Paylaş
Üstelik greve Hollywood aktörlerinin yanı sıra İngiltere’deki senaristler de destek veriyorlar. Peki ama bize ne dünyanın öbür ucundaki elâlemin grevinden?
KİMİN SENARYOSU, KİMİN SESİ
Hollywood grevinin öncelikli nedeni ücret artışı talebi gibi görünüyor. Ancak ortada bir de “yapay zekâ” sorunu var. Senaristler, yapay zekânın senaryo yazımında kullanımına karşı çıkarak film şirketlerinden güvence istiyorlar. Çünkü yapay zekâya senaryo yazdırmak hem çok daha hesaplı, daha dertsiz, hem de çok daha hızlı.
*
Aktörlere gelince... Sokakta, stadyumlarda, savaş sahnelerinde rol alan figüranlar, rollerini “sanal-dijital” kalabalıklara çoktan kaptırdı. Aynı şekilde kostüm üreticileri de. “Esas” oyuncuların derdiyse yüzlerinin ve vücutlarının 3 boyutlu modellerde çoğaltılması, seslerinin yapay zekâ aracılığıyla kopyalanması, türetilmesi. Zira bir oyuncunun yüzünde, sesinde yapacağınız bir miktar dijital değişiklik, tüm telif haklarını saf dışı bırakıyor. Oyuncular da bununla ilgili daha katı düzenlemeler talep ediyorlar.
*
Yani bu grev, Hollywood’a ait özel bir durum gibi görünse de konu aslında tüm dünyada çalışanları ilgilendiriyor: Esas mesele, teknolojinin kimi işkollarını ortadan kaldırması... Kimi mesleklerin değerini yitirip mevcut gelir kapılarının kapanması. Peki bu tür grevlerin, direnişlerin, uzun vadede başarı şansı nedir?
YAPAY ZEKÂDAN ÖNCE YAPAY GÜBRE
Tarih, çalışanlar ne kadar itiraz ederse etsin teknolojinin getirdiği dönüşümün kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Örneğin traktörün, tarım makinelerinin ve hazır-yapay gübrenin kullanımı, dünya genelinde milyonlarca tarım işçisini gereksiz hale getirdi. Kırsal kesimde iş bulamayan kalabalıklar şehirlere göç etmek zorunda kaldılar. “Varoş” sorununun bir nedeni de budur.
*
Elbette şehirlerde çalışanlar, Sanayi Devrimi’nin daha ilk yıllarından itibaren “tehlikeyi” fark ettiler. Öyle ki 1779 gibi erken bir tarihte İngiltere’nin Manchester şehrinde bir grup tekstil işçisi, işlerini ellerinden alan makineleri kırmaya başladılar. Yıllarca çalışıp edindikleri mesleki becerilerini, aynı işi dakikalar içinde halleden makinelere kaptırdıkları için kızgındılar. Tabii asıl kızdıkları, makineler nedeniyle düşen ücretleriydi. İşlerinin ustasıyken vasıfsız makine başı işçisi olmak istemiyorlardı. 1810’larda insan-makine savaşı kızışmaya başladı. “Luddite Hareketi” adı verilen bu protestolar, 1830’larda tarım makinesi kullanan çiftliklere yöneldi. Ama sonuç değişmedi. Ayrıca protestolar son derece sert şekilde bastırıldı, makinelere saldırıyı cezalandıran yasalar çıkarıldı. Kısacası, insan-makine rekabetinde son 250 yıldır kazanan hep “makine tarafı” oldu. Yani, makineleri üretenler ve ona üretimde sahip olan insanlar...
1810’lu yıllarda İngiltere’de makineleri kıran tekstil ustaları.
KAÇINILMAZ SON MU
Tiyatro kumpanyaları, sinemanın icadıyla önemlerini kaybettiler. Sessiz film döneminin oyuncuları sesli film döneminde silinip gittiler. Bunun gibi örnekler pek çok işkolunun tarihinde var. Yani teknolojideki her “yeni” dönem, birilerini “eski” yapıyor. “Onların devri” geçmiş oluyor. Teknolojinin getirilerine karşı çıkmak boş ve akıldışı bir çaba. Ama onun çevreye, sosyal dokuya ve çalışanlara etkilerini öylece kabullenmek de söz konusu olamaz, olmamalı. Burada son söz, her konuda olduğu gibi yasa-mevzuat yapıcılarda. Unutmayalım ki teknoloji, sadece esnafın, işçinin değil siyasal sistemlerin de dengesini bozar. Sanayi Devrimi’ne yetişemeyen Osmanlı ve diğer imparatorluklar, bunun bedelini en ağır şekilde ödediler.
*
Tarihin mesajı net: Hem bilimi ve teknolojiyi geliştirip hem de insan ve çevre haklarını gözetmedikçe, kimseye rahat uyku yok. Hollywood, Bollywood, Yeşilçam veya Manchester, Manila, Manisa fark etmiyor. Teknoloji ve vicdan bir arada olmadıkça, olmuyor.
ÖNCE OKÇULAR, SONRA BİNİCİLER
TÜRKLERİ dünya tarihinde öne çıkaran vasıflarının başında, at binmedeki ve okçuluktaki üstünlükleri gelir. Bu becerileri, Macaristan ovalarından Çin Seddi’ne, Hindistan’a kadar gittikleri her yerde muzaffer olmalarını kolaylaştırmıştır. Osmanlı, barutun savaş teknolojisine eklenmesi sürecine başlarda uyum sağlamış, bu sayede nice mücadeleyi kazanmıştır. Ancak tüfeğin gelişmesiyle, okçuların işlevi zamanla tümden kayboldu. Motorlu taşıtların icadı, Türklerin-Osmanlı’nın at biniciliğindeki avantajlarını ortadan kaldırdı. Telgraf, telsiz, postacı atlıları emekliye ayırdı.
*
Gelişen teknoloji ve Sanayi Devrimi, sadece okçuluğu, biniciliği saf dışı bırakmakla kalmadı tabii... Usta-çırak usulüyle ilerleyen “lonca-küçük esnaf” tarzı üretimi de ezip geçti. El emeğine dayanan pek çok “geleneksel” meslek terk edilip unutulma aşamasına geldi. Düşünsenize... “Hasırcı, sepetçi, bakırcı” deyince bizim gözümüzde doğru-yanlış bir şeyler canlanır. Peki ya gençler nereden bilecek “keçeci, urgancı, nalbant, nalıncı” ne iş yapar? Zamanı geriye çevirmek mümkün değil. Ama bilgiyi kuşaktan kuşağa aktarmak, onun kaybolmasını önlemek mümkün. Tabii geçmişten feyz alıp aynı hataları tekrarlamamak da.
Paylaş