Paylaş
“La Cantiga de La Serena”, 36. Uluslararası İzmir Festivali’nde, İzmir Tarihi Agora’da, biraz da bu birlikteliği yaşattı misafirlerine... Fabrizio Piepoli (vokal, swing gitar, klasik gitar, çerçeve davul), Giorgia Santoro (flüt, bansuri, sajat, ziller) ve Adolfo La Volpe’den (ud, klasik gitar) oluşan grubun repertuvarı için, program kitapçığına şu “sıkıştırılmış not” düşülmüş: “...Puglia bölgesinin sofistike bir şekilde, yeniden düzenlenen geleneksel müziğinin, XV. yüzyılda İspanya ve Portekiz’de diaspora deneyimi yaşayan Sefarad Yahudilerine ait geleneğin bir ifadesi olan halk şarkılarının (cantiga) ve Sefarad romanslarının, hac ve adanmışlığı konu alan Ortaçağ ilahilerinin ve Provence, Endülüs ve Portekiz’in müzik mirasından büyüleyici melodiler ve ilahilerin bir arada harmanlandığı rafine bir karışım...”
Bazen, “İtalya’nın topuğu” da denilen ‘Selanto’ çıkışlı sanatçılar, “çok dinli, çok dilli ve çok kültürlü” bir müziğin, (kendi deyişleriyle…) “hipnotik” ritimlerini, vokalde sıklıkla kullandıkları makam müziği doğaçlamalarıyla sarmalayıp, Cebelitarık’tan Balkanlar’a uzanan, Flamenko’dan Fado’ya, Sirtaki’den Zeybek’e el veren çeşnilerle süslediler geceyi... Ve ben kendime sormadan edemedim; “bu müzik oralardan buraya geliyor dinleniyor da, neden buradan oralara gitmez, götürülmez?” Acaba, (her ikisi de nûrlarda uyusunlar...) Suna Kan’ın 1971’de Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinden Talât Halman’a yazdığı açık mektuptaki, “Cumhuriyet’in Kültür Bakanı Türkiye’yi Osmanlı artığı çehresiyle tanıtamaz...” iddiası yüzünden mi?
Açıkçası, bu yazının başlığı, burnumla seçtiğimin dışında, şunlardan biri de olabilirdi: “Müziğin kokusunda Akdeniz, Akdeniz kokusunda müzik” veya “Akdeniz müziğinin kokusu...” Hepsi aynı kapıya çıkar gibi görünüyor, değil mi? Dinlediklerim bende, renk ve sesten çok koku çağrıştırdı nedense? Yani benim açtığım pencereden, ağıt ve şenliklerinden çok, çiçeği ve böceği ile bir başka Akdeniz göründü... “Balıkçı”nın, “Aganta Burina Burinata”sındaki, “serenlerin üstündeki üst ve alt yelkenleri tut” gibi bir sesleniş kulağımda; elbette deniz, denizci, denizkızı ve yosun kokusu... Ama en çok, tarçın, kimyon, karanfil...
Kokular neden önemlidir bilir misiniz? Sanatı ve özellikle de müziği, kamplara ayırıp, ötekileştiren (kadim değil) “ilkel” yaklaşımın, hatta her türlü müzikal yobazlığın, karşısında yenik düşeceği bir kategoridir, kokular... Uluslarası arenadaki her seçkin kokuyu, 36 yıldır İzmir gecelerine taşıyan aydınlık yüzüyle İKSEV, bu tercihiyle, Ümit Yaşar’a ve onun “Tekerleme” şiirinde tariflediği “kokuların kreşendosu”na da, hak vermiş görünüyor:
“...Kasabın kokusu, kandan kemikten / Balıkçının kokusu, tuzdan balıktan / Hamamcının kokusu, sudan köpükten / Lağımcının kokusu, boktan sidikten / Senin kokun, pudra-sabun / Benim kokum, rakı-tütün / Ne ben yerineyim, ne sen yerin / Cümlemiz bir kokarız, öldüğümüz gün... ”
Paylaş