Paylaş
Yargıçlar Sendikası Başkanı Mustafa Karadağ, “Nezaketen dahi uygun değildir. Yargıçlar her zaman cumhurbaşkanına karşı dahi bağımsızdırlar ve hiç kimse önünde eğilmezler” demiş.
Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran ise “AYM Başkanı dahi yürütme karşısında iki büklüm eğilebiliyorsa, bu yargının bağımsız olmadığının açık kanıtıdır” deyip, ABD’de yüksek yargıçların Başkan’a ayağa kalkmayıp alkışlamadıklarını örnek göstermiş.
Aynı gün Danıştay Başkanı Zerrin Güngör de Habertürk’ten Nagehan Alçı’ya CHP’nin “Adalet Kurultayı”ndan duyduğu rahatsızlık konusunda içini dökmüş. “CHP’nin ne yapmaya çalıştığını biliyorum” demiş; “Tek başlarına güçlü siyaset yapamadıkları için eskiden onların imdadına yargı yetişiyordu. Şimdi artık yargı bunu yapmıyor. O nedenle rahatsızlar”.
Sonra da bizi “temin etmiş” Danıştay Başkanı: “Yargı şimdiye kadar hiç bu kadar tarafsız ve bağımsız olmamıştı.”
CHP’li Levent Gök, “Siyaset yapmak istiyorsa, cübbesini çıkarsın” diye tepki göstermiş; “Zaten bu açıklama ile yargının neden taraflı olduğunu gösterdi. İktidar sahipleri (…) boyun eğerek hakimlik yapılmaz.”
Tesadüfen yine aynı 30 Ağustos günü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa Konseyi İnsan Hakları Sorumlusu Nils Muiznieks’in Türkiye’deki bazı gazeteci davalarına müdahil olma talebini kabul etti. Muiznieks’in davalarına 11 Ekim’e dek yazılı olarak müdahil olabileceği isimler Akın Atalay, Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Ahmet Şık, Murat Aksoy, Mehmet Altan, Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay, Deniz Yücel ve Atilla Taş.
Muiznieks’in başvurusu, bu yıl Şubat ayında yayınladığı 25 sayfalık Türkiye raporuna dayanıyordu. Raporunda AK Parti hükümetinin yeni kurulan sulh ceza mahkemeleri aracılığıyla yargıya müdahale etmeye çalıştığını ve durumun giderek kötüye gittiğini öne sürüyordu. Aynı raporda, özellikle 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi ve ardından ilan edilen Olağanüstü Hal sonrasında Türkiye’de ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün gerilemekte olduğu iddia ediliyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın baskın rolü öne çıkarılıyordu.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı 15 Haziran-9 Temmuz “Adalet Yürüyüşü” sırasında AK Parti tarafından ısmarlanan bir araştırmada vatandaşların dörtte üçünün yargıya güvenmediği ortaya çıkmıştı.
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül mahkemelerin yetersiz kaldığını aslında son Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile kapatılmış askeri mahkeme yargıçlarının neden sivil mahkemelerde göreve çağrıldığını anlatırken kabul etmişti.
Bu kısmen 15 Temmuz sonrası savcı ve yargıçların neredeyse üçte birinin, çoğu da Fethullahçı bağları olduğu iddiasıyla görevden alınmasından kaynaklanıyor. Askeri savcı ve hâkimlerin sivil mahkemelerde görev yapması gerçekten olağanüstü bir durum olacak. Ama diğer tarafta boş kalan kadroların bu defa deneyimsiz ve –iddialara göre- şu anda Erdoğan ve AK Parti’den yana görünen diğer dini gruplaşmalarla bağlantılı isimlerle doldurulması söz konusu.
Bu durumun aslında polis başta olmak üzere güvenlik bürokrasisinde daha da endişe verici boyutta olduğu anlaşılıyor. Çünkü –en son taht saçmalığıyla gündeme gelen- Menzilciler gibi, İskenderpaşa gibi, İsmailağa gibi gruplaşmalar, can simidi niyetine başvurulan milliyetçi parti ve gruplar içinde de örgütlü.
Hatırlayacaksınız, Fethullah Gülen 2010’da yargının yeniden şekillendirildiği referandum için “Gerekiyorsa mezardaki ölülere bile” oy kullandırılmasını istemiş, sözde Türk liberalleri de “Yetmez ama evet” diye destek olmuşlardı. İşte o referandum sürecinde Adalet Bakanı Sadullah Ergin, o dönemin başbakanı Erdoğan’a, bu düzenlemeyle Fethullahçıların yargıya hâkim olabilecekleri uyarısında bulununca, “Bir şey olmaz, kıblemiz bir” türünden yanıt almıştı; o dönem çok yazılmıştı.
Yine hatırlayacaksınız, Erdoğan 15 Temmuz sonrasında Fethullahçılar tarafından “kandırıldıklarından” şikâyet ederek “Rabbim ve milletim bizi affetsin” demişti.
Dolayısıyla şimdi şu soruyu sorma hakkı doğuyor: Kendi şeyhlerine, pirlerine biat eden, şeffaf olmayan ve yasalara karşı hesap vermeyen bu dinsel-temelli gruplara üye olan bu kişilerin de AK Parti hükümetini kandırmaya çalışmayacaklarının bir garantisi var mı?
O nedenle Erdoğan “Allah’tan başka kimse önünde eğilmeyin” dedikçe, AYM Başkanının şahsına söylemiyorum, önünde eğilenlerin sayısının artması, göze gitme yarışının hızlanmasını dikkat çekici buluyorum.
Yine AYM Başkanının şahsı için söylemiyorum ama Erdoğan’ın bugünlerde önünde eğilenlerin yarın ne yapabilecekleri konusunda iki defa düşünmesinde yarar var.
Paylaş