Nihat Demirkol

“Acaba”lar arasında bir Cumhuriyet Bayramı !

28 Ekim 2017
 “Yok canım ;  sana öyle geliyor ” diyebilirsiniz.

 

“Cumhuriyet Haftası”,

“siyasetçilerin arka arkaya istifaları” ile

adetâ bir “demokrasi şöleni”ne dönüşmeseydi,

böyle bir çıkarımda bulur muydum; acaba ?

Bu “betimleme”de, tümüyle haksız mıyım, acaba ?

 

Seçimle gelen dediğimiz,

Yazının Devamını Oku

Ben “Komik Bir Ansiklopedi”nin Yalancısıyım…

23 Ekim 2017
“Altılı Ganyan Bültenleri”nden daha zavallı hale düşmüş gazetelerde;

 

“…UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de yer alan ‘Efes Antik Kenti’ne açılacak ‘Antik Kanal’ için düğmeye basıldığını, Proje ile Efes limanından, 2500 yıl içinde yaklaşık 9 kilometre çekilen denizin, yeniden antik kentle buluşturulacağını, ilk etap için (-doğal sit alanı- olmasına rağmen nasıl olacaksa) bölgeye 1620 adet kazık çakılacağını ve (bataklık denilen yerde endemik türlerin bulunduğu ikazına rağmen, yine nasıl olacaksa) projenin tarihi dokuya zarar vermeden büyük bir titizlikle yürüyeceğini -müjdeleyen-” haberleri okuyup da;  “bende bir aptallık var herhalde; anlamıyorum, anlayamıyorum…” deyince, bir dostum, (bana faydası olur ümidiyle) Matthijs Van Boxsel’in “Aptallık Ansiklopedisi”ne göz atmamı tavsiye etti. Söz dinledim, çok yararlandım; kitabın ana fikrini, sizlerle de paylaşacağım.

 

Meselâ, “arka kapak”ta diyor ki; “…Ahmakça hatalar, saçmalıklar, sakarlıklar, aptallıklar... Bunlar uygarlığın temeli ya da insan davranışının belirleyici unsuru olabilir mi? ‘Tarih boyunca akla atfettiğimiz önem bir yanılsamadan mı ibaret ?' Öyleyse aptallığın anlamı nedir? Bu kitap Diderot'nun anladığı anlamda bir ansiklopedi değil. Kaynağını masallar, karikatürler, fıkralar, trafik kazaları, bahçe tasarımı, bilimkurgu gibi örneklerin oluşturduğu gözlemlerden derlenmiş, eklektik bir kitap. XVIII. Yüzyıl akılcılığının ürünü olan ansiklopedi geleneği, Van Boxsel'in girişimiyle tersine çevriliyor: Yazar, Nasreddin Hoca fıkralarının yanı sıra, sanat ve edebiyattan örneklerle, aptallığın, zekânın can alıcı bir koşulu olduğunu, ‘ahmakça hataların gelişmeyi tetiklediği’ni savunuyor… Edebî ve anekdota dayalı bir aptallık kültürüyle ilgilenirken, kurbanla celladın, ‘aldatanla aldatılanın aynı kişi olduğu’, iyilerin kötü olma olanağına sahip olmadıkları için iyiliği seçtikleri insanlık hallerinden söz ediyor bize. Bu eğlenceli kitapta Robert Musil, John Milton, Slavoj Zizek, Pascal gibi isimler; Prometheus, Kikloplar ve Sisyphos gibi mitolojik karakterler bir araya geliyor. Saat farkı yüzünden amacına ulaşamayan terör eylemleri, bilgisayar kullanımının kâğıt tüketimini artırması, güneşin zararlı etkilerinden korunmak için kullandığımız kremlerin kanserojen maddeler içermesi, aptallığın yaygınlığını ve evrenselliğini kanıtlayan örneklerden yalnızca birkaçı. Örnekler sonsuz. Zira aptallık insanlığın olduğu her yerde…” / “…Van Boxsel çareyi aptallığın kendi diyalektiği içinde arıyor ve şu reçeteyi öneriyor: -Aptalca bir harekete karşı en iyi çare, onu derhal tekrarlamaktır. Tekrar, aptallığın zehrini akıtır ve onu şakaya dönüştürür. Böylece aptallık bilinçli hale gelmiştir; herkes bizi komik bulur. Kültürümüzde akıllılık böyle biçimlenir-".

 

Ben bir web sitesinden satın aldım bu kitabı. Böyle sitelerde,  “bu ürüne bakanlar, bunlara da baktılar” ve/ya “bu ürünü inceleyenlerin diğer satın aldıkları… diye bölümler de oluyor biliyorsunuz. “Aptallık Ansiklopedisi”ne bakanlar, bakın başka hangi kitaplarla da ilgilenmişler ? Jean Baudrillard’ın “İmkânsız Takası”ına, Emil Michel Ciora’dan “Çürümenin Kitabı”na, yine Baudrillard’den “Kötülüğün Şeffaflığı” eserine, Agnes Heller’in “Bir Ahlâk Kuramı” ve Michel Fouccault’un “Doğruyu Söylemek” isimli çalışmasına bakmışlar. Bu (rastlantı ile) aranan diğer kitapları, (doğrusal ilişki içeren) bir cümle içinde toplayıverdim: “Çürümenin kitabı, ancak kötülüğün şeffaflığına dayanan bir ahlâk kuramı ile kaleme alınabilir. İmkânsızın takasına tâlip olanlardan ise, hiç değilse bazıları, doğruyu söylemek zorundadır…”  Bu sorumlulukla, “…Coğrafya tarihin bir parçasıdır ! Denizin çekilmesinin de tarihi bir süreç olduğunu idrak edemiyoruz. Yok eğer, mutlaka bir yerlere su taşınacaksa,  önce MİLETOS'un tuvaletlerine şehir suyu götürelim de, EFES'te deniz suyu eksik kalsın ! TEOS'taki Menengiç ağacını kesmeyelim, susuz bırakmayalım da, yat limanı kusur kalsın !” diye, tarihe not düşmek gereksinimi belirdi.

 

Geçen yüzyılda Lucien Fevbre

Yazının Devamını Oku

Bir “Menengiç” Ağacıyım, “Teos Meclis Binası”nda…

20 Ekim 2017
 “Bilir misiniz, ‘…Sakız ağacı familyası’ndan geldiğimi ? Lâtince tür adımın ‘Pistacia Terebinthus’ olduğunu, en fazla 10 metre boy attığımı ve yavaş büyüdüğümü…

 

Farklı yörelere göre değişik isimlerle ünlendiğimi, ‘çitlenbik, çedene, çitemik, çıtlık, çıtımık  ve bıttım’ gibi isimlerimin de olduğunu, Attilâ İlhan’ın söylediği şiirdeki gibi, ‘Melengeç’ diye de çağırıldığımı… Her toprak yapısında yetişmeye elverişli olsam da, kuru ve yumuşak topraklarda daha iyi geliştiğimi; kırmızımsı bir çiçeklenmenin ardından oluşan meyvelerimin,

olgun hallerinde yeşil ve maviye döndüğünü, bilir misiniz ?”

 

“…Bazı kaynaklarda tam bir gençlik iksiri olarak işaret edildiğimi, adımın şifâlı bitkiler arasında geçtiğini, meyvelerimden kahve ve sabun yapıldığını, dallarımda oluşan reçineden elde edilen sakızın, bal ile karıştırılıp tüketilmesinin mide ve böbrekler için faydalı olduğunu, yapraklarımın çay gibi kaynatılıp içildiğini, vitamin ve mineraller bakımından hayli zengin sayıldığımı…’ bilir misiniz ?”

 

“12 İon kentinden biri olan ve ilk kez 1080’lerde kurulan

Yazının Devamını Oku

“Ege’nin Gazozları…” Neredesiniz ?

16 Ekim 2017
Bu coğrafyada, ayaküstü sohbetlerde, tarafların birbirine teklifsiz sorduğu bir sorudur; “Memleket neresi ?” Cevabın sıcaklığına göre, hemen arkasından “devam”ı patlatılır; “neresinden ?” diye. “İçinden , dışından, şurasından, burasından…” diye dallanıp budaklanır konuşma.

 

Çoğu zaman, doğup büyüdüğümüz yer, şehir, kasaba, köy, bu sözcüğün içinde “hasretlenir”. Yazıya oturduğumda, bana da böyle oldu bugün. “Memleket neresi ?” diye sordu “içimden bir ses”. Ve hatırlamaya başladım…

 

Evde, anneannemin başının etini yerdik; (limonlu-şekerli suyu, karbonatla köpürterek bizi kandırdığını sonradan öğrendiğimiz haliyle…) “bize gazoz yap” diye… “Edremit’te askerlik yaparken yeğeninin doğum haberi gelmiş de, arkadaşlarına gazoz ısmarlamış, filân…” ;  bu hikâyeyi de babam düşürmezdi dilinden. Çay bahçeleri, yazlık sinemalar, okul kantinleri; böyle böyle girdi lugâtıma “gazoz” sözcüğü. Ardından, “gazoz kapağı, gazoz açacağı, gazoz şişesi, gazozcu” ve nihayet, (kâğıt oyunlarında, yenildikçe arkadaşlarına sürekli içecek ısmarlayan oyuncu anlamındaki) “Gazoz Ağacı…” Fakat açık söylemeliyim, (sonradan bir hafifseme deyimine dönüştüyse de, bizim, hayat memat meselesi olarak algılayıp) “Gazozuna Maç” yaptığımız senelerde, hiç aklıma gelmezdi; bir gün gelecek ve ben “Gazoz Festivali” için, bir köşe yazısı yazacağım.

 

İşin aslı şu: Ümraniye Belediyesi, “bu iki sözcüğü ve arkasındaki anlam yükü”nü birleştirerek,  “bu güzel ‘Memleket’in, neresinden olursa olsun;  gazozlarını, gazozcularını bir araya getirelim, ‘tanış olalım, tanıştıralım, buluşalım, buluşturalım…’ diyen proje sahipleri”ne destek olmaya karar verince, bana sadece, bu keyifli organizasyonu, okuyucuya duyurmak kaldı.

 

“Memleket Gazozu”

Yazının Devamını Oku

Sıkıysa “bir tur atsana” tehdidi…

13 Ekim 2017
Ağustos 2011’de, (o zaman Bornova Belediye Başkanı olan) Kâmil Okyay Sındır Hocamıza,bir “açık mektup” yazmıştım; “bu köşe”den…

 

Mahalleli kimliğimle, kendisini küçük bir gezintiye davet etmiştim: “...Şehir içi yollarımızın zemin kaplaması içler acısı; ‘18 delikli golf sahası’ gibi. ‘En düzgün yerler, ancak selülitli bir bacak kadar’. EVKA 3’ten başlasak; şöyle yarım saat, bilemedin kırkbeş dakika, başbaşa bir Bornova turu yapsak…  Ama otomobille değil, yürüyerek de değil... Benim ‘sepetli Vespa’yla dolaşsak.  Başımızda kasklarımız; (ahaliye de örnek olsak) ben selede, Sayın Başkan sepette; ‘mecburen yere benden daha yakın...’  ‘Kasislere ve çukurlara, yamalara ve eklentilere, mazgallara ve oyuklara’ düşmemek için, azami gayreti sarf edeceğim; söz !

 

…Amacım, sadece benzersiz bir gözlem fırsatı sunmak. Hiçbir yerel yöneticiye nasip olmamıştır böylesi... Başı şeylerin sözcüklerle anlatılması her zaman pek mümkün olamıyor. Düşündüm taşındım, derdimizi iyi tarif etmek için, bundan daha sevimli bir yol bulamadım. Bilmiyorum, (inşallah yoktur) Sayın Başkan’ın böbrek taşı sıkıntısı filân var mı? Şayet varsa, gezintimiz o illete de ilaç gibi gelecektir…

 

…Sayın Başkan, gelin kırmayın beni. Ucundan kıyısından bir hukukumuz var sayılır. Size olan sevgimi de, dostluk hislerimi de bilirsiniz. Günü ve saati siz belirleyin; ben uyarım. Yanıtınızı bekliyorum. Baki selam ve saygılarımla...” demiştim.

 

Biz, İzmir’de,

Yazının Devamını Oku

Akıllı Trafik ve “GÖZÇÖPKALHORDER”

9 Ekim 2017
Birkaç yıl önce, bir okuyucum soruyordu; “…Nihat Bey, bu devreye yeni alınan ‘Akıllı Trafik Sistemi’, ne kadar akıllı ?

 

Mesela ‘arabadan inin bisiklete binin’ diye akıl öğretiyor ya; İzmirli nerede binecek bisiklete ?” “Akıl öğretme”nin tek başına işe yaramadığı ise, Cumartesi günü, Cemal Tükel’in, “TİCARET”teki “Suya Sabuna…” köşesinde anlatılıyordu:

 

“…Bisiklet yolu kontrolsüz yol değildir… İzmir Büyükşehir Belediyesi, Körfez’in etrafını sararak başladığı bisiklet yollarını hızla uzatmaya çalışırken, bu yollar maalesef kural tanımaz ve yolu kullanmayı bilmezler tarafından terör geçitleri haline getiriliyor… /… Geçtiğimiz hafta içinde ‘Sahil Evleri’nde bisiklet yoluna giren ve alkollü olduğu ileri sürülen bir motosikletli, seyir halindeki bir bisikletliye çarparak ciddi şekilde yaralanmasına neden oldu. Bugüne kadar bisikletlilerin çarpıştığı veya yayaya çarptığına dair bazı haberler geliyordu ama bu defa illegal şekilde bisiklet yoluna giren bir motosiklet bir bisikletliye çarptı. Bisikleti kullanan kişinin çene kemiği kırıldı ve yüzünde ciddi hasar meydana geldi. Kendisi hala yoğun bakımında tedavi görüyor…”

 

Aynı gün, “HÜRRİYET EGE”de, Deniz Sipahi ise, “İZUM”u (İzmir Ulaşım Merkezi’nin yeni uygulamasını) tanıtıyordu:

 

“…Bir kere akıllı telefonlarınıza İZUM’u indirin. Akıllı trafik sistemini cebinizden, bilgisayarınızdan izleyebiliyorsunuz… /...Örneğin işten eve giderken uygulamayı açtım; yollardaki sıkışıklığı ekrandan izledim. Sonra nöbetçi bir eczane aradım; GPS beni adresin önüne kadar götürdü. Yine gittiğim güzergâhta boş otopark olup olmadığını merak ettim, uygulama beni boş alanlara doğru yönlendirdi. Uygulama zaman içinde geliştirilecek ve yeni özellikler de eklenecekmiş… /...İkinci detay şu:  Perşembe saat 11.30’da, ekrandaki trafik ihlâli sayısı 26 bin 14’tü. Gece yarısına kadar belki bu sayı 100 bini de geçecekti. Günde 100 bin ihlâlin olduğu bir kentte, elbette trafik sıkışıklığı da olur, başka şeyler de... Girilemeyen sokaklar, yanlış parktan dolayı tıkanan caddeler, tek şeride düşmüş bölgeler... Yani şunu söylemeye çalışıyorum. Trafik sıkışıklığının bir nedeni de bizleriz. Yani sürücüler...”

Yazının Devamını Oku

Thales, “Haroşo”ya dikkat çekerken…

6 Ekim 2017
Sezon açılışına 10-15 dakika var; Ceyhan Olten ile yan yana oturuyoruz konserde…

Diğer tarafıma da Miletos’lı Thales gelmez mi ? Hemen konuşmaya başladı: “Yazılarını okuyorum evlât…” dedi, “fena değil, fena değil… Felsefeci halimle kolay anlıyorum da, matematikçi kimliğimle karışık geliyor bazen. Bizim Miletos için yazdıklarını da gördüm, son iki yazında. Hattâ, ‘lâfın düzünden anlamayanlar için, gereken açıklama gelmezse, bir sonraki yazıda, -iki ters bir yüz- anlatmayı deneyeceğim’ demişsin. Yedi Bilge’den biri olarak diyorum ki; Yanlış ! Bir Geometri ustası, bir Astronom olarak, ‘şiş örgüsü çeşitleri bahsinde’, daha iyisinin yapılabileceğini iddia ediyorum...”

 

Bu kuvvetli giriş cümlesinden sonra, itiraf etmeliyim ki, ikimiz de biraz şaşırdık. “Siz daha iyi bilirsiniz, elbette… Peki nasıl anlatalım ?” diye sormak zorunda kaldım. “Bak” dedi. “Şiş örgüsü tekniğinin, siyasete (Ceyhan Bey’e doğru eğildi…), hattâ sanata yansıması, tahmininizin çok ötesinde, ezoterik bir ilişki yumağıdır. Bunu, benim gibi ikinizden de çok yaşlı bir adamdan duymak tuhaf değil mi ?”

 

“…Sizin kavminiz, bizden bin yıllar sonra, Anadolu’da, Cumhuriyeti ilân ettiğinde,  örgü tercihiniz ‘Selânik’ti. Selânik örgüsü, elâstik bir yapıda olduğundan, sıcak ve samimi bir dokuda biçimleniyordu. Fakat bu örgünün bir dezavantajı vardı; kullanırken özen gösterilmezse, esneyip sarkma yapabiliyordu. Üzerinden 90 sene geçmeden, bu deformasyonu başardınız ! Ama siyasetçilerinize bu ‘kullanım hatası’ dahi yetmedi. Çünkü Selânik örgü de ‘gerçek ve yalancı’ olmak üzere ikiye ayrılıyordu...”  Yüzlerimizdeki hayret ifadesini görünce, daha da keyiflendi ve elleriyle, parmaklarıyla târif etmeye başladı: “…Gerçek Selânik şöyle örülür: ‘1. sıra; 1 kenar ilmek, 1 düz, 1 ters, 1 düz devam edilir, sonunda bir kenar ilmek... / 2. sıra: 1 kenar ilmek, 1 ters, 1 düz örmeden alınır ve şişin üzerine 1 dolama yapılır filân; uzatmayalım…’ Bu şekilde örüldüğünde, ‘parçanın önü de arkası da aynı desende olur. Yani bu örgünün içi dışı birdir, felsefî olarak da gizlisi saklısı yoktur’. Oysa, yalancı Selânik’te 3 ters, 1 düz kullanılıyor. Göremediğiniz yüzünde farklı bir desen oluştuğu için, görmediğiniz gizli gündem, sessiz sedasız şekillendi…”

 

“Gözden kaçırdığınız şuydu: ‘1 düz sıranın üzerine 1 ters sıra örülerek oluşan örgüye, düz örgü’ deniliyor. ‘Ama her sırayı ısrarla ters örerseniz’, ‘haraşo’ yapmış olursunuz. Bu durumda, ‘2 ters 1 yüz’e şükredip, kaderinize razı mı olacaksınız ?. Yani, Miletos’un perişanlığına dikkat çekmek istiyorsan, ‘2 ters 1 yüz’le yetinme ! Anadolu’nun hâli ‘haroşo’ya dönmüş; ondan bahset biraz ! İtiraf etmeliyim ki, ikimiz de sarsılmıştık. “Neyse… bu günler de geçer. Asıl, başka  bir konuda sitem edeceğim sana..” diye üsteledi. “Hayrolsun” diyebildim.

 

Yazının Devamını Oku

“Lâfın düzünden anlamayanlar için…”

2 Ekim 2017
Cuma günkü “Miletos’un koçanıyla neler yapılabilir ?” mealindeki yazıma, sadece “asıl yanıt vermesi gerekenler” ilgi göstermedi.

Hiç hayret etmedim ! Açıkcası, “ben, bu hakikati neden daha önce fark etmedim” diye hayıflandım. Medyanın herşeyi bu kadar “ters-yüz “ ettiği bir ülkede, haftada 2 gün, okunsun diye, saf saf “düz-yazı”lar yazıyorum. Bugün, son yazımı, kelimesine dokunmadan, “lâfın düzünden anlamayanlar için…” (sondan başa doğru okunacak şekilde) “ters”inden yazmak geldi aklıma. Fotoğrafları da baş aşağı basmalarını rica ettim ama bilmiyorum; yaparlar mı ? Ben de basılınca-basılırsa göreceğim. Gelmesi gereken açıklama gelmezse, bir sonraki yazıda, “iki ters bir yüz…” deneyeceğim.

 

“Tantalos’un Tartaros’una düşesiceler…”

Bütün zamanların en büyük “Antik Ege” bedduasını hatırlıyorum :

Çetin Altan Usta’dan öğrendiğim, böyle durumlarda, sebep olanlar için,

“Thales’in Miletos’u”nda vaziyet böyle Efendim…

 

Yüzümde muzır bir tebessüm, son paragrafa geçiyorum.

Yazının Devamını Oku