/14; Rahman, 55/15)
Peruk takmak sakıncalı mıdır?
Selime IŞIL/BURSA
İslam alimleri, insan saçı dışındaki maddelerden yapılmış peruğu takmanın sakıncalı olmadığını söylerler.
Kedim var, kısırlaştırmam haram mı?
Jülide CAMİN/İZMİR
Herhangi bir gerekçeden dolayı kediyi kısırlaştırmak dinen caizdir.
Kocam trafik kazasında öldü. Kan bedelini alabilir miyim?
Nazlı S./KAYSERİ
Kan bedeli adıyla ödenen parayı almanızda bir sakınca yoktur.
Yazının Devamını Oku 13 Mart 2009
HEPİNİZ "Vahşi"yi bilirsiniz. Adını duymuşsunuzdur veya en azından belleklerden silinmeyen ve müthiş bir yapım olan "Çağrı" filminde onu izlemişsinizdir. O bir köledir ve iyi mızrak atar. Siyah renkli olan bu köle "Uhud" harbinde Hz. Hamza’yı sinsice takip eder. Görevi bu. Aslında kölelikten kurtulma yolunda bu. Hz. Hamza’yı şehit ederse hürriyetine kavuşacak. Vahşi, Uhud meydanında saatlerce Hz. Hamza’yı kollar. Mızrağı atacağı ortamı bekler. Nihayet karşısına çıkamadığı Hz. Hamza’yı uzaktan attığı mızrakla şehit eder. Hz. Hamza, Hz. Peygamber’in hem amcası hem de sütkardeşiydi.
Hz. Hamza’yı şehit eden "Vahşi", ismine uygun bir şekilde Hz. Hamza’nın karnını ve göğsünü bıçakla parçalar ve iç organlarını Uhud’un kumlarına döker. Daha kötü ve iğrendiren şeyler de yapar. Ama kalem bu kadarını yazabiliyor. Ötesini yazamıyor.
* * *
Uhud sonunda Hz. Peygamber, şehitleri ve yaralıları dolaşır. Kendisi de yaralıdır. O gün çok ağlar. Hele Hz. Hamza’nın başındayken belki ilk kez hıçkırıkları yükseldi. Sadece Hz. Hamza’yı kaybedişine değil, tek başına kaplan avına çıkabilecek kadar yürekli olan bu insana yapılana tahammül edemez. Hatta orada yemin eder, ben de yetmiş kişiye misliyle karşılık vermeye müsaade edeceğim, diye. Ama hemen akabinde inen ayetler bu karşılığı yasaklar (İbni Sa’d, et-Tabakat 3, 5, 13, 14).
İnen ayetler, aşırı gitmeyi yasaklayan ayetlerdir (Neml, 126). Hz. Peygamber bundan dolayı sabretmiş, daha sonra kefaret ödemiştir (İbni Sa’d, et-Tabakat, el Kübra’e, 3, 5, 11). Aslında sadece bu olay Kuran-ı Kerim’in vahiy ürünü olduğunun en açık belgesidir. "Allah’ın Aslanı" olarak anılan Hz. Hamza ve benzerleri hakkında "Allah’ın yolunda öldürülenleri ölü sanmayın" (Ali İmran, 169) ayeti iner.
Aslında bu yazıda anlatacağım konu, bu ayrıntıdan sonraki satırlardır. Ama sanıyorum baştaki satırlar olmasaydı şimdi yazacaklarım tam anlaşılamayabilirdi. Hz. Hamza’nın katili olan "Vahşi", sonradan Müslüman olmak istediğini fakat "şirk yapanların, katillerin ve zinakárların" azaba uğrayacağı şeklindeki ayetlerden korktuğunu iletir. Vahşi’nin hakkında üç ayet arka arkaya iner (Belli bir zaman içinde).
Olay şöyle gelişir: Uhud harbinde Peygamber Efendimizin amcası Hz. Hamza’yı (RA) şehit eden Vahşi, Resulullah Efendimize, "Ben Müslüman olmak istiyorum. Ama Kuran’da ’Ve onlar ki Allah’ın beraberinde diğer bir ilaha dua etmezler, Allah’ın haram kıldığı nefsi haksız katleylemezler ve zina yapmazlar. Her kim de bunları yaparsa ağır cezaya çarpar’ (Furkan, 6) ayeti beni İslam’dan men ediyor. Zira ben sayılan bu üç günahın hepsini yaptım. Benim için bir tövbe imkánı var mı?" diye Mekke’den bir mektup yazdı.
Bunun üzerine Furkan Suresi’nin, "Ve her kim tövbe edip de salih amel işlerse o muhakkak Allah’a makbul olarak döner" mealindeki 71. ayeti kerimesi nazil oldu. Peygamber Efendimiz (SAV) bu ayeti kerimeyi Vahşi’ye yazıp gönderdi.
Vahşi, "Bu ayette iyi amel yapma şartı var. Ben iyi işleri, amelleri belki yapamayabilirim. Başarılı olabilir miyim bilmiyorum" diye bir mektup daha yazdı.
Bunun üzerine, "Doğrusu, Allah kendine şirk koşulmasını mağfiret etmez, ondan berisini dilediğine mağfiret buyurur" (Nisa Suresi, ayet 4) mealindeki ayeti kerime nazil oldu. Peygamber Efendimiz, bu ayeti kerimeyi de Vahşi’ye yazdı.
Vahşi tekrar, "Bu ayeti kerimede de Allahu Teala dilediğine mağfiret eder şartı var. Allah (CC) beni bağışlamayı diler mi, dilemez mi bilmiyorum" diye yazınca, "Ey nefisleri üzerinde israfta bulunmuş kullarım! Allah’ın rahmetinden ye’se (ümitsizliğe) düşmeyiniz. Şüphe yok ki, Allah günahların hepsini mağfiret eder. Muhakkak ki o çok gafur ve rahimdir" (Zümer Suresi, ayet 53) mealindeki ayeti kerime nazil oldu.
Resulullah Efendimiz, bu ayeti kerimeyi de Vahşi’ye bildirdi. Vahşi bu ayeti kerimede hiçbir şart bulamadı ve Medine-i Münevvere’ye gelip Müslüman oldu.
* * *
Hz. Hamza (RA) gibi bir insanı şehit eden bir köleye, insan olduğu için verilen değer. Bu kişi hakkında tam üç ayet iniyor ve Hz. Peygamber, Vahşi’ye engel olmuyor, olamıyor. Çünkü vahiy inince, aradan perdeler, aracılar ve talepler kalkar. Yüce Allah konuşur, emreder. Bu olaydan sonra Vahşi, bizim için Hz. Vahşi’dir. Sahabidir. Saygıyla anılır. İşte bu kadar, ötesi yok.
Bu olay insanlık için başlı başına bir ibret vesikasıdır.
SORALIM ÖĞRENELİM
Dualarım neden kabul olmuyor?
Ebru KAMERİN/İSTANBUL
Aslında bütün dualar karşılık görür. Ama bire bir her istediğimiz olmayabilir. Olursa, evrenin dengesi bozulmaz mı? Düşünün, herkesin herkes hakkında duası veya bedduası kabul olsa dengeler nasıl değişir. Her şey altüst olur, çünkü kaderde her şey birbiriyle bağlantılıdır. Ama siz duanıza devam edin. Bilin ki, bu dualarınız belki bir şerre engel oluyor veya belki başka taleplerimizin kolaylaşmasına zemin hazırlıyordur. Yeter ki siz ümidinizi yitirmeden meşru şeyleri istemeye devam ediniz.
Epilasyon yaptırmak sakıncalı mı?
Canan UTKU/İZMİR
Bir kadının, vücudunun çeşitli yerlerinde çıkan kılları almak için kendisinin epilasyon uygulamasında bir sakınca yoktur.
Kabir başında Kuran-ı Kerim okunabilir mi?
Mustafa ÖZ/BİTLİS
Hz. Peygamber kabirlere ziyarette bulunmuş ve orada gömülü olanlara selam verip dua etmiştir. İmam Şafii, mezarın başında Kuran’dan ayetler okumanın müstehap olduğunu, Kuran’ın tamamının okunmasının ise daha güzel olduğunu ifade etmiştir.
İçinde etil alkol olan ilaç kullanılabilir mi?
Nebiye ATLI/ALMANYA
İlaç elde etmek amacıyla bitkilerin etil alkol veya benzeri maddelerle fermantasyon (mayalama) yapılmasında, bu yolla kazanılmış ilacın kullanılmasında sakınca yok.
Yazının Devamını Oku 6 Mart 2009
BİR Peygamber için en büyük mutluluk, davetini insanlara ulaştırabilmek ve arzu ettiği toplumun yetiştiğini görebilmektir. Hz. Musa hayatı boyunca, inananlarıyla beraber sürgün yemiş, hicret üzerine hicret yaşamıştır. Hz. İsa baskı altında yaşadığı yılların sonrasında en yakınlarından, cemaatinden birinin jurnallemesi üzerine yakalanmaya çalışılmış, ama Allah tarafından çarmıha gerilmeden göğe kaldırılmıştır.
Son Peygamber Hz. Muhammed (SAV) ise Mekke’de yaşadığı zor yıllardan sonra Medine’de zaferini perçinlemiş ve inen son ayeti tebliğ ettikten sonra mütevazı odasında Rabb’ine gitmiştir. Bu, çok az peygambere nasip olan bir nimetti. Çünkü tarih boyunca, yeryüzüne gönderilen bazı peygamberler sadece birkaç kişiye ulaşabilmiş, bazısı ise iman eden bir tek insan bile bulamadan vefat etmiş ve Rabb’ine böylesine gitmiştir.
* * *
İki gün sonra "Mevlit Kandili"ni kutlayacağız. Rahmet önderi Sevgili Peygamberimizin doğum gününün, zaman ilerledikçe Kuran’ın daha iyi anlaşıldığına, Hz. Peygamber’in daha doğru tanındığına inanıyorum. Birçok önyargılı insanın bile Hz. Peygamber’in hayatını okuduğunda etkilendiğini biliyorum. Çünkü hayatı bu kadar açık bir şekilde önümüzde olan hiçbir peygamber yoktu.
Biz bu açıdan çok şanslıyız. Kuran’ı Kerim hiçbir harfine dokunulmadan apaçık duruyor. Peygamberimizin hayatı işte, sahih hadislerle bilhassa onu görenler tarafından kayıt altına alınmış ve bize kadar ulaşmıştır.
Rabb’ine ibadet eden, bazen gözyaşı döken, bazen gülümseyen, acıkınca yemek yiyen, uykusu gelince elini yastık yapıp bulduğu uygun zemin sert bile olsa hemencecik oraya uzanan, cemaatin önünde değil çoğu kez arkasında yürüyen, ben Mekke’de kuru ekmek yemiş bir kadının oğluyum diyen, Medine halkını doyurmadan sofraya oturmayan, "Ya Rabbi beni affet, merhamet edenlerin en merhametlisisin" dualarıyla gün boyu dudakları aralanan, yerde gördüğü bir taşı kendisi alıp kenara koyan, hiçbir sahabisinin aleyhinde dedikodu dinlemeyen, "Ben sizin gibi Allah’ın kuluyum, ama ne var ki Peygamberim ve benden sonra Peygamber inmeyecektir" diyen bir Peygamber.
İnsan Peygamber, eş Peygamber, baba Peygamber, dede Peygamber, kul Peygamber, oğul Peygamber. Kendi zamanında ve sonrasında insanı ilahlaştırma gayretlerini daha en başta engellemiş bir Peygamber. Kızı Zeynep’in kocası Ebul As Müslüman olmadan evvel Bedir’de esir olduğunda esirlerin salıverilmesi için gereken "savaş tazminatı" gelmeden damadına özel statü istemeyen Peygamber. Benim damadım ile diğer esirler aynıdır diyecek kadar adil olan Peygamber.
"Peygamberler miras bırakmazlar, onların bıraktıkları mallar halkındır" diyerek arkasında tek kuruş mal bırakmayan Peygamber. Liderliği, güç ve kudreti, etrafını zengin etmek için değil, onur ve hakkaniyetli bir yaşam için kullanan Peygamber.
Oğlu İbrahim’in vefat ettiğinde güneş tutulmuştu. Medine halkı, "Peygamber’in yasına gökler de ortak oluyor. Güneşin bugün tutulma anı İbrahim için gözyaşıdır" dediklerinde halkı mescide toplayan ve "Güneş ve ay(tutulmaları) birer fiziki olaydır. Kimsenin ölmesi veya doğması için tutulmazlar" diyecek kadar fırsatçılığa ve fırsatçılara müsaade etmeyen Peygamber.
Derin bir tefekküre dalmış mahzun duran Hz. Esma’ya, "Sana sıkıldığın zaman okuyacağın bir dua öğreteyim mi?" diye soran ve gönül darlığında "Allahu Allahu Rabbi la üşrikü bihi şey’a-Rabb’im Allah’tır, Allah. Ben ondan başkasına tanrı diye tapmam" (Ebru Davud Vitr, 29; İbn Mace Dua, 17) duasını oku derken bile Allah’ın birliğine vurgu yapan Peygamber.
* * *
Sevgili Peygamberim! Gönüllerin tabibi, hüzünleri gideren. Rabbimizi tanıtan, diğer peygamberlerin mirasına sahip çıkan, cehennemi tanıtınca rengi değişen, cenneti tanıtınca yüzü rahatlayan, ümmetinin ahiretteki sıkıntısını anlatınca sesi titreyen, ben sırat köprüsünün iki ucunda "Ya Rabbi, ümmetimi ümmetimi, inananlarını bağışla isterim, onlara merhamet et" diye söyleyeceğim diyen, kızı Fatıma’ya (RA) bile "Kızım kendine dikkat et. Namazını ihmal etme. Yarın mahşerde baban senin için bir şey yapamayabilir" diyen Peygamberim.
Dünyamıza hoş geldin. Rahmet getirdin. Şefkat getirdin. Anlayış, tolerans, barış ve saygı getirdin. Dünya seninle güzel, ahiret seninle cennet olacak, cennet seninle anlam bulacak.
NOT: 8 Mart Pazar gecesi Mevlit Kandili’dir. O gece saat 20.15’ten itibaren Star TV’de canlı yayında dolu dolu bir programımız olacak. Kandil Özel programımızda o geceyle ilgili bütün merak ettiklerinizin cevabını bulabileceksiniz.
SORALIM ÖĞRENELİM
Şeytanın babası ve annesi var mı? Biri bana bunu sordu, cevap veremedim. Bilgi verir misiniz?
Saliha MERT ESKİŞEHİR
Şeytan-iblis, Allah tarafından ateşten yaratıldı. Anası ve babası yoktur. Cinlerin de ilk atasıdır. İblisin adı "Azazil"dir. Allah tarafından kovulmadan önce göklerde ve yerde Allah’a secde etmediği bir yer kalmamıştır denir. Kehf 50. ayette soyunun olduğu ifade edilir.
Herhangi bir araziye, sahibinin izni olmadan ölü gömülse durum ne olur? Köyümüzde böyle bir problem var.
Abdi MUŞTU İZMİT
Rızası olmadıkça başkasına ait bir araziye cenaze gömülemez. Hatta arazi sahibi dilerse cenazeyi oradan çıkarma hakkına sahiptir. Tabii arazi sahibinin böyle bir hakkı olmakla beraber böyle bir şeye tevessül etmesi uygun olmaz. Anlaşması doğru olandır.
Yazının Devamını Oku 27 Şubat 2009
İSLAM’ın en ihmal ettiğimiz yönü "ahlak" yönüdür. İlk karşılaştığımız kişiye, dinini sorgulayacaksak; namaz kılıyor musun, hacca gittin mi, zekátın tamam mı diye sorarız. Bununla onun dini hayatını veya hassasiyetlerini test etmek isteriz. Bu sorular tabii ki boş ve gereksiz sorular değildir. Ama bunlar kadar kıymetli olan bir noktayı gözden kaçırırız. Son elçinin kişiliğini tanımlamada Kuran’ın vurguladığı "ahlak" çoğumuzun dikkatini çekmez. Kuran-ı Kerim, Hz. Peygamber’i tanıtırken, "Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzerinesin" der. Hz. Peygamber de kendi misyonunu tanımlarken, "Güzel ahlakı tanımlamak için gönderildim" der.
O halde içinde mükemmel bir ahlakı barındırmayan namaz, oruç, zekát veya diğer bir ibadetle kişi belki, görüntüsüyle farzı -görevi- yerine getirmiş olur ama amacına ulaşamaz.
* * *
Hz. Ömer, huzurunda biri hakkında iyi şahadette bulunulunca şahitlikte bulunanı susturur ve sorar: "Onunla ticaretin oldu mu, onunla yolculuk ettin mi?" Adam "Hayır" der. Bunun üzerine Hz. Ömer, "Sus ve şahadette bulunma. Çünkü sen onu yeterince tanımıyorsun" karşılığını verir.
Hz. Ömer’in, adamın ibadetini değil de ahlakını sorgulaması çok önemli. Çünkü kişinin ibadeti kendisini bağlar veya kendisine fayda sağlar. Ama "ahlak, huy, karakter" ise topluma yansır. Bunun eksikliği toplumun dengesini yaralar.
En muhteşem ahlaka sahip olan Peygamberimizin öğütlediği "ahlaki" ölçüleri saymaya devam edelim öyleyse:
1- Mümin, kötülük edene iyilik eder. İntikam mümine yakışmaz:
Sahabeden biri sordu: "Ey Allah’ın Resulü, falanca kişi bana iyi davranmaz, misafirliğe gittiğimde ağırlamaz. Ben de ona aynısını yapayım mı?" Hz. Peygamber cevap verir: "Hayır, sen ona iyi davran. Misafir et ve onu ağırla. Kötülüğe kötülükle karşılık erdem değildir. Çünkü kötülük, azgın nefsin ve şeytanın kişiye hazırladığı bir tuzaktır. Bu tuzağa düşenin yaptığını yapmak aynı tuzağa düşmek demektir."
Hz. Peygamber şöyle buyururdu: "Bize kötülük yapana kötülük yaparız diyenler gibi olmayın. Kötülük yapana, haksızlık yapmamaya gayret ediniz." Çevremize baktığımızda İslam’ın öngördüğü bu ahlaktan uzak olduğumuzu gözlemliyorum.
2- Mümin acele etmez. Ölçülü hareket eder:
Bir büyük zatın ifadeleri ne kadar da manidardır. Güzel hal ve ölçüyle hareket etmek, Peygamber’in ahlakının yirmi dört parçasından bir parçadır. İslam’ın öngördüğü budur. Kuran-ı Kerim’in emrettiği de budur.
Hz. Peygamber, sevdiği dostu Eşecc’e (RA) dedikleri çok düşündürücüdür: "Eşecc, sende Allah’ın sevdiği iki özellik vardır; yumuşak huyluluk ve düşünerek hareket etmek." (İbn Mace, Zühd, 72)
3- Mümin güler yüzlü olur:
İslam güler yüzlülüğü sadaka sayan bir Peygamber’in tebliğiyle yeryüzüne yayıldı. Hz. Peygamber, fakir olduğu için sadaka veremeyen bir sahabiye, güler yüzlü olmasını emreder ve ekler: "Herhangi bir kardeşini güler yüzlü karşılaman sadakadır."
Genellikle "ciddi duruş" sergilemek adına somurtkan durmak hoşumuza gider. Gülümsemeyi zayıflık sayarız. Televizyon dünyasında gençlerimizin idolü haline gelen tiplere baktığımızda kaşlar çatılmış, eller tetikte, birbirlerine karakter atan, öldürdüğü adam sayısı kalabalık olan, argo konuşmayı marifet sayan, sürekli karşısındaki rakibini yok etme egzersizleri geliştiren ruh hastası tiplerin ön planda olduğunu görürüz.
Böylesi karakterlerin ön planda olduğu ve beğenildiği bir dünyaya "tebessüm sadakadır" kültürünü doyasıya ne kadar anlatabiliriz bilemiyorum. İşin üzücü ve ürkütücü tarafı, bu tipin yaygın olmasıdır. Kısa tıraşlı, göğüs düğmeleri açılmış, takım elbiseli kahramanlar çoğaldıkça olgun bir nesil elde edebilme becerimiz azalacaktır.
* * *
Daha dün gazetelere yansımış olan bir haber, ürküntümüzün boş olmadığını gösteriyor. Bir eve giren beş adam; evin erkeğini bağlıyor ve karısını ormana kaçırıp kirletiyor. Ve bu, koca bir kentin göbeğinde oluyor. Bu belki de medyaya yansıyan rezaletlerden sadece biri.
İslam’ın kalıbından özüne dönmek zorundayız. İslami hüviyetimize İslam ahlakını yansıtmadıkça imanımızın ve ibadetimizin fayda sağlamayacağını bolca anlatmalıyız. Belki de yazarak anlatmalıyız. Siyasetçimiz, gazetecimiz, bürokratımız, ilahiyatçımız, sanatçımız ama hepimiz. Çünkü hiç birimiz sütten çıkmış ak kaşık değiliz.
SORALIM ÖĞRENELİM
Kadınların kabir ziyareti sakıncalı mı?
Günnur SARAC/AMASYA
Kadınların kabir ziyareti sakıncalı değildir. Hz. Peygamber ilk zamanlarda kadınların kabir ziyaretini yasaklamıştır. Bunun sebebi şudur: Kadınlar mezarlıkta elbiselerini parçalar ve vücutlarını tırnaklarıyla tırmalarlardı. Peygamberimiz bir müddet bu ziyareti yasakladı. Bu arada ziyaretin usulünü öğretti. Bu konuda toplum bilgilenince ziyarete müsaade etti.
Guslü (boy abdestini) geciktirmek çok mu günah?
Rıza BULUT/SAMSUN
Kişinin cünüplük halini en kısa zaman içinde yıkanarak gidermesi gerekir. Böyle bir insanın, guslü bir namaz vaktinden daha fazla süre ertelemesi günahtır. Gerekçesi de namazı kaçırma endişesidir. Ayrıca cünüplüyken yemek yemekte bir sakınca yoktur.
Babam hayattayken dairesini bana vermek istiyor. Diğer kardeşlerim zengin, ben ise fakirim. Kabul etmiyorum, durum ne olur.
Şeref TAHTI/İZMİR
Bir babanın çocuklarından mal kaçırma niyeti olmaksızın herhangi bir çocuğuna hayatta iken mal vermesi mümkündür. Ancak hayatta değil de sonradan verilmek üzere vasiyet edecekse diğer várislerin iznini alması gerekir.
Karı-kocanın birbirlerinin vücutlarına bakmalarında bir sakınca var mı? Beraber banyo yapabilirler mi?
Neziha KALEM/İSTANBUL
Eşler arasında avret konusunda bir sınırlama yoktur. Birbirlerine bakmalarında bir sakınca olmaz. Bu nedenle de beraberce gusül almalarında da bir günah yoktur.
Yazının Devamını Oku 20 Şubat 2009
MÜSLÜMANLIK sadece namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekát vermek midir? Müslümanlık sadece "yap" veya "yapma" şeklinde ifade edilecek bir dizi emir ve yasaklar zinciri midir? Yani İslam’da sadece zina yapmak, kumar oynamak, içki içmek, karaborsacılık yapmak veya intihar etmek mi günahtır? İslam’a dış kalıbı açısından bakanlar için, evet din sadece budur. Tabii ki bu saydıklarımın hepsi dindendir. Gereklidir. Ama din, daha doğrusu İslam sadece bu değildir. İslam’ın bir diğer yönü, yani haylice ihmal edilen bir terazi var ki sanıyorum sosyal yaralarımızın çoğu bu yönünün ihmal edilmesinden dolayı kangren haline gelmiştir.
Bugünkü yazımızda Hz. Peygamber’e biraz kulak kabartalım mı? Bakalım O’nun Medine mescidinden, ihmal ettiğimiz bu yönümüzü düzeltecek hangi sözler yansıyacak:
* * *
a) Sevgi ve kızgınlıkta ölçülü olmak gerekir:
Ebu Hureyre (RA) anlatıyor; Peygamberimiz şöyle buyurdu: Sevdiğin kimseyi ölçülü sev ki, bir gün sevmeyeceğin (kızgın olduğun, ayrıştığın) kişi olabilir. Sevmediğim bir kimseden de ölçülü bir şekilde uzaklaş (sevmezlik et) bakarsın bir gün çok sevdiğin biri olabilir.
İnsan ilişkilerini ve evrenin oturduğu dengeyi bundan daha güzel nasıl özetleyebilirsiniz.
Hepimiz sevgi ve nefrette ölçüsüzlüğün vurgununu yiyenlerden değil miyiz? Siyaset dünyasında ne de çok görünüyor değil mi? Kulakları sağır, gözleri kör eden işte bizim bu ölçüsüzlüğümüz değil midir? Sevgide ve nefrette insaflı olmak. Tapınmamak veya bir çırpıda silmemek. Dosta dostlukla ölçülü olmak, rakibe muhalefette dengeli olmak. İşte Peygamber çizgisi.
Hz. Peygamber "Dünyada ’Allah’tan başka’ her şeyimi feda edeceğim, gayrisini düşünmeyeceğim, ’bir Halil’ sevgili edinseydim Ebu Bekir’i (RA) edinirdim" diyor. Çünkü O’nun sevgisi ve dostluğu olmadan diğer dostluklar ne kadar da yavan, basit ve çapsız kalır değil mi?
b) Kibirli olmamak lazım; çünkü kibirli kişi cennete giremez:
Evet, aynen böyle buyuruyor: "Kalbinde zerre (hardal tanesi) kadar kibir ve büyüklenme olan kişi cennete giremeyecektir. Yine kalbinde bir hububat ağırlığınca iman olan kimse de cehenneme girmeyecektir." (Müslim, İmam, 31; İbn Mace, Mukaddine, 9)
Çünkü insan büyüklenecek hiçbir şeye sahip değildir ki! Güzellikse, bunu veren Allah’tır. Akılsa, bunu lütfeden de O. Zenginlik veya makamsa, daha becerikli olan nice insan çok daha düşük şartlarda hayatını devam ettiriyor değil mi? Peki neyinle kime karşı büyükleniyorsun öyleyse? Sendeki her şey nihayet bir emanet değil mi?
Bazı álimler bu hadisin ağır vurgusunu hafifletmeye çalışmışlardır. Zerre kadar kibirli olan hemencecik cennete girmeyecek, bedelini ödedikten sonra cennete girecek demişlerdir. Yoksa ebediyen girmeyecek anlamına alınmamalı demişlerdir.
"Hububat kadar iman olan cehenneme girmez" sözünü de öyle yorumlamışlar. Yani günahları çok olsa da ebediyen cehennemde kalmaz demişlerdir. Peygamberimizin bu sözlerini duyan bir sahabi soruyor: Ey Allah’ın elçisi. Ben elbisemin ve ayakkabımın güzel olmasından hoşlanırım. Bu kibir midir?
O cevap buyuruyor: Allah güzelliği sever. (Senin bu duyguların güzel duygulardır.) Fakat kibir, hakkı tanımamak ve insanları küçük görmektir. (İbn Mace, Mukaddine 9)
c) Utanmak, hayá imandandır:
Şöyle buyurur bir gün: "Hayá imandandır. İman edenin yeri ise cennettir. Hayásızlık, kötü söz konuşmak insanlara sıkıntı verip incitir. İnsanlara sıkıntı verip incitenin yeri ise cehennemdir." (Ahmed, Müsned 10108)
Günahtan utanmak hayádır. Hak yememek hayádır. Acımak hayádır. İnsanlara zulmetmek hayásızlıktır. Meşru hayatı terk etmek hayásızlıktır. İnsanları küçük görüp onları ezmek hayásızlıktır. İnsanlara tuzak kurmak hayásızlıktır. Hayásızlık yaparken erdemli görünme hayásızlıktır.
Allah’ın adını kullanıp insanları kandırmak hayásızlıktır. İnsanları Allah’tan koparmak hayásızlıktır. Dindar görünüp samimi olmamak, secde ederken riya taşımak, Kuran’ı Kerim okurken fitne peşinde olmak hayásızlıktır. Secdeye veya Kuran’a düşman olmakta hayásızlıktır.
Allah’la samimi olmak, insanlara merhametli olmak, herkese kapıyı açık tutmak hayádır, imandır.
SORALIM ÖĞRENELİM
Eşimle resmen boşandık. Şimdi barışıp resmi nikáhımızı kıyacağız. Dinen sakıncası var mıdır?
Halime UTKU/MERSİN
Resmen boşanmış olan eşler dinen de boşanmış sayılırlar. Ancak yeniden nikáh kıymalarına herhangi bir engel yoktur. Aralarındaki iki nikáh bağı ile evliliklerine devam edebilirler. Resmi ve dini nikáhınızı kıyabilirsiniz.
Evde kuş beslemem sakıncalı mı?
Emre SOYLU/İZMİR
Ekolojik dengenin bozulmaması ve eziyet edilmemesi koşuluyla evcil hayvanların kafeste beslenmesi sakıncalı değildir.
Avlanmak haram mı? Bazen zaman geçirmek için avlanıyoruz.
Mustafa AKYAR/ANKARA
Eti yenen hayvanların eti için, zararlı hayvanların ise zararlarından korunmak için avlanmak caizdir. Bu anlamda hayvanların etlerinden ve derilerinden yararlanılabilir. Ancak zevk ve spor için hayvan öldürmek, av avlamak ve bunu alışkanlık haline getirmek uygun değildir.
Domuzun kalp kapağı insanın kalbine takılabilir mi?
Nurhayat GÜZEL/İSTANBUL
Domuz eti ve domuzdan edinilen ürünler dinen haramdır. Ancak ortada zorunlu bir durum varsa, bu zorunluluk hayatı etkileyen bir sağlık meselesi ise ve başka bir maddeden yapılan bir kapakçık yoksa bu durumda domuz kalp kapağının kullanılmasında bir sakınca bulunmamaktadır.
Yazının Devamını Oku 13 Şubat 2009
MAHŞER álemi, herkesin mezarlarından çıkıp hesaba çekileceği álemin adıdır. Buna ahiret álemi diyoruz. Orada hesap vardır. Herkes dünyada yaptığının bedelini ödeyecek. Hiçbir şey gizli kalmayacak. Mahşer yerinin büyüklüğünü, ihtişamını, dehşetini, zorluğunu ve oradaki insanların çaresizliğini anlatmak çok zordur. Mahşer günü, dünyamızın günleriyle kıyaslanamaz. Saatlerle ifade edilemez. Nitelik ve niceliğini ancak yüce Allah bilir. Söylenecek her söz, yapılacak her tanımlama yetersiz kalacaktır. Dehşeti tarif etmekten uzak olacaktır.
Orada sorgu var. Sorgu esnasında diller kilitlenecek, organlar konuşacak. Zalim zulmünden pişman olacak. Ama bu faydasız bir pişmanlık olacak.
Orayı hasret kapsayacak. Dostlar birbirinden kaçacaklar. Allah için kurulan dostluklar hariç, dostlukların, arkadaşlıkların hiçbir faydası olmayacak o gün.
* * *
Orada terazi kurulacak. Sevap ve günahların tartılacağı terazi. Bu dünyanın terazilerine benzemeyen bir terazi. "Teraziden maksat adalet midir?" Belki tartışılır ama orada bir terazinin olacağı kesindir. Orada sırat köprüsü kurulacak. Altından cehennem kaynayan sırat.
Amel defterleri dağıtılacak o gün. Defterler, iyilik ve günahların sicilini anlatır. Hafıza kaybına uğrayanlar o gün hatırladıklarında mutlu olmayacaklar. Dönmek isteseler dönemeyecekler. Bağırsalar duyulmayacak. Çaresizlik ve pişmanlık kasıp kavuracak.
İşte o dehşetli günün ümit parıltısı, Hz. Peygamber’in şefaati olacaktır. Sevgili Peygamberimiz, mahşer áleminin ateşini dindiren bir rahmet olacaktır o gün.
Bütün müminlerin yöneldiği bir pusula olacaktır. Yüce Rabb’imizin müsaade ettiği noktaya kadar şefaat yetkisini kullanacak ve insanların kademe kademe kurtuluşunda aracı olacaktır. Aslında kendisi, "Umulur ki Rabb’in seni makam-ı mahmuda (övülmüş makama) yükseltir" (İsra, 73) ayetinin kendisine verilecek şefaate işaret olduğunu şefaatle bildirmişti.
Her peygambere dünya hayatında reddedilmez bir dua imkánı verilmiştir. Ve her peygamber bunu dünyada kullanmıştır. O ise bunu ahirete saklamıştır. İnananlara şefaat olarak.
İşte size peygamberimizin şefaatini anlatan o salih hadislerden birisi: "Kıyamet günü olunca insanlar birbirlerine karışırlar. Hz. Adem’e (AS) gelirler. Ona, ’Bize Rabb’inin katında şefaatçi ol’ derler. Adem, ’Ben bu konumda biri değilim, siz İbrahim’e gidin. O Rahman’ın yakın dostudur’ der.
İbrahim’e (AS) gelirler. O da, ’Ben bu konumda biri değilim, siz Musa’ya gidin, o Allah’la konuşandır’ der.
Musa’ya (AS) gelirler. O da, ’Ben bu konumda biri değilim, siz İsa’ya gidin. O Allah’ın ruhu ve kelimesidir’ der.
İsa’ya (AS) gelirler. O da, ’Ben bu konumda biri değilim, siz Muhammed’e (SAV) gidin’ der.
Bana gelirler. Ben, ’Ben bu konumdayım’ derim. Ve Rabb’imin huzuruna çıkmak üzere izin isterim. İzin verilir. Bu esnada bana şu anda bilmediğim bazı hamd sözleri ilham olunur. Bunlarla Rabb’ime hamd ederim. O’na secdeye varırım.
’Kalk ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin; istediğin verilecektir; şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir’ denilir. Ben de, ’Ey Rabb’im! Ümmetim, ümmetimi istiyorum!’ derim.
Allahu Azze ve Celle, ’Haydi git, kalbinde bir arpa tanesi ağırlığınca iman olan herkesi ateşten çıkar’ buyurur. Ben de bunun üzerine giderim ve bildirileni yaparım. Sonra tekrar döner, aynı övgü sözleriyle O’na hamd ederim. Sonra secdeye kapanırım.
* * *
’Kalk ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin; iste, istediğin verilecektir; şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir’ denilir. Ben de, ’Ey Rabb’im! Ümmetim, ümmetim!’ derim.
Allahu Teala, ’Haydi git, kalbinde zerre miktarınca ya da hardal tanesi büyüklüğünce iman bulunan herkesi ateşten çıkar’ buyurur. Ben de bunun üzerine giderim ve bildirileni yaparım. Sonra tekrar döner, aynı övgü sözleriyle O’na hamd ederim, sonra secdeye kapanırım.
Allahu Azze ve Celle, ’Kalk ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin; iste, verilecektir; şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir’ buyurur. Ben, ’Ey Rabb’im! Ümmetim! Ümmetimi istiyorum’ derim.
Allah (CC), ’Haydi git, kalbinde hardal tanesinden çok az miktarda iman olan herkesi çıkar, onları ateşten çıkar’ buyurur. Ben de gider bunu yaparım."
Yüce Rabb’imizden bu şefaati hak etmeyi temenni edelim.
SORALIM ÖĞRENELİM
Evlilikten doğan akrabalık nedeniyle kimlerle evlenemem? Genişçe açıklar mısınız?
Haluk KILIÇ SİVAS
Evlilikten doğan akrabalık nedeniyle kendileriyle evlenilmesi yasak olanlar şunlardır: Üvey anne, üvey nine, gelinler, kayınvalide, eşin iki tarafından da nineler, üvey kızlar ve kız torunlar. Bu saydıklarımla evlilik ebediyen haramdır.
Ádet günlerinde namaz kılmak zorunda mıyım?
Zeliha CANLI
İZMİR
Ádet günleri kadınlar için sıkıntılı günlerdir (Bakara, 222). Peygamberimiz bu günlerde namaz kılmayı ve oruç tutmayı yasaklamıştır. Namazlar daha sonra kaza edilmeyecek, farz oruçları ise kaza edilecektir. Böylece dinimiz kadınların yükünü hafifletmeye çalışmıştır.
Yazının Devamını Oku