Bu iş sadece devlet, hükümet eliyle olmaz. Özel işletmeler de elini taşına altına koyacak. İşte onlardan biri. Adı da; “Toprağın Kadınlarından Sofralara”. Türkiye’nin önde gelen markalarından BigChefs, yerel kadın üreticileri desteklemek amacıyla bu projeyi geliştirdi. İlk etapta 14 kadın üreticiyle iş birliği yapıldı. Bu yıl sonuna kadar da bu sayının 50’ye çıkarmayı planlanıyor. Proje kapsamında Türkiye’nin dört bir yanından kadın üreticilerden tedarik edilen taptaze ve yöresinden lezzetler, zaten zincir restaurantın yaz menüsünde de yerini almış durumda. Kadın üreticilerin arkasındayız diyen Gamze Cizreli, “hem menümüzde yer alan taptaze ve doğal ürünlerin tedarikçisi kadınlarımıza teşekkür etmek hem de ülkemizde kadın girişimciliği ve istihdamını desteklemek adına bu projeyi hayata geçirdik” diyor. Çok da iyi ediyor.
TEDARİKÇİLERİN HEPSİ KADIN ÜRETİCİ
Mesela, kiraz biberlerin üreticisi Rabia Yılmaz, 10 yaşından beri çiftçilik yapıyor ve bugün 68 yaşında. Tarhana üreticisi Bigalı kız kardeşler Sezin Çetin ve Suzan Mantar. Kuşkonmazlar ODTÜ İşletme Bölümü mezunu çiftçi Aslı Aksoy’dan. Hepsi toprakla haşır neşir, hepsi Anadolu’nun üretken kadınları. ‘Toprağın Kadınlarından Sofralara’ kapsamında işte tüm bu özel tatları menüde görebiliyorsunuz. Tam kent insanının aradığı lezzetler bunlar. Ha bu arada BigChefs ve Coca Cola işbirliğiyle Ebru Baybara Demir’in hazırladığı özel Ramazan menüsü de dikkat çekici. Ebru Hanım, dünyanın en önemli mutfak kültürü yarışması Basque Culinary World Prize'da (Bask Dünya Aşçılık Ödülleri) 10 finalist arasında yer alan ilk Türk Kadın Şef. Menüde Ebru Baybara’nın, doğup büyüdüğü topraklar olan Mardin ve yöresinden uyarladığı lezzetler yer alıyor. İftariyeliklerle açılan Ramazan sofrasında kıymalı yoğurt çorbası, bademli kuzu but dolması ve ya yeni baharlı tavuk fırın ikram ediliyor. Bu lezzetlere, eşli edense isotlu kuru domates salatası eşlik ediyor. Tatlı ise yine Mardin’den. O da sütlü pekmez peltesi.
SADECE YEMEK YEMEK YETER Mİ ?
Çok ama çok büyüleyici. Engel tanımadan, olumsuzlukları bir kenara bırakarak, pozitife kanalize olup tam anlamıyla azmin zaferinin dansını izledim aslında. Bu yakışıklı ve güzeller güzeli kardeşlerimin hepsi İstanbul’daki Gayrettepe Metro İstasyonu’nda bulunan Turkcell Diyalog Müzesi çalışanı aslında. 4 çift yani toplam da 8 engelli kardeşimin başarısından söz ediyorum. Bir taraftan da mesai arkadaşları. Birbirlerini gayet iyi tanıyan, huylarını, suylarını çok iyi bilen insanlar. Dolayısıyla bu durum sahnedeki duruşlarına da, ritm duygularına da, danslarına da çok iyi yansımış.
Kadınlar duymuyor, erkekler görmüyor
İşin içinde aslında birbirine duydukldrı güven yatıyor. Düşünsenize kadınlar müziği duymuyor, erkeler sahneyi görmüyor. Böyle bir durumda bir bütün olarak, partnerinize sonsuz bir güven duyarak ortaya alkışlanacak bir performans koymanız gerekiyor. Koyuyorlar da! Turkcell’in Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı İsmail Bütün ekip arkadaşlarıyla beraber projeyi öyle bir sahiplenmişler ki geceli gündüzlü çalışarak eşsiz bir işe imza atmışlar. Tango eğitmeni Elif Ömüriş’e de kocaman bir alkış göndermek gerek tabii. Aslında bu tango performansı kabına sığmayıp taşıp gidecek tüm Türkiye’de, dünyada. Nasıl mı? Turkcell’de engellilerin kullandığı ‘hayal ortağım’ ve ‘işaret dilim uygulaması’ aplikasyonlarıyla diğer engelli kardeşlerim de duyacak, görecek, figürleri öğrenip dansa ilk adımlarını atacaklar. Ne güzel değil mi ? Emeği geçen herkesin eline, koluna sağlık.
Binlerce melek omurilik felçliler için koştu
Hafta sonunda İzmir’de şahane bir harekete imza atıldı. Son derece güzeldi. O anlara tanıklık etmek, insanların hiç tanımadıkları ve hatta asla tanıyamayacakları omurilik felciyle mücadele eden insanlar için ter dökmesi ve bunu isteyerek yapmaları göz yaşartıcıydı açıkçası. Hadise şu: Omurilik felcinin tedavisi için yapılan araştırmalara fon sağlamak ve bu konuda farkındalık yaratmak. İşte bu amaçla binlerce iyilik meleği İzmir’deki Lozan Kapısı’nda bir araya geldi ve Wings For Life World Run’ın Türkiye ayağında ter döktü. Bu şahane koşu dünyanın farklı noktalarında 12 ülkede de aynı anda gerçekleşti. Koşuda geçtiğimiz günlerde jübile yapacağını açıklayan Red Bull sporcusu Kenan Sofuoğlu da vardı. Toprak Razgatlıoğlu ve Ahmet Arslan da. Tam anlamıyla sporcu geçidiydi yani. Onlara duyarlılıklarından dolayı çok ama çok teşekkür etmek gerek. Binlerce kişi hep beraber aynı amaç için koştu anlayacağınız. Bu koşunun organizasyonunda desteklerinden dolayı İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne, Redbull’a, Ford Otosan‘a ve elbette ücret ödeyerek katılan binlerce muhteşem koşucu kardeşime bir selam çakmak gerek. Çünkü sayelerinde kim bilir kaç can omurilik felcine veda edip hayata sarılacak. Çok şahane hareketler bunlar!
Ve Nusr-et tarihi Kapalıçarşı’da!
Sayın Revna Demirören’in özgüvenli heyecanına, içi içinden taşacakmış gibi koşuşturmacasına tanık oldukça anladım ki 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası adım adım Türkiyemiz’e geliyor. Karar Eylül’de açıklanacak ama şimdiden vatana millete, en önemlisi de gençlerimize hayırlı uğurlu olsun diyebiliriz. Çünkü tutkuluyuz, coşkuluyuz, eksiğimiz yok artımız var. Malumunuz UEFA EURO 2024 için en güçlü aday Türkiye. Sloganımız, ‘Share Together’ yani ‘Birlikte Paylaşalım’. UEFA’ nın bu sefer ki en önemli kriterlerinden biri, şampiyonayı emanet edeceği ülkedeki toplumun dört elle bu işe sarılıp, inançla, istekle, el ele vererek şampiyonaya ev sahipliği yapmak. Yani toplumun isteğini ve azmini görmek istiyorlar. İşte bu nedenledir ki, kadını erkeği, genci yaşlısı toplumun her kesiminden ‘biz bu şampiyonayı kesinlikle istiyoruz kardeşim’ kararlılığında bir duruş bekleniyor UEFA tarafından. Son derece güzel değil mi ? Avrupa’nın en modern futbol komplekslerinden biri olan Riva’daki TFF Hasan Doğan Tesisleri gibi kulüplerimizin de yaptığı yatırımlarla şahane alt yapısı olan tesislerimiz ve elbette statlarımız mevcut bu ülkemizde. Şimdi tüm bu artıların yanına “Birlikte Paylaşalım” dersek buna bir de kadınlarımızdan, gençlerimizden, çocuklarımızdan yüzde yüz destek alırsak o finaller buraya, bu kadim topraklara gelir arkadaş.
UEFA EURO 2024 NEDEN TÜRKİYEMİZ’E GELMELİ?UEFA EURO 2024 ev sahipliğinin bize verilmesi demek, memleketin gençleri için bulunmaz bir nimet demek. Zira Türkiyemiz’in yüzde 28,7 ‘si tam anlamıyla genç nüfus. İşte bu gençlerimiz için eşi benzeri görülmemiş bir ilham kaynağı olacak ve ‘Türkiye futbol oynuyor’ projesinin ileri bir safhaya taşınmasına ön ayak olacak bu finaller. Yani gençlerimize, çocuklarımıza ilham verecek bu şampiyona. Öte yandan, malumunuz üzere memleketimiz tam bir köprü konumunda. E bir taraftan da Avrupa ve Asya'yı birbirine bağlayan tek UEFA üyesi. Dolayısıyla diğer aday ülkelerden daha fazla alanı kucaklayan bir noktada bulunan Türkiyemiz’e ulaşımında bir hayli kolay olması, bütün futbol meraklılarını ülkemize çekecek. Turizm şahlanacak, esnafın, vatandaşın, şirketlerin yüzü gülmek bir yana kahkaha atacak. Bir taraftan da memleketimizin misafirperverliğini göstermenin yanı sıra eşsiz tarihini de anlatma ve yaşatma fırsatı bulacağız gelen konuklara. Pek tabii ki ev sahipliği yaptığımız mültecilerin ülkemize uyumunu da hızlandıracak EURO 2024 heyecanı. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Eskişehir, Antalya, Kocaeli, Gaziantep, Kocaeli, Bursa, Trabzon işte bu heyecana ev sahipliği yapacak. Kabul görmesi halinde diğer yatırımlar bir yana sadece ulaşımda tam 1 milyar Euroluk yatırımın önü de açılmış olacak. Şahane değil mi!?
EL ELE VERİRSEK BAŞARIRIZ!İşte tüm bunlar nedeniyledir ki; “Biz kadınlar futbolu da biliriz, ofsayttan da anlarız... Dolayısıyla UEFA EURO 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’na en güzel ev sahipliğini de yapabiliriz...” diyen TFF Başkanı Yıldırım Demirören’in eşi Revna Demirören’in işi sahiplenmesi son derece önemli. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın ve elbette Sayın Bakan, Fatma Betül Sayan Kaya’nın bizzat destek vermesi takdire şayan, İngiltere ve tüm dünyada adını duyuran ve hatta moda dünyasına adını altın harflerle yazdıran moda tasarımcısı Zeynep Kartal ve ekibinin döktüğü ter hayli mühim. Birlikte olursak, el ele verip, gönül gönüle verip desteğimizi esirgemezsek, yaptıklarımızla, yapacaklarımızla bu işe olan inancımızı sergilersek kesinlikle eminim ki UEFA EURO 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası coşkusunu bu kadim topraklarda hep beraberce yaşarız. O yüzdendir ki, Haydi Türkiyem Birlikte Paylaşalım!
Ayrıntılı bilgi için; http://www.euro2024adayiturkiye.com/Euro2024Adaylik/?dil=tr
Adı, “Derin Tutku Misunderstood / Yanılgı” . Bir fotoğraf ve video art sergisi. Sergilendiği yer, Beşiktaş’ta bulunan İstanbul Deniz Müzesi. Bu mehteşem sergiyi 03 - 17 Mayıs tarihlerinde görme imkanına erişeceksisiniz ama ben şanslılardandım. Öncelikli gezip, görenler arasındaydım ne güzel ki. Deniz Müzesi’nin şahane atmosferinde okyanusla haşır neşir oluyorsunuz. Gerçekten tam anlamıyla büyüleyici. Sualtı fotoğrafçısı Ayşegül Dinçkök ‘e yakın dostu serbest dalış dünya şampiyonu ve Milliyet Gazetesi Yılın Sporcusu ödülüne sahip Şahika Ercümen eşlik ediyor. Florida sahilinden 120 km uzaklıkta okyanusun dibinde dalış gerçekleştiren ikili hırçın köpek balıklarıyla adeta dans ediyorlar. Uyumları mükemmel. Derin maviliğin tadına doyamayacaksınız. Bu büyüleyici ve eşsiz dünyada sadece işaret diliyle anlaşarak insanın tabiatla ne kadar da uyumlu olduğuna tanıklık edeceksiniz. Aslında tek gerekli şeyin anlayış olduğunu görüp belki de insanlık adına iç geçireceksiniz.
Köpekbalıklarıyla göz göze, burun buruna
Köpekbalıklarıyla haşır neşir olmak öyle kolay değil. Malumunuz dünyanın bir çok yerinde kafesle dalatak yakın temas kuruluyor ama bu sefer çok ama çok farklı. Çünkü ne Şahika ne de Ayşegül kafesin içinde. Şahika tüpsüz dalarken, Ayşegül Dinçkök oksijen tüpü ve inanılmaz ağırlıktaki devasa kamerasıyla yaşananlara şahitlik etti. Aylar önce görüntüleri ilk izlediğimde şaşkınlıktan dilim tutulmuştu. Çünkü öylesine hareketli kareler vardı ki köpekbalıklarının maket onlarında bir havuz için de olduğunu zannetmiştim. Böylesi yüksek cesaret gösterecekleri aklımın ucuna dahi gelmemişti. Gerçekten büyük bir cesaret işi yaptıkları. Çünkü her biri ‘Jaws’ tipi onlarca köpekbalığı çevrenizde gezinip dururken onları fotoğraflamak fazlasıyla cesaret isteyen bir hadise. Burun buruna, gös göze yapılan bir çekimden söz ediyorum.
Cesaretleri takdire şayan
Gerçekten bravo hem Ayşegül Dinçkök’e hem de Şahika Ercümen’e. Sadece fotoğraf sergisi olmadığından ve videoda bol bol izlediğimizden olsa gerek hala daha etkisinden kurtulamadım o anların. Çünkü kendinizi bir anda Florida kıyılarında okyanusun metrelerce altında hissediyorsunuz. Gittiğinizde ne dediğimi daha iyi anlayacaksınız. Bu arada İklim Tamkan da sergilenen video art esere müziğiyle eşlik etti. Ellerine sağlık zira tam bir usta işi bir yapıt çıkmış ortaya. Bu serginin ücretsiz olduğunu ve yakın zamanda Anadolu kentlerinde de boy göstereceğini hatırlatmakta fayda var. Ha bu arada sergiden elde edilecek gelir “Çaba Kadın Fonu” na aktarılacak. Ve Ayşegül gibi, Şahika gibi cesaretli, doğayla uyumlu, korkmak nedir bilmeyen, cefakar ve vefakar kadınlarımızın gelişmesine, ilerlemesine katkıda bulunacak. Helal olsun sizlere!
Muhteşem amfi tiyatrosuyla, devasa kütüphanesiyle, çarşı-pazarıyla, hamamlarıyla gidip görülmesi, özümsenmesi gereken bir antik kent. Tarihte ilk kez M.Ö. 4 ’üncü yüzyılda Büyük İskender’in bölgeyi kendi topraklarına katmasıyla adını duyurmuş. Altın çağını ise Roma İmparatorluğu çatısı altındayken yaşamış.
Gastroweekend Ağlasun’daydı
Hafta sonu çocukluğumun bir bölümünün geçtiği büyüleyici Akdağ’ın eteklerine kurulmuş Ağlasun’daydım. Bu şirin ilçemiz Burdur’a bağlı yeşil mi yeşil şahane bir yerleşim yeri. Sagalassos ’un gün yüzüne çıkmasıyla da iyiden iyiye günlük yerli turları, yabancı – özellikle de Fransız – turistleri kendine çeken bir ilçe olmuş. Benim ilkokul ve ortaokul yıllarımın bir bölümü işte bu minik ilçede geçti. O nedenledir ki bende yeri apayrıdır ve işte o zaman gözüme ne kadar büyük geliyorsa son gidişimde de o denli küçük geldi bana. Değişen pek bir şey göremedim açıkçası Ağlasun’da. Buna yaşamlar da dahil. Hafta sonu buraya yolumun düşmesinin nedeni ise, Genel Yayın Yönetmenliği ’ni değerli dostum Ebru Erke’nin yaptığı Food and Travel Dergisi ’nin artık gelenekselleşen harika “Gastroweekend” organizasyonuydu.
Tatları keşfet, keşfin tadına var
Çok değerli bir grup gazeteci ve şef arkadaşımla beraber Food and Travel Gastroweekend sebebiyledir ki Sagalassos ’u ve yöreyi daha iyi keşfetme olanağı bulduk. Mottomuzun “tatları keşfedin, keşfin tadına varın” olduğunu söylersem ne demek istediğimi anlarsınız. Yurtdışında pek çok örneğini görüp bildiğimiz bu işbirlikleri memleketimizin saklı gizli hazinelerini de parlatmak için çok büyük fırsat. O nedenle böylesi organizasyonlar son derece kıymetli. Ha bir de işin içine yöresel ürünlerden yapılmış yemekler de girince, keşifler son derece müthiş ve keyifli oluyor açıkçası. Ben buna lokal farkındalıkları naif şef dokunuşlarıyla tetiklenmesi diyorum izninizle. Yani gidilen, keşfedilen yeri ya da bölgeyi damaktan dimağa farklı bir bakış açısından görebilmek… Seyahatlerinizde size de özellikle bu bakış açısına sahip olmanızı özellikle tavsiye ederim.
Çok özel şeflerden, çok özel tatlar
Fakat öyle boğaz kenarındaki, sahillerdeki yürüyüşlerden söz etmiyorum. Dağ, tepe adımlayarak bazen yokuş, bazen nehirlerden geçerek yapılan o yürüyüş rotaları benim derdim. Mesela meşhur Likya Yolu. Tam da dediğim türden bir aktivite. Hafta sonu Atlas Dergisi ile Columbia ‘nın ortak düzenlediği Camp Columbia Likya Yolu yürüyüşündeydim. Biz Fethiye ayağını adımladık. İşin içinde meraklıları da olunca adımlar bir başka atıldı tabii. Doğa tutkunlarıyla Fethiye’nin eşsiz doğasında çadırlar kuruldu, kamp ateşleri yakıldı, şarkılar sohbetler derken bir yandan da büyüleyici manzara vadeden muhteşem yürüyüşte ben de hazır bulundum. Dile kolay 9 – 10 kilometre boyunca kah sohbet ederek, kah içe dönüp kendinizle konuşarak, kayalara, ağaç gövdelerine dokunarak, doğayla iç içe saatlerin, dakikaların nasıl geçtiğini anlamadan iki gün boyunca yürüdük de yürüdük.
Camp Columbia Likya Yolu büyüleyiciydi
Tabii Atlas Dergisi’nin gezgin ve tecrübeli ekibi yanınızda olunca, Columbia’nın profesyonelleri de size destek atınca yürüyüş gayet sorunsuz geçti. Türkiye’nin en önemli yürüyüş üstadlarından Ersin Demirel yöreyi ve rotayı avucunun içi gibi bildiği için kaybolmak son derece lükstü bizler için. Atlas Dergisi’nin meraklı ve gözlemci okurlarıyla harika sohbetlerimiz oldu. Meşhur Kabak Koyu’ndan Kelebekler Vadi ’sine o bölgenin inci gibi dizilmiş koylarını, masmavi denizini, parlayan sapsarı güneşini, yemyeşil dağlarını görünce bir kez daha dünyanın sayılı müthiş yerlerinden birinde yaşadığımıza tanıklık ettim. Tam bir cennetdeyiz. Gerçekten şahane ötesiydi. Likya Yolu yürüyüşlerini rota rota yapmanızı hararetle tavsiye ediyorum. Bittiğinde sinirleri alınmış, stressiz, derviş misali bambaşka bir insan olarak kendinizi bulacağınıza eminim. Bu arada Atlas Dergisi’nin sıradaki etkinliğini diğer arkadaşlarım gibi bir ‘Atlassever’ olarak merakla bekliyorum.
Tasting Alaçatı 11 Mayıs ’ta başlıyor
Tam anlamıyla “Ege’nin provansı” dediğimiz Alaçatı bizi çağırıyor dostlar. Notunuzu alın. Yazı bir kenara. Etkinlik 11-12-13 Mayıs tarihlerinde gerçekleşecek. Peki nedir bu ? diye sorarsanız söyleyeyim; Ege'nin doğal güzellikleri eşliğinde ve lokal işletmelerin ev sahipliğinde heyecan veren tatları bir arada sunacak. Biz meraklılar da faydalanacağız. Olay tastamam budur. Tasting Alaçatı ne mi ? O da, hayata ve keşfetmeye düşkün olanlar, gurme deneyimler yaşamayı önemseyenler için yeni bir yaşam platformu. Anlayacağınız, tam bir Alaçatı kafası yani. Programı inceledim. Gayet güzel. Tasting Alaçatı, birbiri içinde eriyen gurme lezzetler, sohbetler, etkinlikler, workshop’lar, müzik, sanat ve macerayla keşfetmeyi, yeni deneyimler yaşatmayı hedefleyen uluslararası bir yaşam buluşması olarak hayata geçecek. Alaçatı’nın en iyi restoranları ve otelleri; özel mönüleri, etkinlikleri ve atölye çalışmaları ile üç gün boyunca bu organizasyonda yer alacak. Şeflerin özel tarifleri, tadım mönüleri, degüstasyon atölyeleri, kitap söyleşileri, bağ yolu rotası, doğada sabah meditasyonu ve müzik dinletileri derken bilmediğimiz Alaçatı’yı keşfedeceğiz.
Amaç; ‘ideal’ olduğu ifade edilen atletik ve kaslı bir vücut yapısına sahip olmak. Ha tabi bir de yağsız. Kaslı kollar, yağı olmayan ve kasları belirgin bir karın. Yani six pack durumu. Türkçesi baklava dediğimiz hadise. Bu erkeklerdeki durum. Kadınlarda ise yapılan, two pack. Kas estetiği göğüs, sırt, kollar, bacaklar, karın ve bel bölgesinde yapılıyor. Estetik açıdan iyi mi kötü mü siz karar verin ama işte bu operasyonlara talep bir hayli fazla olduğunu söyleyebilirim.
Kas estetiğine, Arap’lardan ilgi büyük
Estetik cerrahi dalında oldukça başarılı operasyonlara imza atan Estethica Hastaneleri bu konuda dünya çapında iş çıkarıyor. Avrupa’da ve Arap Dünyası’nda çok iyi tanınıyorlar. Hastanenin estetik cerrahlarından Ramazan Güler’in anlattıklarına bakılırsa operasyon yapmaktan kafalarını kaşımaya fırsatları kalmıyormuş bu aralar. Neden? Çünkü yaz ayları yaklaşıyor. Anlayacağınız tam operasyon zamanı şimdi. Estethica ’nın Levent’teki hastanesine gittiğimde özellikle Arap Ülkeleri’nden gelenler fazlasıyla dikkat çekiyor. Tam anlamıyla bu konuda -bol para getiren- sağlık turizmi oluşmuş diyebiliriz. Yani sağlık sektörünün en büyük ihraç kalemleri arasında sayılabilir estetik operasyonlar. Hastaları ağırlıklı Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad ’tan geliyorlar. Gelmeleri de öyle kolay değilmiş bu hastaların. Ciddi bir güven oluşturması gerekiyormuş karşı tarafın. Bir de hastane ve cerrahın kulaktan kulağa ününün yayılması gerekiyormuş. Zira Arap’lar özellikle bu konuda eşinden dostundan referans almadan adım atmıyorlarmış.
Estetik için geliyor, bol para harcıyor
Arap Kültürü’nde sağlıklı beslenme, hareket, spor yapma, kalori kontrolü gibi kavramların pek görülen bir hassasiyet olmadığını varsayarsak kadını erkeğiyle kilo almaları ve kilolu bir yaşam sürmeleri son derece normal aslında. Durum böyle olunca da bizim memlekette başarıyla gerçekleştirilen bu kas estetiği operasyonlarına talep de bir hayli fazla. Ararp hastalardan, bizim Türkler neredeyse randevu alamayacak durumda şu an anlayacağınız. Paket tur halinde gelen Arap hastalar bir geldi mi de burundan, yağ aldırmaya, saç ekiminden, kas estetiğine kadar yapılmadık yerlerini bırakmıyorlar. Dolayısıyla bir geldiler mi 1 hafta 10 günden aşağı zamanda ülkelerine dönmüyorlar. E bu sırada da çarşıda, pazarda, avm’de, boğazda bol bol harcıyorlar. Bu da esnaf açısından hele ki bu zamanda şahane bir durum. İşte bu yüzdendir ki özellikle İstanbul’da bol bol Arap görüyoruz.
Erkekte six pack, kadında two pack revaçta
Adı: Fıstığımız Bol Olsun. Kimler elbirliği etmiş de böylesi üretken bir projeye hayat vermiş: Antepfıstığı Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, TEMA Vakfı ile Damak markasıyla tüketiciye ulaşan Nestlé. Dünyaca ünlü bu üretici, yüz yılı aşkın bir süredir Türkiye’de. Ve yaklaşık 90 yıldır da memleketimizde çikolata üretiyor. Dile kolay 90 yıl. Son altı yıldır da TEMA Vakfı ile beraber el ele, gönül gönül gönüle vererek bu memleketin tarımına, çiftçisine, ürününe katkı sunmaya gayret ediyor.
Olay işte budur. Global markaların yereli kalkındırması. Dert ürettiğini satıp, parayı kazanmak değil. Artı değer yaratıp üretebilme isteği ve çabası olmalı. Bu açıdan Nestlé yöneticilerine duyarlılıklarından dolayı teşekkür etmeli. Dilerim ki diğer yabancı firma temsilcileri de bu ‘milli’ gayreti örnek alırlar. Helal olsun.
ANTEPFISTIĞI ÜRETİMİ ŞAHLANIYOR
Bu işbirliğiyle Türkiye için çok önemli bir tarımsal değere sahip olan ve iki yüz bini aşkın kişinin geçimini sağladığı Antep fıstığı üretiminde kalite ve verimliliği artacak bu bir. İki, sürdürülebilir üretimle bölgenin refahına katkı sağlanacak. Üç, 2011’de başlayan “Fıstığımız Bol Olsun” projesi ile fıstık bahçelerinde umut yeşertecek.
Proje kapsamında üretici eğitimlerinin devam ediyor olması da son derece mühim. Zira bugüne kadar, Gaziantep’in büyüleyici Barak Ovası’nda her yıl 150 ’den fazla üreticiye eğitimler ve bahçelerinde danışmanlık hizmeti verildi. Bravo. Bu şahane proje kapsamında yetiştirilen toplam aşıcı sayısı 56. Budamacı eğitimleri sonunda da proje kapsamında yetiştirilen toplam budamacı sayısı da 77 oldu. Uzman Aşıcı ve Budamacı Eğitimleri’ni tamamlayan 133 kursiyer de, fıstık bahçelerindeki çalışmalarına başladı. Yöre insanı için, memleket tarımı ve üretimi için ne kadar gurur verici değil mi?