Paylaş
Bu satırlar, günümüzden 183 yıl öncesine ait. 1840’ta, Osmanlı’da yerel meclis (muhasıllık meclisi) üyelerinin nasıl seçileceğini anlatan yönergenin ilk maddesinden. Buna göre, seçilecek adaylar “akıllı ve sözden anlayan” halkın karşısına çıkarılacak; adayı seçenler bir tarafa, istemeyenler ise diğer tarafa ayrılacaktır.
TARAFINI SEÇ
Buna “açık oylama, açık sayım” desek yanlış olmaz. Yani ortada bir sandık, pusula, zarf falan yoktur. Adaylar ve seçmenler, aynı mekânda bir aradadır. Böyle bir oylamada seçmen, mecazi değil hakiki anlamda “tarafını seçmek” durumundadır: “İsteyen takım bir tarafa, istemeyenler diğer canibe.” İkiye ayrılan seçmenlerin kimler olduğu ayan beyan ortadayken “oy gizliliği” diye bir şey olamaz haliyle.
1877’de açılan ilk meclis
*
Peki ya herkes tarafını seçtikten sonra eşitlik var diyelim, o zaman ne olacak? Neyse ki düzenlemeyi yapanlar bunu da düşünmüşler: “İki taraf dahi adeden müsavi (sayıca eşit) olduğu halde kura atılıp (kura çekilip) hangisinin reyi çıkar ise öylece icra oluna.” Yani eşitlik halinde seçimin galibi kurayla belirlenecektir.
İLK ADIM
Günümüz için son derece basit bir seçim yöntemi değil mi? Çocukların oyuna başlamadan önce karşılıklı “adam alıp” takım kurmaları gibi adeta! 1840 model bu seçim şekli, bize bugün çocukça görünse de aslında kıymetli bir tecrübedir. Çünkü halkın yönetime katılması sürecinde bir başlangıçtır. Neyin işleyip neyin yürümediğini öğrenmek için bir denemedir. Hatta bunun modern anlamda, Osmanlı’nın ilk seçim deneyimi olduğu dahi söylenebilir.
HAYALLER VE GERÇEKLER
Tanzimat Fermanı, Osmanlı’nın Batı’yla farkı kapama gayretinin en önemli adımlarındandı. Tanzimatçılar, yerel güçlerin başına buyruk, keyfi yönetimlerini düzene koymak, yolsuzlukları engellemek istiyorlardı. Bunun için yukarıda seçim sürecinden bahsettiğim “yerel denetim meclisleri” kurulacaktı. Ne yazık ki, bu seçimli meclisler, amacına ulaşamadı. Yerel kodamanlar, güçlerini korumaya devam ettiler. Bu uygulama da iki yıl içinde anlamını yitirdi zaten.
Tanzimat Fermanı
*
1840’tan bu yana, seçimlerde ve halkın yönetime katılımında çok şey değişti elbette. Ağır aksak da olsa, seçim yöntemlerinde ilerleme kaydedildiği muhakkak. Düşünsenize, Osmanlı’da seçimlerin ülke genelinde aynı günde yapılması bile başlı başına bir meseleydi. Seçimlere katılım oranı çok düşüktü. Ayrıca kadınlar ancak 1935’ten sonra oy kullanabildiler. 1946’da çok partili ilk genel seçimdeki “açık oy, kapalı sayım” gibi garabetler; yıllarca köylerde ağaların veya silahlı örgütlerin seçmeni baskı altına almaları... Tüm bunlar bize seçim güvenliğinin ve hür iradenin sandığa hakkıyla yansımasının ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatan tatsız tecrübelerdir. Tarihin gerekli yanı da bu değil mi zaten? Hatalardan ders alıp daha iyi bir geleceğe doğru ilerlemek...
Tanzimat devrinin sultanı Abdülmecid
TAKIM HAKEM SONUÇ
1911’de İstanbul’daki ara seçimde muhalefetin adayı, seçimi sadece bir oy farkla kazanmıştı. (Bugün olsa, o tek oy üzerinden çıkacak tartışmaları hayal etmek bile güç!) Bu “kıl payı” kayıp, iktidardaki İttihat ve Terakki’nin 1912 genel seçimlerinde işi “çok sıkı” tutmasıyla sonuçlandı. Öyle ki iktidar, devlet olanaklarını yanlı şekilde kullanarak seçimlere gölge düşüren bir baskı ortamı yarattı. Ve tabii bu “çok sıkı” koşullar altında, seçimi “ezici” farkla kazandı. Bu çarpıklığı mümkün kılan bir ölçüde bağımsız seçim kurullarının yokluğuydu.
*
Ülkemizde 1877’den beri genel seçimler yapılıyor. Buna karşın bağımsız bir Yüksek Seçim Kurulu, 1950 ve 54’teki oluşumlar ardından ancak 1961 yılının 26 Nisan’ında (yani tam da bugün) teşkil edildi. Gelin görün ki 60 yılı aşkın bu geçmişe rağmen seçim sonuçlarının güvenilirliği üzerindeki iddialar bitmiyor. Seçimi kaybeden kim veya hangi parti olursa olsun, bu tavır değişmiyor.
Aynı futbolda olduğu gibi... Kaybeden sahadaki performansı eleştirmek yerine, sonuca itiraz edip hakemi suçluyor. Hatta taraflar, hakemleri maçtan önce tartışmaya başlıyorlar. Çünkü asıl mesele yöntemden çok, seçimlerde “ol ademi isteyen takımın bir tarafa ve istemeyenlerin diğer canibe ayrılmaları”. Yani günümüz terimiyle “kutuplaşma”.
*
Gelin bizler kutuplaşma tuzağına düşmeden, özgür iradeyi sandığa en güzel şekilde yansıtan “gizli oy, açık sayım” sisteminin hakkını verelim. Sadece oy kullanırken değil, oylar sayılırken de demokratik denetim yetkimizi kullanalım: Çatışmadan uzak şekilde, sabırla, sonuna kadar... Hangi “canipten”, yani hangi partiden olursak olalım, sandığa layıkıyla sahip çıkalım.
Paylaş