Sarı yelekler nereye gider?

Paris’te başlayan protestolar etki alanını genişletiyor.

Haberin Devamı

 

17 Kasım’da(2018) yaklaşık üçyüz bin kişinin katılımıyla hareketlenen olaylar, kısa sürede yalnız Fransa’nın geri kalanına yayılmakla kalmadı, -başta bazı Avrupa ülkeleri- tüm Dünya’da etkisini hissettirmeye başladı. Göstericiler, Fransa’da her arabada taşınması zorunlu olan sarı yeleklerden giydiği için kendilerine “sarı yelekliler”(gilets jaunes) deniliyor. Eylemlerin yayılma eğilimi gösterdiği ülkelerden mesela Bulgaristan’da giyilen yelekler mavi, -eski Fransız sömürgesi- Burkina Faso’da kırmızı vs olsa da, hareketin adı şimdilik “sarı yelekliler hareketi” olarak benimsenmiş gözüküyor. Olayları ekonomik gerekçelerin tetiklediği söyleniyor, bilhassa da akaryakıta yapılan zamlar(meselenin bununla sınırlı olmadığı belli lakin OPEC kararları vs eşzamanlılık göstermesi ilginç). Mevzubahis olaylar kritik bir eşiğe geldiği için -çocukluğumdan beri Fransız kültürünü az çok tanıyan biri olarak- hakkında yazma gereği duyuyorum.

Haberin Devamı

“Önemli olan ekonomik bağımsızlık değil, ekonomiden bağımsızlıktır"(Herbert Marcuse)

Bu satırlar yazılırken(cuma) henüz “cumartesi”(8 Aralık) için anons edilen yeni gösteri dalgasına katılımın ne düzeyde olacağı belli değil. Ancak harekete desteğin büyük olduğu kamuoyu araştırmalarına yansımakta. Geçen haftalardaki olaylar baz alınarak -ki bildiğim kadarıyla dört ölü, yüzlerce yaralı ve yakıp yıkılan, yağmalanan pekçok yer, araç vb sözkonusu- ‘olağanüstü’ diyebileceğimiz güvenlik önlemleri gündeme getirilmekte. Fransa’nın iç siyasetini ilgilendiren kısmı bir yana esas korkulan, gösterilerin ivme kazanıp öncelikle Avrupa sathına oradan da Dünya’nın çeşitli bölgelerine yayılarak “Fransız Devrimi” misali bir domino etkisi yaratması, halihazırda varolan düzen ve yönetimleri sarsması, belki bazılarını alaşağı etmesi. Tabi bu müthiş bir belirsizlik oluşturur ve herkesin hakkında konuştuğu “yeni dünya düzeni”ne geçiş çok sertleşir. Çoğu devlet hazırlıklı değil, statükonun korunmasını istiyor…

Buna karşın “statüko”dan(status quo/süregelen durum) rahatsız/bıkmış/mağdur olan halkların birikmiş isyan duyguları da hiç küçümsenemeyecek seviyede. Lakin aydın önderlerin rehberliğinde makul bir plan olmaksızın, kontrolsuz bir öfkeyle başıboş kitlelerin vandalca ayaklanması, halkların insanca yaşama arzusuna uygun sonuçlar üretemeyebilir ve hatta tam tersi, türlü manipülasyonun etkisiyle insanlık kendini bugünlerini arayacak durumda bulabilir. Nitekim ortaya çıkacak durum, mağduriyetlerin esas müsebbiplerinin güçlerini pekiştirmelerine de sebep olabilir. Agah olmak lazım! Bizler yıkım üzerinden rant devşirmeye çalışanların yöntemlerine nispeten aşinayız..

Haberin Devamı

“…Hedef kitlenin suçluluk ve yetersizlik duygularıyla oynayarak, onlara bazı davranışların yapılmasının gerekli ve doğru olduğu empoze edilebilir. Özellikle hayal kırıklığına uğrayan insanların duygularının daha da keskinleştiğini bilen propagandacı, var olan veya suni olarak oluşturulan böylesi durumları kendi amaçları doğrultusunda değerlendirecektir. Hayalkırıklığı içerisindeki kişiler genelde kendilerini bir davaya feda etmek isterler, ayrıca hayalkırıklığı içindeki kişiler nefret etme ihtiyacı duyarlar ve bu nefret başkalarıyla paylaşıldığında en güçlü birleştirici unsurlardan birini oluşturur. Böyle durumlarda kişi ya da kitlelere nefretlerini yöneltebilecekleri hedefin gösterilmesi yeterli olacaktır…”(Propaganda Olgusu ve Algı Yönetimi/Levent Ersin Orallı)

Haberin Devamı

Gösterilerin artık daha ziyade (tarafsızlığıyla beraber itibarını da kaybeden anaakım medyanın yerine paketi yeni, denetimsiz ve giderek güçlenen alternatifi)sosyal medya üzerinden yönlendirildiği anlaşılan Fransa özeline dönersek, her ne kadar STK’lar(sosyal toplum kuruluşları) güçlü görünse de Fransa bireyselliğin en kuvvetli olduğu ülkelerdendir ve -bence- kültürleri başkaldırıyı öven bir yapıya sahiptir. Önderlik ettikleri “Devrim” vakti zamanında Dünya düzenini değiştirmiş, kavimciliğin güçlenip Osmanlı’nın dağılma sürecinin hızlanmasıyla “kapitalist Batı emperyalizmi”nin -(dar anlamıyla)seküler, kültürel ve ekonomik tahakkümünün yöntem olarak ağırlık kazanacağı- Dünya’ya hakimiyetinin önü artık iyice açılmıştır.(Acaba başkaldırılması gereken gerçekte kimdir, nedir?)

Fransız “aydınlanma” hareketi her ne kadar “aristokrasi”ye(ve din bezirganlarına) karşı yapılmış olsa da yerini alan “burjuvazi”nin yine kılık değiştirmiş bir seçkinler yönetimi olduğu bugün açıkça belli olmaktadır. Başını belli aileler ve efradının tuttuğu bu seçkinler zümresi, bankaları, şirketleri, propaganda araçları, okulları vs vasıtasıyla -pekçoklarınca- şikayetçi olunan düzenin sorumluları olarak görülmektedir. (Bu düzen aslında, bilimi materyalist bir kalıba indirgemesiyle, yozlaşmış bir dini oligarşi gerçeğini dinin toplumsal hayatın dışına itilmesi için bahane olarak kullanmasıyla, toplumun manevi beslenmesinin yerine tüketim kültürünü koyması ve parayı putlaştırmasıyla başlıbaşına bir din haline gelmiştir) Anlaşılan bu bağlamda Fransız Devlet Başkanı Macron’un Rothschild Bankası yöneticisi geçmişiyle temsil ettiği kurumlu kimlik, refahlarında en ufak bir azalmaya tahammül gösteremeyen “düzen karşıtları”nın öfkelerini yönlendirebileceği uygun bir hedef oluşturmaktadır.(Mevzu biraz da aynadaki yansımasını beğenmeyenin aynaya kızması olmasın?)

Ancak unutulmamalıdır ki global ölçekte başka hesaplaşmalar da sözkonusu ve belki de yeni dünya düzeni, insanların bireyselleştirilip(ve vatandaşlık yerine müşterileştirilip) daha kolay(ve ucuza) yönetilmesini içermenin üzerinde artık “çağdışı” görülen ulus-devlet modelinin tasfiyesini dahi içermekte. Dolayısıyla devlet olgusuyla birlikte kurumlarının da dağıtılıp, bunların yerini -belli bir hiyerarşide yapılanan- çokuluslu dev şirketlerin alt üstlenicilerinin alması gerekmekte. Ola ki bu çokuluslu şirketler şimdiden mevzubahis yeni düzen üzerinde söz sahibi olabilmek için kozlarını paylaşmakta(kısa dönemde akla Fransa’nın özkaynakları itibarıyla iştahları kabartan Afrika’daki nüfuzunu kırmakla ilgili düşünceler de geliyor tabi). Büyük proje gerçekleşirse “sosyal devlet, vatandaşlık hakları vs” tam hikaye olacak, “Din”in yanısıra önemli bir toplu direniş odağı oluşturan (pozitif)“milliyetçilik” olgusunun da zayıflatılmasıyla (tahakküme)başkaldırı iyice marjinalleşecek ve -istenmeden yeni bir biçimde meşrulaştırılmış- tam totaliter vahşi kapitalist bir örgütlenme Dünya’ya ziyadesiyle hakimiyet kuracak. Böylece kabuk değiştiren eski firavuni düzen yine galip gelecek, olan halklara olacak..

"Ekonomik ve teknolojik açıdan gelişmiş toplumlarda kapitalizm çoğulculuk izlenimi oluşturarak kendi varlığını sürdürmenin biçimlerini keşfetmiştir. Özgürlük, doğa, direniş gibi kavramların içeriği boşaltılarak bu kavramlar mevcut hakim düzene hizmet edecek biçime kavuşturulmuştur” … “Bu noktaya varıldığı zaman, bolluk ve özgürlük kılığına bürünmüş olan tahakküm, özel ve genel yaşantının tüm alanlarına yayılır, tüm gerçek karşıtlıkları bütünün içine karıştırarak ortadan kaldırır, tüm alternatifleri yok eder. Teknolojik mantık, tahakkümün güçlü aracı durumuna geldikçe, siyasal niteliğini ortaya koyar; toplumun ve doğanın, aklın ve bedenin, sürekli olarak bu evrenin korunması için seferber edildiği, gerçekten totaliter bir dünya yaratır…”(H.Marcuse)

Belki de bu henüz bir test, bir tatbikat, belki bir göz korkutma, belki de “büyük proje”ye vites attırmak için düğmeye özellikle “devrimci sembol ülke” Fransa’da basılması uygun görülmüştür, henüz bilmiyoruz. Lakin olaylar dikkat etmemiz ve elimizdekinin değerini bilmemiz gerektiğini düşündürüyor. Olası manipülasyonların aktörleri bizim değerlerimizi bize karşı kullanabiliyor, boş vaatlerle kandırarak kendi planlarının gerçekleşmesine alet edebiliyor.

Sanırım Fransızlar da kurucu değerleri olan “liberté, égalité, fraternité”(özgürlük, eşitlik, kardeşlik) için birşeyler yapmak istiyor ama, nefsani heva ve heveslerin insanı(ve dolayısıyla toplumları) düşürebildiği tuzakların, kibir ve ikiyüzlülüğün uzağında, -en azından- bayraktarı oldukları “humanisme” davalarında -Dünya ölçeğinde- samimi olmaları gerek. Bu, çağımızda -yer yer anarşizme göz kırpar gözüken- meşhur Fransız siyasi düşüncesi “laissez faire, laissez passer, le monde va de lui même”(Bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler, Dünya kendi kendine gider-Vincent de Gourney) ile de olacak iş değil artık.(Zira çözülmecilik değil birleşmecilik işe yarar ancak şimdi..)

Velhasıl böyle giderse, onca zamandır Dünya’yı sömüren (kültürel anlamda)Batı yönetimlerinin(bu yönetim biçimini destekleyen halklarıyla birlikte) eninde sonunda kendi elleriyle kazdıkları kuyuya kendilerinin de düşmesi kaçınılmaz görünüyor. Fakire göre denklemlerinin içine çoktandır unuttukları Yaradan’ı(ve ancak O’nu referans alınca yerli yerine oturan “Hakça” yaşama anlayışını) yeniden katmadıkça.. Yoksa bu hareket veya yakınlarda nüksedecek bir başkası toplumları eskisinden daha beter bir sarmalın içine çekti çekecek. Jean d’Arc bile mezarında ters dönecek. Saflar bugünlerde yapılacak son tercihlerle daha da netleşecek. Allah selamet versin!

Biz bir süre önce başımıza açılmak istenen belayı savuşturarak kendimizi sıralı domino taşları dizisinin dışına çıkarmıştık. Şimdilik.. Zaman kazandık. Keza Dünya bir koca köye dönüştü çoktan. Bundan sonrası, -firavunilerin arzuladığı- eskisinden daha “gayrı insani”(ve gayrı Rabbani) bir yeni düzenin içinde yitip dağılmak mı, yoksa bir başka alternatif olabilmek üzere kendimizi geliştirip birlikte kuvvetlenmek mi? Rabbim kapısından ayırmasın ki muvaffakiyet ancak akl-ı selim ve kalb-i selim ile mümkün. Onun anahtarı da engin kültür hazinemizde mevcuttur, vesselam!

 

Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ

Yazarın Tüm Yazıları