Kamuoyuna yansıyanların, yaşananların çok azı olduğu; örgütün mahrem imamları ya da “abi, imam” denilen yöneticiler tarafından gerek yurtiçinde gerek yurtdışında kullanılan örgüt üyesi kadınlar tarafından bizzat ifşa ediliyor.
Aynı zamanda birbirlerinin ses ve görüntülerini kaydeden kadınlar, bunu çeşitli mecralarda farklı yollarla paylaşıyorlar.
SARGIN’IN REZALETİ ÖRGÜTÜ SARSTI
Örgüt yönetimi ise olan bitene sessiz kalıyor. Son olayda şaşırtıcı olan, Süleyman Sargın’a örgütün sosyal medya hesaplarında sahip çıkılması oldu.
FETÖ’cü mahrem imam Sargın, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, N.K. ile ilişkisini, Bosna’ya gidişini doğrularken, bunun evlenme amaçlı olduğunu iddia etti.
Oysa, Sargın’ın örgüt üyesi N.K. ile baskı ve tehdit ile ilişkiye girmesi eldeki kayıtlarla sabit.
15 Temmuz sonrası örgütün yöneticilerinin yurtdışına kaçması, yurtiçindeki örgüt yönetici ve üyeleri üzerindeki kontrolün zayıflaması hem parasal konularda hem de örgüt üyesi kadınlara yönelik istismarlarda önemli rol oynadı.
Örgüt içinde birbirini dolandırmak sıradan hale geldi. FETÖ elebaşının ölümü sonrası örgütün parasını kontrol etmek için grupların savaşı devam ediyor.
Öyle ki FETÖ elebaşının “Yapılan yanlışlıklardan dolayı ıstıraplar içinde kıvranıyorum” diye pişmanlığını dile getirdiği, sağlık sorunlarından dolayı zorla konuştuğu ve örgüt tabanında çözülmeye katkı sağlayan haberi olmadan çekildiği anlaşılan bir videosu bile sızdırıldı.
TACİZ VE TECAVÜZLERİN ÜSTÜ ÖRTÜLÜYOR
Amerika’da örgüt üyesi kadınlara tecavüz eden, eşleri yurtdışına kaçan Türkiye’de kalan örgüt mensubu kadınların yaşadıkları taciz skandalları birbirini kovalıyor. Örgüt yönetiminin suskun kaldığı, ancak mağdurların çok az ses çıkarabildiği, örgüt tabanının görmezden geldiği bu olaylara bir yenisi eklendi.
Örgüt içinde şimdilerde FETÖ elebaşı Gülen’in öğrencilerinden olan örgütün Zaman gazetesinde de yazarlık yapan Süleyman Sargın’ın yaşadığı evlilik dışı ilişki konuşuluyor.
15 TEMMUZ’DAN SONRA KAÇTI
Sadece ilişkinin biçimi değil, Süleyman Sargın’ın ilişki kurduğu örgüt üyesi kadına yönelik tehdit ve şantajları olayı farklı bir boyuta götürüyor.
Önce
Soran kişi bakışımdaki tuhaflığı anlamış olmalı ki, “Hayır, açılım yapılsın diye söylemiyorum, devlet tekrar bizi PKK’nın kucağına atar mı?” diyerek endişesini dile getirdi.
Sonrasında da en büyük kaygısının yeniden bir açılım yapılması ve öncekinde olduğu gibi PKK’nın bölgede hâkimiyetini artırması olduğunu anlattı.
Gerçekten de öyle olmuştu; PKK’nın silah bırakacağını, terörün sona ereceğini zanneden hükümet, Amerikancı-AB’ci liberaller, gazeteciler, yazarlar, tiyatrocular, sinemacılar dahil, kimileri de “Akil Adam” adı altında 2013-2015 arasındaki açılım sürecinin parçası oldu.
SORUNU ÇÖZME İRADESİ
Birçok maliyeti olan süreç ile ilgili bugün olumlu söylenebilecek tek şey; devlet sorunu çözme niyetini ortaya koydu ama terör örgütü PKK bunu sabote etti, HDP de PKK’nın güdümünden çıkamadı.
İyi de bunu görmek için şehirlerin, kasabaların, mahalle ve sokakların altında çukur ve hendekler açılması, 800’e yakın şehit ile Türkiye’nin bölünme tehlikesiyle karşı karşıya gelmesi mi gerekiyordu...
FETÖ’cü polis, savcı ve hâkimlerin “Oslo görüşmeleri” nedeniyle 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve yardımcılarını “PKK’ya yardım ve yataklıktan” tutuklama girişimi yaşanmışken, bu tür süreçlerin her an içeriden sabote edilebileceği gerçeğine rağmen, nasıl olup 2013 yılında da bir ‘açılım’a kalkışıldı anlamış değilim?
Hem de HDP üzerinden PKK ve
Sağ siyasette milliyetçilikten İslamcılığa kadar uzanan yelpazede geçişkenlikler mümkündür. Aşırı uçları kenara bırakırsak birbirine uzak hatta zıt görünen İslamcılık ile milliyetçiliği pratikte “akraba” sayanlar bile vardır. O yüzden İslamcı birinin milliyetçi, milliyetçi birinin İslamcı kimliğe geçişi çok da yadırganmaz.
Ama sol mahalle içinde, bırakın düşünce farklılıklarını, aynı idealleri paylaşsalar bile uygulamadaki farklar; hakareti, aşağılamayı, itibarsızlaştırmayı, hedef göstermeyi ve sonunda “örgüt içi infazı” bile getirir. Ama kastettiğim örgüt içi infaz, DHKP-C veya PKK gibi terör örgütlerininkinden farklıdır. Bu terör örgütleri “ajan, işbirlikçi” diyerek örgüt içi infaza girişirler. Günümüzdeki “örgüt içi infaz” ise sosyal medya üzerinden yapılan linç ayini ile “itibarsızlaştırma” olarak gerçekleşiyor.
İNCE’YE ‘SARAYIN ADAMI’
Çok kısa süre içinde gerçekleşen üç örnek vereceğim. 14 yaşından beri CHP’li olan, partide her görevi üstlenmiş, hatta CHP’nin ilk cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, seçimi kaybettikten sonra öyle bir itibarsızlaştırıldı ki âdeta bir günde “sarayın adamı” ilan edildi.
Sol mahallenin ünlü televizyoncularının, gazetecilerinin 2018 cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi röportaj üzerine röportaj yaptığı Muharrem İnce’nin artık yüzüne bile bakılmıyor.
Memleket Partisi’ni kuran Muharrem İnce, CHP’den ayrılmasını, “Bana neden ayrıldın diyenlere tekrar söylüyorum... Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce gibi Atatürkçüleri partiden yolladın. Oraya FETÖ’cüleri doldurdun, PKK’lıları, Sorosçuları doldurdun...” diye açıkladı. Tek bir kişi bile “Kimi, neyi kastediyorsun?” demeden yine lince maruz kaldı.
BİR FOTOĞRAFLA İMAMOĞLU’NA DA İNFAZ
“Örgüt içi infazın”
Deneme kitaplarındaki soruları, KPSS sınav soru kitapçığında yer alan Yediiklim Yayınevi sahibi ile ilgili FETÖ soruşturmalarını son yazımda anlatmıştım.
ÖSYM’de başka bağlantıların ortaya çıkarılması için de soruşturma genişletiliyor. Çünkü 15 Temmuz’dan bu yana ÖSYM’den sadece 15 FETÖ’cü ihraç edilmiş. Bu şu anlama gelir; emniyetin raporuna göre, 2005-2013 arasındaki sekiz yılda 12 sınav dalında 206 bin kişinin mağdur edildiği soru hırsızlığı yapılan, hatta bir başkanı da yargılanan ÖSYM’de ya FETÖ’cüler neredeyse yok denecek kadar azmış ya da neredeyse hiç temizlik yapılmamış. Bence ikincisi, son olay bize bunu gösteriyor zaten. Devletin tüm kurumları şimdi çok geniş bir araştırma ve soruşturma içinde.
DARBEDEN HEMEN SONRA GELEN İHBAR
Eğer ÖSYM’deki FETÖ’cü temizliği son skandala adı karışan Yediiklim Yayınevi ile ilgili FETÖ soruşturması gibi yapıldıysa yaşanan sonuç kaçınılmazdır.
Neden olduğunu anlatayım:
Fethullahçı Terör Örgütü’nün 15 Temmuz darbe girişiminden tam 39 gün sonra 23 Ağustos 2016’da 112 Acil Çağrı Merkezi’ne şu acil ihbar yapılır: “Altındağ İskitler Samyeli Sk. No. sayılı adreste faaliyet gösteren Yediiklim Eğitim Bilgisayar Ltd. Şirketi, Vergi No 95601951... olan 06 MNR 46 Mercedes Jeep içinde şu an 600.000 TL civarında bir para var ve bu parayı Akın İpek’in annesi olan Melek İpek’in şoförü bu adrese getirdi. Bu parayı Yediiklim Ltd.’nin sahibi Münir Çelik teslim aldı. Bu, firmanın Fethullahçı olduğunu beyan eder. Ayrıca ekipler ararlarsa yardımcı olurum, kamera kayıtlarını gösterebilirim şu anda da Fethullah Gülen’in kitaplarının kapaklarını söküp değiştirirler.”
İhbarcı ankesörlü telefondan aramaktadır ve suçüstü yapılması gereken önemli bir bilgi vermektedir. İki polis memuru ihbarı saat 13:17 itibarıyla “Emniyet Vaka Formu”na kaydeder.
İhbarda adı geçenlerden
Doğal olarak, herkesin aklına, sadece 2005 ile 2013 arasında KPSS, Polis Akademisi, Polis Koleji, Komiser Yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı memurluğu ve konsolosluk memurluğu sınavları, kaymakamlık sınavı, hâkim ve savcı adaylığı sınavı, TSK mülakat sınavlarında hile dahil sekiz yılda 260 bin kişiyi mağdur eden FETÖ geldi.
ÖSYM’NİN SKANDAL AÇIKLAMASI
Konunun üç yönü var: Birincisi sınavı gerçekleştiren ÖSYM, ikincisi benzer soruları yayınlayan Yediiklim Yayınevi, üçüncüsü ise sınavın mağdurları.
ÖSYM’nin olayın ortaya çıkmasından sonraki tutumu tam skandal üstüne skandal. Soruların, yayınlanan soru kitapçılığı ile aynı olduğunun ortaya çıkmasından kısa süre sonra ÖSYM’nin sosyal medya hesabından şu mesaj yayınlandı: “Bazı sınav sorularının bir yayınevinin deneme sınavı sorularıyla aynı olduğuna ilişkin sosyal medya platformlarında ortaya atılan iddiaların incelemelerimiz neticesinde asılsız olduğu anlaşılmıştır.”
DDK DEVREYE GİRDİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan hemen Devlet Denetleme Kurulu’nu devreye soktu. Daha akşamına iddiaların asılsız olup olmadığı devletin en üst teftiş kurulu olan Devlet Denetleme Kurulu tarafından açıklandı. 2 Ağustos akşamı ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Halis Aygün görevden alındı. DDK’nin suç duyurusu üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 3 Ağustos günü, “sahtecilik”, “kamu aleyhine dolandırıcılık” ve “görevi kötüye kullanma” suçlarından soruşturma başlatıldı. Ardından soruları yayınlayan Yediiklim Yayınevi şirketine ait iki adreste Mali Şube tarafından arama yapıldı. Soruşturma ÖSYM’ye de uzanacak.
Bu skandalın, ÖSYM’nin içindeki birileriyle gerçekleşen münferit bir olay mı yoksa örgütlü mü olduğu Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturma sonucunda çıkacak.
YEDİİKLİM HAKKINDA İKİ FETÖ SORUŞTURMASI
15 Temmuz gecesi Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı’nı teslim almaya giden FETÖ mensuplarından Gürsel Aktepe’nin itiraflarıyla ilgili kampanya bunlardan birisi.
Defalarca verdiği ifadelerde, FETÖ’cü Emniyetçiler olarak darbe gecesi ne yaptıklarını itiraf eden Gürsel Aktepe, mahkemede ifadesinin “ilaç içirilerek” alındığını söyleyip kurtulmaya çalıştı. FETÖ’cüler de bunun üzerinden hem darbe ile ilgili gerçekleri terse çevirmeye hem de darbeye direnenlere iftira atmaya başladılar.
YALANLARA KARŞI GERÇEKLER
Neyse biz dönelim gerçeklere:
Bilindiği gibi, 15 Temmuz gecesi FETÖ’cü polisler Recep Güven, Ayhan Falakalı, Lokman Kırcılı, Zeki Taşkın, Gürsel Aktepe “mavi bina” olarak adlandırılan Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı’na el koymak için giriş kapısının yanına gidip beklemeye başladılar. O sırada İstihbarat Daire Başkanlığı’nda görevli tüm personel daireye çağrılmış, tedbirler alınmıştı. Personelin dikkati sayesinde, İstihbaratta başkan yardımcılığı yapan başbakanlık ve usulsüz dinlemelerin başında bulunan Gürsel Aktepe, Ergenekon operasyonlarının başındaki isimlerden Lokman Kırcılı ile saklandıkları gaybubet evinden (hücre evi) devreleri Zeki Taşkın yakalandı, Recep Güven ve Ayhan Falakalı kaçtı.
TALİMAT MAHREM İMAMDAN
Yakalanıp elleri kelepçelenen üç FETÖ’cü polis, “Biz emniyet müdürüyüz, bize bu şekilde davranamazsınız” diye bağırıyorlardı. Gürsel Aktepe’ye ait telefonun ön incelemesinde FETÖ örgütü tarafından kullanılan Eagle iletişim uygulaması tespit edildi. Yazışmalara bakıldığında “Harun” kod isimli mahrem abisi tarafından “herkesin yanına silah alarak eski çalıştıkları birime gitmesi gerektiği, direnen olursa indirin talimatı verildiği” ve 15 Temmuz darbe bildirisini hazırlayan Tuğgeneral Mehmet Partigöç ile görüşme yaptığı belirlendi.
Bunun üzerine bildiklerini anlatan
Dediğini yaptılar ve birçok kurumda örgütlendiler. Geçen hafta bu köşede sağlık sektöründeki FETÖ yapılanmasıyla ilgili yazılarım yayınlandı. 22 Temmuz günü ‘Sağlık’ta FETÖ’ adlı yazımda, FETÖ’cülerin temizlenmesine değinirken, “Bakanlığın kalbi sayılan Bilgi Sistemleri’nde taşeron şirket aracılığı ile çalışan, KHK ile ihraç edilmiş FETÖ’cüler var... Sağlık Bakanlığı’nın veri güvenliği de tehdit altında. Bu, tüm vatandaşlarımızın veri güvenliği tehdit altında demektir” değerlendirmesinde bulunmuştum.
SONUÇLARI KORKUNÇ OLUR
Öyle ya, FETÖ elebaşının “Devletin kılcal damarlarına kadar sızacaksınız” talimatını yerine getiren örgüt üyeleri, hepimizin sağlık bilgilerinin bulunduğu e-Nabız’a sızıp bilgileri manipüle edemez mi?
Böyle bir olasılığın nasıl korkunç sonuçlara sebep olacağını tahmin dahi edemezsiniz.
FETÖ’CÜLER TEMİZLENDİ
Evet, Sağlık Bakanlığı’nda 2008’de devreye giren “Sağlıknet” uygulamasının içinde de FETÖ’cüler varmış. Öyle ki sistemin bakım ihalesini FETÖ’nün Sürat A.Ş. şirketi almış ve sistemi tam anlamıyla ele geçirmiş. 17/25 Aralık’tan sonra 2014 yılı ile birlikte durum değişmiş ve 2015’te dünyanın en güvenli sistemi olarak bilinen e-Nabız uygulamasına geçilmiş.
Peki e-Nabız sistemi güvenli mi?
Genellikle sistemlerin güvenliği, çalışanların güvenilirliği ile doğrudan bağlantılıdır. e-Nabız için şu iddialı cümleyi kullanıyorlar: