Murat Yetkin

Türkiye içine kapandıkça dış politikada zemin kaybediyor

1 Aralık 2017
Türkiye içine kapandıkça dış politikada zemin kaybediyor ve bunu dışarıda bir siyasi faaliyete katıldığınız anda hissetmeye başlıyorsunuz.

Dün, New York'taki Reza Zarrab'ın mahkeme salonuna mahkum kıyafetiyle değil sivil kıyafetle geldiği haberinin Türk medyasına düştüğü sıralarda Roma önemli bir uluslararası toplantı başlamıştı.

Üçüncüsü 30 Kasım-2 Aralık tarihlerinde yapılan Akdeniz Diyalogu forumu 56 hükümet ve 80 düşünce kuruluşu ve uluslararası kuruluşum yanısıra siyasi konularla ilgili bine yakın davetliyi bir araya getirmişti.

Akdeniz Diyalogunun bu yılki konu başlığı "Kargaşanın Ardından, Olumlu Gündem" olarak belirlenmişti.

Yıl başında Şubat ayında Münih Güvenlik Konferansında Avrupa ve dünyayı bekleyen kriz ihtimallerini konuştuktan sonra yıl biterken Roma'da Avrupa'daki geleceğe iyimserlikle bakma ihtiyacını gözlemek ilginçti.

Ekonomik krizin etkilerini atlatmaya başlasa da Avrupa -kökü Orta Doğu'da- terörizm, mülteci sorunu, İngiltere'nin kopuş kararı, yani Brexit ve Rusya ike yaşadığı Ukrayna-Baltık zıtlaşması sorunlarıyla karşı karşıya.

Tabii Avrupa Akdeniz'in yalnızca kuzeyi, bir de güneyi var ve zaten güneyindeki kargaşanın yansıması Avrupa'yı geleceği düşünmeye zorluyor.

Belki de bu yüzden, uzun dönemli senaryoları düşünmek için Akdeniz-dışı güçleri de dinlemek ihtiyacı öne çıkmış.

Rusya, Çin, Hindistan, Suudi Arabistan, İran gibi Akdeniz-dışı ülkeler Akdeniz Diyalogu konferansında dışişleri bakanı düzeyinde temsil ediliyor.

Yazının Devamını Oku

Zarrab konuştukça Türkiye utanıyor

30 Kasım 2017
Bir Amerikalı gazeteci, “Üzerinde mahkum üniforması olmasa bir şirketin icra kurulu başkanı zannedebilirdiniz” diye yazmış mahkeme salonundan. Reza Zarrab o kadar rahatmış İran hükümeti adına çalıştığı kaçakçılık şebekesinin nasıl işlediğini, bu amaçla Türkiye’de AK Parti’den isimleri nasıl rüşvetle kullandığını anlatırken.

Ne kadarı itiraf, ne kadarı iftira bilemeyiz şu anda ama örneğin eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a, günahı boynuna, sadece Avro olarak 40-50 milyon tutarında rüşvet verdiğini söylüyor, diğer para birimlerini hiç hesaba katmayalım diyerek. Yine mahkemeden bildirildiğine göre bu konuda makbuzlar teslim etmiş kanıt niyetine.

İtiraf mı, iftira mı bilemiyoruz ama güya Amerikalılar Aktif Bank’ı sobeleyince Halkbank ile çalışmak istemiş. Halkbank Genel Müdürü (yanlış olur diye değil, Ebru Gündeş ile evli olması nedeniyle) “Sen meşhursun, göz önündesin” gerekçesiyle altın karşılığında İran gazı projesine girmek istememiş, Zarrab da ne yapsın, Halkbank’ın bağlı bulunduğu Çağlayan’a gitmiş. Sonra Halkbank ile çalışmaya başlamışlar.

Zarrab’ın itiraf mı, iftira mı belli olmayan iddialarına göre, halen davanın tek tutuklu sanığı Hakan Atilla, İran ile altın-gaz ticaretini kitabına uyduran kişidir. Ancak Atilla’nın avukatı da rüşveti alanın Atilla değil, onun patronu Arslan olduğunu iddia etmektedir; suç atma yarışı başlamış görünmektedir. Oysa yine Zarrab’ın anlattıklarına göre Atilla bu ilişkiler ağının belki en az suçlanması gereken kişisi görünmektedir ve belki de bu nedenle, en zayıf halka olarak görünüp baskı altında itirafçılığa zorlamak amacıyla seçilip resmi bir Amerika seyahati sırasında tutuklanmıştır.

Arslan ise, hatırlayacaksınız, yatak odasında ayakkabı kutuları içinde nakit olarak 4,5 milyon dolar para bulunan kişi. O da Zarrab gibi 17-25 Aralık 2013 operasyonlarında tutuklanmıştı. Ancak hükümet 17-25’in altında 2002-2012 arasında müttefik olduğu Fethullah Gülen’in yasadışı örgütünü görüp “darbe girişimi” teşhisi koyunca durum tersine döndü. O operasyonu yürüten polis, savcı ve hâkimler kovuşturulmaya başlandı, davalar düştü, Zarrab gibi Arslan da serbest bırakıldı, hayır işi, eğitim bağışı diye açıkladığı paralar de kendisine geri verildi. Arslan daha sonra Ziraat Bankası Yönetim Kuruluna atandı.

Belki biliyorsunuz ABD’de Secret Service, Gizli Servis diye bir kuruluş vardır. Bunu CIA, ya da FBI ile karıştırmamak gerekir. Bu kuruluşun iki görevi vardır: Başkan ve Başkan Yardımcıları ile ailelerinin yakın korunmasını üstlenmek ve ABD dolarının değerini gözetmek. Bu ikincisi çerçevesinde nerede kayıt dışı nakit dolar hareketi görürlerse peşine düşerler; Latin Amerika’da böyle operasyonları vardır. Tabii operasyonları onların koordinasyonunda CIA, FBI yürütür.

Dört buçuk milyon dolar nakit az para değildir. Peşine daha o tarihte düşmüş olduklarını varsaymak yanlış olmaz.

Konumuzla ilgisizmiş gibi görünen bu parantezi kapatıp mahkeme salonuna dönelim.

Mahkeme salonunda dün itibarıyla Türkiye Cumhuriyetinde bakanlık yapmış iki siyasetçinin Zafer Çağlayan ve Egemen Bağış’ın isimleri geçmiş, bir Amerikalı gazetecinin tanıklığına göre resimleri gösterilmiştir. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in adının da aynı şekilde anılması sürpriz olmayacaktır.

Yazının Devamını Oku

Zarrab bilmecesi fiyaskoya dönüşüyor

29 Kasım 2017
Amerikan savcılık makamı dün Reza Zarrab’ın iddianamedeki suçlamaları kabul ettiğini ve mahkemede tek tutuklu sanık olarak kalan Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla aleyhine ifade vereceğini açıkladı.

 

Böylece bu şaibeli şahsiyet hakkında düne kadar AK Parti çevrelerinde ayakta tutulmaya çalışılan tezler deyim yerindeyse buharlaştı.

Hatta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a 2019 seçimine dek destek açıklayan MHP lideri Devlet Bahçeli dahi dün Zarrab’ı “şarlatan” olarak niteleyip Türkiye’de yargılanmasını istedi.

Oysa Türkiye’nin onu tanımasına vesile olan 17-15 Aralık soruşturmaları düşüp serbest kalınca neredeyse Türk ekonomisini kurtaran kahraman muamelesi görmüş, rekortmen ihracatçı ödülü verilmiş, fonda Türk bayrağıyla hükümet yanlısı televizyon ekranlarında bize vatanseverlik dersleri verdirilmişti.

Hatırlıyorsunuz değil mi?

Sonra bir baktık, tam İran’daki patronu Babek Zencani’nin idam cezası aldığı, Türkiye’nin de doludizgin 15 Temmuz 2016 darbe girişimine doğru gittiği günlerde, Mart 2016’da Zarrab, ailesiyle birlikte çıktığı Disneyland ziyareti için gittiği Florida’da Amerikan polisince tutuklandı.

Geriye dönüp baktığımızda bütün işaretler Zarrab’ın tutuklanmasının ABD yargı ve polis makamlarıyla bir danışıklı dövüş olduğu iddialarını güçlendiriyor. Zarrab belki de İran istihbaratının peşine düşeceğinden korktu, kim bilir belki Türkiye’de olağandışı bir şeyler vuku bulacağına dair uyarıldı ve can güvenliğini sağlamak için Amerikalılara teslim oldu.

Hikâyesi 2011’de ABD’nin İran’a yaptırım uygulamasıyla başlamıştı. Kendisi İran’daki Mahmud Ahmedinecat döneminde, ambargoyu delerek gir piyasada petrol ve gaz satışı yapmak amacıyla oluşturulan bir şebekesinin üyesiydi; gaz koluna bakanlardandı. Bir süre sonra bu ticareti altın karşılığında yapmaya başladılar. Aradan kendileri ve onlarla bu işlere girenler de sebepleniyordu. Patronu Zencani zaten İran devletine kayıtlar arasındaki 2,5 milyar doların hesabını veremediği için idam cezası aldı ve hapiste gün sayıyor.

Yazının Devamını Oku

Önce Pentagon, sonra Zarrab: Erdoğan Trump’a nasıl güvensin?

28 Kasım 2017
İnanılacak gibi değil.  Reza Zarrab’ın sanık olmaktan çıkarılmasını kast etmiyorum, onu zaten bekliyordu hükümet, daha iki gün önce Başbakan Yıldırım söylemişti. Orada asıl endişenin Halkbank Genel Müdürü Hakan Atilla’ya itirafçı olma baskısı olduğu artık daha açık anlaşılıyor.

İnanılır gibi olmayan dün ABD Savunma Bakanlığı Pentagon tarafından yapılan YPG açıklaması.

Amerikan askeriyesi Beyaz Saray tarafından bir gün önce yapılan açıklamanın üzerine dün, 27 Kasım’da öyle bir açıklama yaptı ki ABD Başkanı Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a YPG’ye silah yardımını kesme konusunda verdiği sözün geçerliliği tartışılır hale geldi.

Hatırlanacağı üzere, Erdoğan ve Trump’ın 24 kasım’da yaptığı konuşma ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Trump’ın YPG’ye artık silah dağırılmayacağı sözü verdiğini açıklamıştı. Beyaz Saray’dan yapılan açıklama da, örgüt adı vermese de bu bilgiyi dolaylı olarak şöyle teyit ediyordu:

- “Başkan Trump daha önceki politikamızla tutarlı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Suriye’de sahadaki ortaklarımıza verilen askeri destek konusunda olması beklenen düzenlemelerle ilgili bilgi verdi.”

Açıklamada IŞİD’e karşı savaşın bitiyor olmasına da atıfta bulunuyordu.

Oysa dün akşam saatlerinde ABD Savunma Bakanlığı, Pentagon’dan yapılan açıklamada aynen şu ifadeler yer alıyordu:

- “İçinde YPG’nin de olduğu Suriye Demokratik Güçleri'yle (SDG) işbirliğini sürdüreceğiz. Daha önce Türkiye'ye söylediğimiz gibi Suriyeli güçlere verdiğimiz silahlar sınırlı, görev özelinde ve askeri hedeflerde başarıya ulaşmak için. Kürt ortaklarımıza sağlanan, karara bağlanmamış askeri destek gözden geçiriliyor. SDG'ye verilen silahların sınırlı olduğunu ilettik."

Gerçi bu açıklamada da silahların “askeri hedeflerde başarıya ulaşmak” amacıyla dağıtıldığı ve “askeri desteğin gözden geçirildiği” söyleniyor ama açıklamanın tonu, Trump’ı adeta zor duruma düşürmek amacıyla, tekzip eder gibi ayarlanmış.

Yazının Devamını Oku

Zarrab’tan sonra da konuşacaklar mı?

27 Kasım 2017
Normal koşullar altında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 24 Kasım’da ABD Başkanı Donald Trump ile telefon görüşmesi yine önemli olurdu ama gayet normal karşılanırdı.

Öyle ya, Erdoğan 22 Kasım’da Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yle Suriye’nin geleceği üzerine önemli bir görüşme yapmıştı ve bu görüşme hakkında NATO müttefiki ABD’yle bilgi paylaşmasından doğal bir şey olamazdı. (Nitekim Erdoğan’ın daha sonra Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Suudi Arabistan Kralı Salman bin Abdülaziz bin Suud ile Ruhani’nin de Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile Soçi zirvesi üzerinde konuştukları açıklandı.)

Oysa Erdoğan ve Trump, Türkiye ve ABD arasındaki ciddi sorunlara karşın son görüşmelerini –bildiğimiz kadarıyla 21 Eylül’de Birleşmiş Milletler toplantıları çerçevesinde New York’ta yapmıştı.

O görüşmeden sonra yapılan resmi açıklama, her iki ülkenin de Irak’taki Kürt bağımsızlık referandumuna karşı durduğu ve birbirlerine “hiç olmadığı kadar yakın olduğu” şeklindeydi. Kulise sızan iddialar ise İki liderin Fethullah Gülen, Reza Zarrab ve Türkiye’de tutuklu bulunan Amerikalı rahip Andrew Brunson konularında gerilim yaşadığı yolundaydı. Nitekim bu görüşmeden iki-üç hafta sonra ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı Metin Topuz, Fethullahçılarla irtibatı iddiasıyla tutuklandı ve ardından önce ABD, sonra da Türkiye’nin vize kısıtlamaları kararı açıklandı.

O zamandan bu zamana en üst düzeyde siyasi temas, yalnızca Başbakan Binali Yıldırım’ın 9 Kasım’da ABD Başkanı Mike Pence ile görüşmesi olmuştu.

Dolayısıyla 24 Kasım görüşmesi –ABD’de Trump karşıtları dâhil- çoğu kişiyi şaşırtan, hatta belki ters köşeye düşüren bir gelişme oldu.

Aslında görüşmenin Beştepe’de de belli bir gerilim içinde yapıldığı, Trump ile görüşme sırasında çekildiği bildirilen bir fotoğrafın basına verilmesiyle de anlaşılıyordu. Sadece Erdoğan’ın değil, masa etrafında oturan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın (hatta fotoğrafta görülen Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan ve not alan metin yazarı Hamdi Kılıç’ın) yüzlerine yansıyan gerilim dikkat çekiyordu.

Yazının Devamını Oku

Zarrab davası, ABD kumpası ve yeni sorular

24 Kasım 2017
Başbakan Binali Yıldırım 22 Kasım’da yaptığı konuşmada Zarrab davasının artık “Türkiye’ye ve ülkemizin küresel ölçekteki ekonomik ilişkilerine zarar verme noktasına geldiğini” söyledi.

Yıldırım “Davanın tarafları orada baskı altında tutulmakta, ülkemiz ve menfaatlerimiz aleyhine ifade vermeye zorlanmaktadır” dedi ve ekledi: “Sanık olarak açtığınız dosya daha duruşma başlamadan tanığa dönüşmüştür. Bunun adalet neresindedir?”

Ben ilk cümlede açıklayıcı olmak adına “Zarrab davası” diye yazdım ama aslında Başbakan “Zarrab davası demedi; “ABD’de devam eden bu yargı” dedi.

Çünkü daha sonra sarf ettiği “sanık tanığa dönüşmüştür” ifadesinden de anlayabileceğimiz gibi ortada bir Zarrab davası kalmamış olabilir. Zarrab çoktan Türkiye aleyhine suçlamalarla dolu iddianameyi ceza indirimi karşılığında kabul etmiş olabilir. Dolayısıyla davada tek sanık olarak Halkbank Genel Müdürü Hakan Atilla Kalmış ve Zarrab da onun aleyhinde tanık sıfatıyla yer alacak olabilir.

Olabilir diyorum, çünkü bu çıkarımların tamamını yapılan açıklamaların satır aralarından çözmek zorunda kalıyoruz; doğru dürüst bir bilgi almak mümkün olmuyor.

Tabii bu arada manzarayı daha da karmaşık hale getiren, ama hala resmi bilgi haline gelmemiş haberler de yayılıyor. Örneğin Amerikan mahkemesinin Türkiye’den Hakan Atilla lehine belge, bilgi varsa kendilerine iletilmesini istemiş olması gibi. (Doğruysa, bunda Başbakan Yıldırım’ın ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile görüşmesinden iddianamedeki kanıt olarak sayılan bilgilerin yasal yollardan toplanmamış (malum, kapatılan 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturması dosyalarından bir kısmı) olduğundan yakınmasının etkisinden söz edilebilir.) Ya da ortaya “Şahıs 1” adı takılan bir gizli tanığın çıkmış olması gibi.

Bu gelişmeler Başbakanın son sözleriyle birlikte değerlendirilince ortaya başka, şimdiye dek sorulmamış bir soru da çıkıyor.

Hayır, Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişimine yol aldığı ve İran’daki patronu Babek Zencani’nin idam cezası aldığı günlerde Reza Zarrab’ın artık Türkiye’de tehlikede olduğu inancıyla İstanbul’daki FBI görevlileriyle anlaşarak danışıklı dövüşle güya tutuklanmak için mi ABD’ye gittiği sorusu değil. Onu zaten biliyorsunuz.

Acaba Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan geçenlerde AK Parti grubunda Amerikan yetkililerinin Türk vatandaşlarına baskı uygulayarak itirafçı yapmaya çalıştığı suçlamasıyla sadece Zarrab’ın değil, aynı zamanda Atilla’nın da itirafçı yapılmak istenmesi endişesini mi dile getiriyordu.

Yazının Devamını Oku

Oyunu Rusya kurdu, Türkiye şerhi koydu, İran memnun

23 Kasım 2017
Türk dışişleri bakanının “Altı ayda gidecek” demesinden altı yıl sonra Türk Cumhurbaşkanı Rus Devlet Başkanının kurduğu masaya Suriye barışının sağlanması adına–dolaylı da olsa- Beşar Esad ile oturmaya hazırlanıyor. Dün Rusya’nın Karadeniz tatil şehri Soçi’de Vladimir Putin’in ev sahipliğinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani arasında varılan “siyasi çözüm” anlaşmasının özeti bu.

Savaşın bir an önce bitmesinden Suriye’nin kendisinden sonra en fazla çıkarı olan ülke Türkiye olacak; en kötü barış, en iyi savaştan iyidir. Türkiye’nin altı yıl önceki devasa Orta Doğu tasarımlarından barışın sağlanması adına geriye kalansa PKK’nın uzantısı YPG’nin masaya oturmasına şerh koymak oldu.

İran mı? İran memnun.

2011’de başlayan iç savaşının IŞİD’in genişleyip Suriye ve Irak’ın kuzeyinin tekfirci Sünni işgale girip işlerin çığırından çıkmaya başladığı 2015 yılında Rusya’yı bütün Akdeniz, Orta Doğu, Kuzey Afrika’daki tek askeri üssü olan Tartus’a ve aslında Suriye’deki Esad rejimine sahip çıkmaya ikna eden İran olmuştu.

Rusya 2015 ortasında geldiği Suriye’de önce mevcut oyunları bozdu, ardından kendi oyununu kurmaya başladı ve artık açmaza girmiş Cenevre barış görüşmelerine giden yolda Astana sürecinden sonra Soçi uzlaşmasının da oyun kurucusu oldu.

Hükümet her fırsatta artık Orta Doğu’da oyun kurucu olduğumuzu söylüyor ama bu oyunu kimse kusura bakmasın Rusya, Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin kurdu.

Rus uçağının düşürüldüğü Kasım 2015 sonrasını hatırlıyor musunuz? Rusya’nın uyguladığı ambargoyu? Cavit Çağlar’ın Orgeneral Hulusi Akar’dan Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’e kadar şahsi tanışıklıkları sayesinde ve İbrahim Kalın’ın devreye girmesiyle “Kusura bakmayın” formülüyle barışılmasını ya? Ya da Putin’in 2016 Aralık ayında Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un öldürülmesine karşın planını bozmayıp Ocak 2017’de Türkiye ve İran ile birlikte “ateşkes ve gerilimin giderilmesi” çerçevesinde Astana sürecini başlatma kararını?

Hatırlıyorsunuz elbette. O zaman bir de şu son on günün baş döndürücü temas trafiğine ve Putin’in nasıl bütün ipleri elinde topladığına birlikte bakalım.

- 19 Ekim

Yazının Devamını Oku

Zarrab üzerine aykırı sorular

22 Kasım 2017
Ankara artık 27 Kasım’a kilitlenmişken mahkeme Reza Zarrab duruşmasını 4 Aralık tarihine erteledi. Gerekçe, jürinin oluşturulamamış olması, çok sık rastlanan bir durum değil, zaten dava da olağan bir hukuk davası olmanın epeydir ötesine geçti.

 

Erteleme kararı Amerikan dolarının Türk lirası karşısında Merkez Bankasının bütün çabasına karşın biraz daha değer kaybetmesine neden oldu. Bunda kimilerine göre döviz vurguncularının da parmağı vardı ama bizim üzerinde duracağımız işin daha çok siyasi yanı ve ekonomiyi de etkileyecek muhtemel sonuçları.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın artmış öfkesi dün AK Parti grubundaki konuşmasından anlaşılabiliyordu. Zarrab davası Türkiye’ye karşı kurulmuş bir kumpastı. Kendisini ve AK Parti hükümetini 17-25 Aralık’ta, 15 Temmuz’da düşüremeyenler, şimdi bu tertibi ABD’ye taşımışlardı.

Erdoğan bu kadar kızınca, Kemal Kılıçdaroğlu da CHP grubunda üzerine gitti, “Suç ortakları” suçlamasında bulundu, İran’ın bile bu kadar ilgilenmediğini söyledi.

Zarrab 17-25 Aralık 2013 soruşturmaları çerçevesinde tutuklanıp serbest bırakıldıktan, davası da diğerleriyle birlikte düşürüldükten sonra bir baktık, 21 Mart 2016’da Florida’da Amerikan polisi tarafından yakalandı ve ambargoyu delmek suçlamasıyla yargılanmaya başlandı. 28 Mart 2017’de de Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla, 28 Mart 2017’de hem de resmi bir ABD gezisindeyken tutuklandı; birlikte yargılanıyorlar.

Konu son olarak en üst düzeyde Başbakan Binali Yıldırım’ın ABD Başkanı Mike Pence ile 9 Kasım’daki görüşmesinde gündeme geldi. Yıldırım “kanıtlar geçersiz” dedi ama bir yandan da ambargo ihlali suçlamasının Türkiye’ye zararı dokunmasından duyduğu endişeyi gazetecilerle üstü kapalı olarak paylaştı.

Erdoğan ve AK Parti’nin iki kademede endişesi var. Birincisi Zarrab’ın iddianamedeki suçları kabul ederek ceza indirimi için pazarlığa girmesi, ikincisi de bunun da ötesinde ceza indirimi için iddianameyi de aşan yeni suçlamalarda bulunması, isimler, bağlantılar öne sürmesi.

 Bu aşamada davanın seyrini daha iyi değerlendirmek için pek sorulmayan bazı soruları sıralamakta yarar var:

Yazının Devamını Oku