Sahnede, sesini “insan sesinden ayrı bir enstrüman” gibi kullanan Irina Sarbu ve arkadaşlarını (Ciprian Parghel / Kontrbas ve Tudor Parghel / Davul) orijinal yorumları ve birlikte müzik yapılan 15 yılın “dem”i ile dinledik.
Piyanist Puiu Pascu’yu, yukarıdaki parantezin içinde anmadım, çünkü; o bir parantezi “tek başına” hak ediyor. Zaten konser kitapçığında Pascu için yer alan satırlar da, benim bu tercihimi doğrular bir “ayrıcalıkla” yazılmış: “...Varlığıyla, izleyicileri ve basını her mekâna veya festival konserine çekmeyi başarabilen bir piyano virtüözü, bir doğaçlama ustası... İlham verici bir bestekâr ve kariyerinin zirvesinde... / ...Piyano çalarken yaşadığı coşkunluk ve keyif, karmaşık ve çetrefilli armoniler ve ritimler, orijinalite, yorumlama ve yaratma sürecindeki yoğun tutku, Pascu’yu Romanya’da eşi benzeri olmayan, biricik bir sanatçıya dönüştürmüştür. Bir etkinlikte o varsa, o etkinlik sıradışıdır ! O hangi sahnede varsa, ismi mutlaka zihinlere kazınır...”
Sözü, “parantezler” üstüne devirmişken, yıllardır, özellikle “etnik müziğe yatkın “ olan Romen sanatçıların açmasını beklediğim, “başka bir parantez”den daha bahsetmeden geçemeyeceğim. Aslına bakarsanız, bu bana düşmezdi ama, madem ki Romen dostlarımız “henüz fırsat bulamadılar”, ben hatırlatmış olayım. Belki gelecek senelere faydası dokunur... Adını, “büyük bir müzik adamı”ndan alan Romen Kültür Merkezi’nin, “zor ödenecek hakkı” da, belki biraz hafiflemiş olur.
Bizim, kendisine seslendiğimiz ismiyle,
Çünkü, kavramları “temsil” ederler.
Kavramlar, “algı”yı tetikler.
Algı, “iletişim”e dönüşür...
“26. İzmir Avrupa Caz Festivali”, yine, üzerinde düşünülmesi gereken “sözcüklerin ışığı”nda açıldı.
Yazarken ve okurken ne diyoruz?
İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı “İKSEV”in, “ev sahipliği”nde...
Bu şartlarda, zor yazılır / İzmir hakkında bir yergi...
Zaten maksadı yazarın / üzümü yemek olunca
Şiir ile anlatacak / bunu bir yazı boyunca...
Kanun ile Çağlar Fidan / kemanıyla Burak Savaş,
Ve Tanbûrî Selim Şenol / göründüler yavaş yavaş
Geçen hafta,
“Feyzi Aslangil’e Mektuplar”ı, Mülkiyeliler’e, Kuzguncuk’ta okumak ve çalmak için, yine İstanbul’daydım. Tesadüfen davet edildiğim “Hezarfen San'at Atölyesi”nin kapısından girdiğimde, Üsküdar - Aziz Mahmud Hüdayi Mahallesi’ndeki Atölye’de, “her ay düzenlenen Mûsikî Akşamları”ndan da, cuma akşamının bu ayki konuğu olan, İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu Ses Sanatçısı Güzin Değişmez Hanımefendi’nin, Birol Yayla’nın Tanbur’u, Yağmur Damla Bilgin’in Klâsik Kemençe’si ve Alper Akaryıldız’ın Kanun’u refakatindeki, “sohbet ve tadımlık konseri”nden de haberdâr değildim. Neyzen(başı) Salih Bilgin’in takdimi ile başladı akşam...
Güzin Hanım’ın ,
"Bir gün birilerinin yaşam öykümü dinleyeceğini aklımdan geçirmemiştim" cümlesi,
samimi olmasına samimiydi ama, Sabite Tur Gülerman’dan bahsederken,
“önümdeki notaya bakıyordum; hiçbir yere sığmıyordu bu okuyuş”
Konya'da, doğduğu yıl vücuduna batan 15 santimetre uzunluğunda iğneyle
26 yıl yaşayan kadın, ameliyatla sağlığına kavuştu.
Fransa'da Alp Dağları'nda 26 yıl önce, tırmanış yaparken,
buzulların altında kalarak kaybolan ve cesedi dağcılar tarafından bulunan kişi,
5 bölümlük “bir özge muammer bey” için, “...öyle çocukluk yıllarımdan başlayarak, annemden dinlediklerime bağlanır. Annem, Yunan işgalini İzmir'de yaşamıştır, çocukluğumuz boyunca ondan şehrin işgal altındaki yaşantısıyla ilgili bir sürü şey dinlemiştik, ben hem bunları işgal gerçeğinin acılığıyla ortaya koymak istedim, hem de Muammer bey'in iç serüveniyle 'dünyanın bir kavga, kavganınsa bir büyük yaşamak' olduğunu ! Bu şiirle ilgili, ummadığım bir şey, Timur Selçuk'un ’karantinalı despina'yı bestelemesi oldu. Bir gün bir telefon, hattın öbür ucunda o, kibarca bazı şiirlerimi, bu arada karantinalı despina’yı bestelediğini bildiriyor, plak yapmak için izin istiyor. İstediği izin olsun, verdim gitti. İşin garibi o ki, aslında gayet başarılı bir beste olan parça, bilinmez neden TRT'de sansüre takıldı, besbelli bu yüzden kalabalıklarca dinlenemedi...” paragrafını bırakmıştır meraklısına.
“Karantinalı Despina”, şiirin üçüncü bölümüdür. Burada, İzmirli’ye “Karantina”yı tekrar tekrar anlatacak değiliz. Lâkin dışarıdan gelenlere, “Sahibe’l Meydân” rızası için, hiç değilse (Meryem Ana’nın da isimlerinden biri olan) “Despina”dan bahsetmek icap ediyor.
“...Bir gül takıp da sevdalı her gece saçlarına / çıktı mı deprem sanırdın 'kara kız ' kantosuna / titreşir kadehler camlar kırılır alkışlardan / muammer bey'in gözdesi karantina'lı despina... /...çapkın gülüşü şöyle faytona binişi kordelia'dan / ne kadar başkaydı her kadından her bakımdan / sınırsız bir mutlulukta uyuturdu muammer bey'i / ustalıkla damıttığı o tantanalı aşklarından... / ...işgal altüst etti nasıl da izmir'de her şeyi / öğrendi kullanmasını despina bu yanlış geceyi / körfez'de parıldayan yunan zırhlılarına karşı / miralay zafiru'yla ispilandit palas'ta sevişmeyi... / ...gemi sinyallerinin gece bahçelere yansıması / havuzda samanyolunun ‘hisarbuselik’ şarkısı / demlendikçe yalnızlığı aydınlanıyor muammer bey / olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması...” Biz, anlıyormuş gibi yapsak; belki, şiirde “betimlenen şarkılar”ı, yakıştırmalar yapıştırıp, tahminlemek mümkün hale gelir. En azından okuyucunun seçeneklerini yelpazelemiş oluruz.
Birinci bölümde;
2006’da, 36 ülkeden 52 dernek ve kulübün üyesi olduğu FICC, (Uluslararası Kampçılık ve Karavancılık Federasyonu) “Rally” adındaki “Uluslarlararası Büyük Buluşması”nı İzmir’de yapmak istemişti de (İzmir Büyükşehir Belediyesi, -Bu kadar kalabalık İnciraltı’ndaki doğal dengeyi bozar, ortalığı çöplüğe çevirir, karavanlarını da bırakır gider bunlar- yollu dünyadan habersiz ve komik gerekçesiyle eşsiz bir fırsatı reddettiği ve koca İzmir’de başka da bir yer gösteremediği için...) Türkiye Kamp ve Karavan Derneği, misafirlerini Gümüldür-Hipocamp’da ağırlamıştı... Bu “ufuk faciası”nı defalarca yazıp çizmiştim, bu köşede...
“...Bugün Avrupa’daki bütün büyük şehirlerin (Venedik, Paris, Berlin, Atina dahil...) neredeyse hemen hepsinde, şehrin tam göbeğinde konuşlanmış olan kampinglerin adına, 1990’larda basılmış kamping rehberlerinde bile rastlarsınız...” diye konunun üstüne üstüne gitmiştim de hattâ, “İzmir’in V-Kamp ve İnciraltı BP-Kamp günlerini hatırlayanlar”ın içi “cız” etmişti...
21 Haziran 2013’te yazdığım, “Kordon’da 9 çadırlık sürekli bir kamping düşlüyorum” başlıklı yazıyla ise, (bazılarının gözünde) meseleyi iyice abartmış, (ve özetle) “...Kordon’un, zaman zaman esen ‘delice’ rüzgârı biraz zorlar elbette. Ama sabahı ve gecesi ‘eşsiz’ olacaktır; önce günbatımı, sonra ‘yıldız pikniği’. Adı ‘9 Eylül’e armağan edilmiş, 9 çadırlık sürekli bir kamping düşlüyorum... / ...Kuralı olsun, yasağı olmasın...” diyerek dönen tekere çomak sokmuştum. Birinci Kordon’da kurulan çadırların, “turizme ve EXPO faaliyetlerine zarar verdiği” gerekçesiyle (?!) kaldırıldığı günlerdi. Aksi görüşü savunmuş, “EXPO için eşsiz bir tanıtım fırsatı ve simgesini kaçırıyoruz” demiştim. “Kim üstüne alınırsa TV’de tartışalım” demiştim de, kimse üstüne alınmamıştı...
Bu olaylardan 3 yıl sonra, 2016 yılında, EGE TV’de kendisiyle sohbet ederken; Sayın Tunç SOYER’e, kaçan bu “2 büyük balığı” hatırlatmış ve ekrandan, zamanın FICC Başkanı João Alves Pereira’nın “kampçılar”a ithafen yazdığı mektuptan bir bölüm okumuştum:
“Salatalık” ya da “bâdem” diyerek yumuşatmaya çalışıp, “telâffuzu gereken aslı” ndan vazgeçtiğimiz için doğru dürüst “hıyar” demekten çekinir hâle geldik.
Oysa, (Farsça kökenli) “hıyar”a “hıyar” demekte, ne sakınca olabilir?
Buna rağmen, okuyacağınız “köşe yazısı”nın, manşetlerdeki, “tanzim satışlar” ile bir alâkası yoktur.
Yani, “domates, biber, patıcaaaan...” diye devam edecek bir serinin hazırlığı içinde filân da değilim.
Bu yazı, sadece (nedense) “Sözüm Meclisten Dışarı...” diye başlayan bir “Cucumis sativus” şiirini, farklı bir bakış açısıyla yorumlamak ve “yerel seçim zeminindeki hukukî perspektif ile ilişkisi” üstüne fikretmek, niyetiyle yazılmıştır.
Barış Manço’nun bir diğer çalışması;