Ama bu cümleyi başka türlü de kurmak mümkün; kuralım, bir de öyle okuyun, sesli okuyun hatta:
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde üçüncü büyük gruba sahip muhalefet partisinin başkan ve milletvekilleri tutuklandı.
Nasıl geliyor kulağa?
Bir gün önce, 2 Kasım'da CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke'nin gündeme taşıdığı, OdaTV'den Barış Pehlivan'ın haberi doğrulanıyordu. Evet, Cumhuriyet gazetesinin hem FETÖ, hem PKK ile irtibatlı olduğunu öne süren savcı Murat İnam’ın kendisi FETÖ soruşturması altındaydı.
Bakan pişmanlığını “Keşke olmasaydı, talihsizliktir” diyerek ifade etti, görevlendirmeyi başsavcılığın yaptığını söyledi.
Bozdağ her ne kadar “Savcının kendisi delil sayılmaz” diyerek durumu toparlamaya çalışsa da, Cumhuriyet soruşturması yara almış durumdadır.
Bunun görünürdeki anlamı açık.
AK Parti tek başına 330'u bulamadığına göre, geriye ittifak yapabileceği bir tek MHP kalır bu durumda.
MHP'nin ise açık bir ön koşulu var başkanlık anayasası üzerinde işbirliğini konuşmak için.
İlk dört maddeyi saymıyoruz artık. Ama Devlet Bahçeli dün Meclis grubuna konuşmasında idam cezasının geri getirilmesini öncelikle istediğini bir kez daha söyledi.
Haftayı zaten 7 şiddetinde Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) depremiyle kapamıştık.
Olağanüstü Halin getirdiği KHK imkânını sonuna dek zorlayarak savunma hakkının daha da kısıtlanması kendi başına bir heyulaydı.
Rektörlerin atanmasını Cumhurbaşkanı’na bırakan KHK da öyle…
Çünkü birincisi, ölüm cezası ceza değildir.
İkincisi hata yapıldığı anlaşılırsa geri dönüşü, telafisi yoktur.
Üçüncüsü, modern devlet intikamcı olmaz, olmamalıdır.
Yıldırım 23 Ekim’de bir grup televizyonun ortak yayınladığı basınla buluşmasındaki sözleri şöyle:
- “Şimdi bugün de aynı şey tekrar ediyor, aynı şey. O gün Balyoz davası, Ergenekon davasına dönelim, o darbeler vardı, o darbelerin olduğunu, yapılmak istendiğini biz biliyoruz. Ama bu FETÖ’cüler orada da yapacağını yaptı, işi sulandırdılar, sulandırdılar, sulandırdılar gerçek olan yalan oldu.
Bu sözler Başbakanın 15 Temmuz kanlı darbe girişimi hakkında sürmekte olan soruşturmaların “sulandırılacağına” dair endişeleri olduğunu gösteriyor.
Denebilir ki, ülkeyi yöneten, üstelik şu anda Olağanüstü Hal kurallarıyla yöneten başkası değil, kendisinin başında olduğu AK Parti hükümeti.
Oysa sıranın Irak’ta Musul’u IŞİD’den almak olduğu da ilan edilmişti.
Hatta aynı gün Paris’te, ABD öncülüğündeki koalisyonun Batılı güçleri bir Musul toplantısı yapmıştı.
Rusya, ABD’nin IŞİD’çilerin Musul’dan Rakka yönüne doğru, yani Suriye yönüne kaçabilmesi için açık koridor bıraktığını iddia ediyor, bunu protesto ediyor.
Türkiye’nin elindeki bilgiler de aynı yönde.
Kurtulmuş, hükümetin iade sürecinin zaman alacağını anladığını, ancak “dünyanın dört bir tarafındaki şebekesini” yeniden toparlamaya başlayarak Türkiye’ye “açık ve yakın tehdit oluşturan” Gülen’in ABD’deki imkânlardan yararlanarak şebekesine talimat vermeye devam etmesinin önlenmesi gerektiğini söyledi.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Kurtulmuş 25 Ekim’deki telefon görüşmemiz sırasında Ankara’nın Gülen dosyası hakkındaki son tutumunu şöyle açıkladı:
“Amerikalılar iadenin bir yargı meselesi olduğunu, siyasi iradeyle yapılamayacağını söylüyorlar. Biz de diyoruz ki, tamam, bunun farkındayız, yargı siyasetten bağımsızdır. Ama sizden bir siyasi niyet beyanı duymak istiyoruz. Türkiye’de darbe girişimine karşı demokrasinin yanında olduğunuzu gösteren bir tutum bekliyoruz.
“İşte bu siyasi beyan, geçici tutuklama olacaktır. Bunun hukuk, zemini de var; 1981 tarihli suçluların iadesi anlaşmasının 10’uncu maddesine göre hakkında tutuklama kararı verilmiş, aranan kişilerin, hukuki süreç devam ederken geçici olarak tutuklanması gerekiyor. Bunun süresi 60 gün, ama gerektiği takdirde uzatılabiliyor.”