Bunda vatandaşın etkisi çok büyük elbette ama yöneticilerinin de katkısı da inkar edilemez. İşte en son örnek; Seyhan Belediyesi’nin 10 numara 5 yıldız Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın büyük destek verdiği bir kadın hareketi bu. “Kınalı Eller” den söz ediyorum. Geçtiğimiz yıl İstanbul Hilton Bosphorus’un davetlisi olarak geldiler. Ve onları yaptıkları yemeklerle tanıdık sonrası da geldi zaten. Her Adana seyahatimde mutlaka uğrarım Salmanbeyli Köyü’ne bu şahane hanımların yanına ve kebap dışında bilmediğimiz son derece değerli ve leziz Adana’nın gerçek yemeklerini tadarım. Kınalı Eller, Zeydan Başkan’ın da verdiği destekle olayı bambaşka bir yöne taşıyor. Onlar artık kabına sığmıyor. Kendi köylerinde üretim yapıp satabilecekleri, yemeklerini kuşaktan kuşağa aktarabilecekleri, atölyeler düzenleyebilecekleri bir binaya, bir merkeze sahip oluyorlar.
Salmanbeyli Kadınları örnek olmalı
Salmanbeyli Kınalı Eller Kadın Kalkınma Kooperatifi yepyeni ve donanımlı binalarında Adanamız’ın özgün lezzetlerini sadece Türkiye’ye değil, dünyaya da tanıtmış olacaklar. Kooperatif Başkanı Hüsniye Gül, “Kınalı eller umudumuz oldu. El birliğiyle zorlukları yenmek için bir araya geldik” dedi. Ne kadar önemli bir söz değil mi?! ‘Umudumuz oldu’ ifadesi Anadolumuz da bir çok kadının, gencin kurmak istediği cümlenin en önemli ögesi aslında. İşte bu umudu yeşertecek, sağlam adımlarıyla onların arkasında duracak, onlara yol gösterecek kişiler Seyhan Belediye Başkanı Zeydan Karalar gibi hizmet düşkünü yerel yöneticilerin gayreti aslında. Kınalı Eller yeniden dayanışmayı, imeceyi hatırlatıyor. El birliği ile zorlukları yenmek için bir araya gelmenin faziletini ortaya koyuyor. Mottoları ise açık ve net: Yerel Mutfak, Global Lezzet.
Zeydan Başkan’dan tam destek
Seyhan Belediyesi bu konuda çok hassas. Örnek bir belediye denilebilir aslında. Salmanbeyli Kadın Kooperatifi’ne destekleri de ilk değil. Belediye olarak her sene 8 bin kadına iş dünyasında istihdam sağlamış, onlar için birçok mesleki kurs imkanı sunmuş. Ciddi bir organizasyon var yani işin içinde. Zeydan Karalar’ın sözleri son derece mühim. Ne diyor başkan? “Bizim görevimiz kenti değiştiren, dönüştüren, kentte kullanılmayan zenginlikleri ortaya çıkararak onların kullanılmasını sağlamak. Salmanbeyli tarım için oldukça verimli topraklara sahip, hayvanların, sebze ve meyvelerin organik olduğu bir yer. Adana ve lezzetlerini Türkiye’ye tanıtmak bizim en büyük vazifemiz. Salmanbeyli kadınlarının temelini attığı bu atölye bir üretimhane olacak ve tüm kadınlarımıza hem üretim aşamasında hem de kendi iş yerlerini açma hayallerini gerçekleştirmesi konusunda bir örnek teşkil edecek.” İşte bu yönetim kafasıyla Türkiye gerçekten başarabilecektir. Herkese örnek olması dileğiyle.
Bu hususta tıp dünyası da üstüne düşeni fazlasıyla yapıyor elbette. Mesela, benim son zamanlarda dikkatimi çeken yepyeni bir gelişme söz konusu. Hadise mideyle ilgili. Bu mevzuda estetik müdahalelerin vazgeçilemeyenlerinden ‘botoks’ başrolde. ‘Nasıl bir başrol ki bu peki?’ diyebilirsiniz. Ben de size ‘fazla kilo ile mücadelede başrol!’ derim. Nasıl oluyormuş peki? Anlatayım. Aslında konunun uzmanı Op. Dr. Muhammet Arif Karakaya’ya sormak gerekiyor. Kendisi İstanbul 'da faaliyet gösteren Ethica İncirli Hastanesi doktorlarından. E hadise bu kadar dallanıp budaklanınca Dr. Karakaya' ya açtım sordum ben de ‘neler oluyor?’ diye. O da bana çokça sorulan ve konuşulan fazla kilo ile mücadelede uygulanmaya başlanan mide botoksu hakkında bilgi verdi.
MİDE BOTOKSU İÇİN MİDE UYGUN OLMALI
Malum kozmetikte sadece yüz bölgesinde uygulanan botoks, migren ve birtakım nörolojik hastalıkların tedavisinde etkili olduğu bilimsel olarak bilinen bir gerçek. Mide botoksu uygulamasının birçok ülkede çeşitli merkezlerde uygulanan yöntem olduğu ifade edilmekte. Karakaya’nın dediğine göre bu uygulama ile mideye yapılan enjeksiyonlar yardımıyla kilo kaybedildiği saptanmış. Durum böyle olunca da bizim gelişmiş tıp dünyamız da boş durmamış, alternatif bir tedavi yöntemi olarak Türkiye'de de kullanılmaya başlanılmış.
Olay fazla kilolardan kurtulmakmış. Peki süreç nasıl işliyor diye sorduğum da, Ethica’dan Op. Dr. Muhammet Arif Karakaya şunları anlatıyor; "Mide botoksu özellikle zayıflama diyeti programlarına uymakta ve düzenli egzersiz yapmakta zorlanan, fazla kiloya bağlı sağlık sorunları olup diyetle kilo vermede başarısız olan kişiler için oldukça uygundur. İşlem öncesi mutlaka midenin değerlendirilmesi gerekir. Mide rahatsızlığı olan bir kişinin önce midesindeki problem düzeltilir ve ardından mide botoksu işlemi uygulanabilir." Anlatılan bu.
OPERASYON SÜRESİ 15 – 20 DAKİKAYMIŞ
Yani anlayacağınız her isteyen ‘hadi ben geldim mide botoksu yapalım’ diyemiyor. Dese de ‘sizi şöyle alalım önce mideniz buna müsait mi, değil mi bir bakalım’ deniyor. Bu uygulama ile mide sinirleri ve kasları 4 ila 6 ay süreyle etkisiz hale getirilip, iştah azaltılıyormuş. Besinlerin midede daha uzun süre kalması sayesinde de malumunuz üzere tokluk süresi uzuyor ve daha az gıdayla daha kolay doyulur hale geliyormuş. Sonrasında da doğal olarak kilo kaybı yaşanıyormuş. Mide botoksu günümüzde birçok uygulamada olduğu gibi ağrısız, acısız ve konfor düzeyi yüksek bir ortamda uygulanıyor. Ortalama 15-20 dakika içinde gerçekleştiriliyor. Endoskopik olarak uygulandığı için de ameliyatların gerektirdiği herhangi bir hazırlığa ihtiyaç duyulmuyor. Uygulamanın hemen ardından sosyal yaşama geri dönülebiliyormuş. Günümüzde ve hele ki ülkemizde tıp o kadar gelişti ve ilerledi ki, son derece başarılı sonuçlar elde ediliyor bir çok hastalıkta. Açıkçası gerek Avrupa’dan gerekse Orta Doğu ve Arap dünyasından gelen hastaları gördükçe ve ülkemizde tedavi olduklarını bildikçe çok ama çok gururlanıyorum. Bravo tıp dünyamızın emektarları.
Adres bu kez Bodrum Turgutreis açıklarıydı. Sanırım tanık olduğum en eğlenceli deniz festivallerinden biriydi diyebilirim. Zaten adından belli değil mi muzipliği! Cup’ışalım mı? Gerçekten şahane bir festival adı olmuş. Tam 15 yıldır da devam ediyor. Sektörün lider isimlerinden Naviga Dergisi ev sahibesiydi. Powered bu Volvo Car Turkey ‘de windsurf, standı up paddle (SUP) ve yelkenle dolu üç gün geçirdik. Gerçi dergi sahibesi Tuba Noyan Hanım ve babası yılların efsane ismi Turgay Noyan' ı tanıyınca teknelerin nasıl da istekle yelken açtıklarını daha iyi anladım.
Baba - kız müthiş bir enerji kaynağı. Kahkahalar her daim havada uçuşuyor. Nasıl olmasın ki! Baba Noyan, gazetecilikten müzisyenliğe, mekan işletmeciliğinden yelkenciliğe yapmadığı iş kalmamış. E böylesi sosyal, güler yüzlü, sevilen sayılan genel tabirle 10 numara 5 yıldız duayen abimizin yaşamı, tanıdığı simalar, anıları bambaşka oluyor tabii. Allah uzun ömür versin. Memlekette bir kaç yüz tane Turgay Noyan olsa şimdiye Mars'taydık, Neptün'deydik. Dolayısıyla böylesi pozitif enerjiyle yapılan işlerin tadına da doyulmuyor. 52 teknenin kayıt vererek düzenlenen yelken festivali her haliyle çağdaş Türkiye 'nin yüzüydü. O yüzden Noyan' lara ve katılan yelkeni dostlara ve pek tabii ki sponsorlara içten bir teşekkür göndermek gerekiyor.
ADA MÜZİK’LE KAYIKHANE’DE COŞUYORUZ
Özellikle geçen kış aylarında adını bolca duyduğumuz İstanbul'un Kadıköy yakasına kurulu Moda dolaylarındaki Kayıkhane, sonbahar itibariyle yine coşmaya, coşturmaya, aşka yelken açıp duygulandırmaya devam edecek. Çalanıyla, söyleyeniyle, şarkılarıyla bambaşka bir yer malumunuz Moda Kayıkhane. Programına sıkça göz atmanızı naçizane tavsiye ederim. Müzik sektörümüzde gerek sanatçılarıyla, gerek duruşuyla apayrı bir yer edinen Ada Müzik, ‘Burada Müzik Var’ diyerek tam 10 gün boyunca şahane zamanlar yaşatacak bizlere.
28 Eylülde start alıyor bu proje. İlk gün Kolektif İstanbul, Grup Gündoğarken, ve Birsen Tezer sahnede olacak. Bu programdan da anlayacağınız gibi her gün 3 farklı sahne performansı izleyeceğiz. Tabii ki Yeni Türkü, Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi, Zuhal Olcay, Mehmet Güreli gibi efsaneler de Kayıkhane’de. arada sadece konser ya da performanslar olmayacak. Oturumlar, söyleşiler, atölyeler de bizlerle. Bu açıdan oldukça doyurucu geçeceğine eminim. 10 gün sürecek bu şahane müzik günlerinşn finali da Fazıl Say ‘dan olacak. 7 Ekimde ‘ilk şarkılar ve güz şarkıları’ repertuarıyla Moda Kayıkhane’de dinleyicisiyle kucaklaşacak. Ada Müzik’e bir kez daha selam olsun.
Hayır hayır sadece turizmdeki çekiciliğinden, yörenin ilgi odağı olmasından değil, Kars’ın yani yerelin küresele kafa tutmasından söz ediyorum. Babacığımın memuriyetinden dolayı çocukluğum ve hatta ilk gençliğim de dahil olmak üzere o güzelim yıllarım memleketin nüfussuz kasabalarında ya da az nüfuslu ve pek de gelişememiş ilçelerinde geçti. 80'li, 90'lı yıllar düşünüldüğünde ya da kestirmeden söylemek gerekirse internetin, akıllı telefonların olmadığı hadi onları da geçtim bilgisayar denen cihazın henüz emeklediği o daktilolu yıllar düşünüldüğünde, köye ve köylüye yönelik tecrübem bir hayli fazla diyebiliriz. Muhabirlik yıllarımda bunun artılarını fazlasıyla gördüm. İşte o geleceğe dönük bir umut arayan köy ve kasabalarda yöreyi kurtaracak bir ‘mucize insan’ beklenirdi hep. O çaresizlikte başka da yapacak bir şey yoktu çünkü. Elden bir şey de gelmezdi açıkçası. O zeka yüklü müteşebbis kişi gelecek hayatları, ekonomileri düzeltecek ve oranın kral abisi ya da kraliçe ablası olacaktı. Çok beklediler benim yaşadığım kasabaların, ilçelerin sakinleri. Bazılarında oldu böylesi mucize insanlar ama çoğunda olamadı maalesef. O bahtsızlar da ne yapsın, ‘kader işte’ deyip razı oldular yaşamlarına.
İlhan Koçulu Kars’ın ‘mucize insanı’ dır
O ‘mucize insanı’ yakalayan yörelerdeki sakinlerin hissini, gözlerindeki parıldamayı en son, Pınar Kaftancıoğlu (İpek Hanım), Başak Pelister ve Şah Yaycı'nın organize ettiği İpek Hanım Çiftliği ile yaptığım Kars gezisinde yakaladım. Hem de yıllar yıllar sonra. Dünyanın dört bir yanında temizlik işçiliği dahil yapmadığı iş kalmayan saygıdeğer çiftçimiz, Karslı peynir üreticisi İlhan Koçulu bir köyün, bir yörenin ve bir geleneğin kaderini değiştirmeye soyunmuş, çok da başarılı olmuştu. Yerinde gittim, gördüm, inceledim. Nutkum tutuldu adeta. Mandırasıyla, merasıyla ve hatta inşa ettiği peynir müzesiyle gıpta edilecek işlere imza atmış abimiz. Kurduğu sistem için Avrupa’dan, ABD'den gelen uzmanların varlığını öğrendikçe de gurur ve onur duydum elbette. Koçulu ve yörenin çiftçileri, meşhur Kars kaşar ve gravyerinin bahtını değiştiren, dünyada önde gelen peynir çeşitlerine ve üreticilerine ‘biz de varız’ diyen, ar-gesiyle markalaştıran, coğrafi işaretli ürünleriyle dünya pazarlarında kendisine yer açan, globale kafa tutmasıyla kıskanılan bir emek koydu ortaya. Helal olsun.
Milli ve yerli, İpek Hanım Çiftliği
İlhan Bey, İpek Hanım Çiftliği'nin kurucusu Pınar Hanım'la da elele verip ürünlerini bizimle, dünyayla buluşturdu. Kalite ve fiyat politikası 10 numara. Düşünebiliyor musunuz! İtalya’nın Fransa’nın şan şöhret sahibi olmuş ‘üzerine tanımam’ denilen parmesanıyla yarışan ve hatta ona fark atan yıllanmış Kars kaşar ya da gravyerini TL cinsinden son derece ucuza alabilmeniz mümkün. Dövizin böylesine şahlandığı bir dönemde ‘doğru’ yerli ve milli ürüne sahip çıkmak gerekmez mi? Üstelik bu yerli şahane ürünleri tüketerek memleketin hayvancılığına, etine, sütüne, meracılığına, tarımına, kısacası taşına toprağına sahip çıkarsınız. Yöre insanının kazancına kazanç katlandığı gibi, bol çeşitli peynir üretiminin de merkezi şimdi Kars’ın Boğatepe Köyü sakinleri. Ne mutluluk verici değil mi? Türkiye'nin gençleri ve girişimcileri için müthiş bir örnektir İlhan Koçulu ve verdiği ona verdiği destekle İpek Hanım Çiftliği'nin emektar sahibesi Pınar Kaftancıoğlu. Bir kez daha can-ı gönülden kutlamak gerek-şart.
Sözünü ettiğim oldukça çetin geçen Arkas Aegean Link Regatta 2018 yarışları. Tam bir adrenalin şoklaması! Hani yelkenlilerin rüzgarı arkasına alıp açık denizde masmavi dalgalara bata çıka ve hatta bir o yana bir bu yana yata yata ilerlediği heyecan yüklü yarışlar var ya! İşte tam da o coşkulu anlar Çeşme – Sakız arası parkurdaki o gidiş gelişlerde yaşandı. Kesinlikle muhteşemdi. O kadar hareketli olmanız gerekiyor ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz. Kondisyon kesinlikle şart. Motivasyon olmazsa olmaz. Konsantre; zaten söylememe bile gerek yok. Anlayacağınız disiplini ve eğlenmeyi içinde barındıran tam bir takım çalışması yelken sporu. Muhteşem anlardı gerçekten de. Zaten işin içinde Türkiyemiz’in en eski ve büyük şirketlerinden Arkas ve titizliği varsa, belli ki dünya çapında bir iş çıkacaktı oradan. Aynen de öyle oldu. Ege’nin en mavi, en temiz sularında, rüzgar açısından dünyada yelken ve yat yarışı yapılabilecek en iyi parkurlardan biri sayılan Çeşme – Sakız Adası arasında çetin geçen yarışın tüm adrenalini bedenimizde yaşadık adeta.
Yelkende katılımcı rekoru kırıldı
Yelkencilerimiz de bu zorlu yarış için neredeyse Türkiye’nin dört bir yanından gelmişti. Mersin, Ankara, Kuşadası, İzmir, Bodrum, Mersin, Foça ve Urla’dan gelen tam 51 tekne ve 500’e yakın yarışçı… Süper ötesi bir rakam. Sanırım bu kadar çok katılımla bu yılın da ‘katılımcı rekoru’ kırılmış oldu. Bunun en güzel yanı mavilikle çevrili ülkemizde yelken sporunun giderek sevilmesini görmek elbette. Özellikle minik sporcularımızı denizlerde görmek heyecan verici. Bunda tabii ki Arkas - M.A.T. Sailing Team gibi bu işe gönül vermiş şirket ve yelken okullarının katkısı çok ama çok büyük. Türkiye Yelken Federasyonu (TYK) ve Ege Açık Deniz Yat Kulübü Çeşme Marina (EAYK) tarafından daha önce bir çok kez düzenlenen bu yarışta, IRC 0- 1-2-3-4-5 ve Destek kategorilerinde kupa için mücadeleye edildi.
30 Ağustos’ta Sakız’a start aldık
29 Ağustos akşamı Çeşme Marina Yacht Club’ta düzenlenen renkli açılış kokteyli ile başlayan Arkas Aegean Link Regatta’da ilk gün startı çok ama çok heyecanlıydı. Nedeni gayet basit; O sabah 30 Ağustos Zafer Bayramı sabahıydı ve yelkencilerimizle beraber biz diğer katılımcılar da dostluk ve barış için Yunanistan’a doğru, Sakız’a doğru yelken açtık. Çeşme-Sakız UBS Yarışı o anlamda apayrı bir gurur ve onur startıydı bizler için. Ege’nin barışına bir katkı da bizden geldiği için çok ama çok mutluyduk. Bu arada Sakız Adası sakinleri de hayli heyecanlı ve misafirperverdi yelkencilerimize karşı. Bunun en önemli nedenlerinden biri de geçtiğimiz yıllara oranla adayı ziyaret eden Türk konukların üçte bire düşmesi. Böylesi organizasyonları fırsat bilen ada sakinleri de ellerinden gelen güler yüzlülüğü gösteriyor doğal olarak. Çünkü Türkiye’deki bir huzursuzluk Sakız gibi karamıza yakın Yunan Adaları’nda anında hissediliyor. Moral motivasyonlarını ve ceplerini etkiliyor. Sakız’ın limanında 51 yelkenlinin boy göstermesi elbette şahane bir görüntüydü.
Zira Eylül’ün ayak seslerini duymaya başladık. Kimine göre yazın en güzel yaşanacağı aylardandır Eylül. Özellikle kıyılar için. Bana kalırsa doğrudur da bu fikir. Ve fakat kentlerde de, özellikle İstanbulumuz’da, apayrı bir koşuşturma başlar Eylül’de. Ne mi bu hareketlilik? Mesela sahneler dolup taşacak desem. Mesela İstanbul müziğe doyacak desem. Buyurunuz haberelere!
Okullar açıldıktan sonraki günler önemli bu hareketlilik için. Önce 18 - 23 Eylül arasında fizy İstanbul Müzik Haftası düzenlenecek, ardından 26 - 30 Eylül 2018 tarihleri arasında da beş gün dört farklı konseptte Red Bull Music Festival İstanbul gerçekleşecek. Yani Eylül’ün ikinci yarısı özellikle müziğe daira ne arasan bulabileceksin Şehr-i İstanbul’da
Fizy’den İstanbul Müzik Haftası
Popüler Kültür Festivali de denilebilir, Turkcell’in dijital müzik platformu fizy’nin destek olduğu ve tanıttığı bu müzik günlerine. Bu müzik haftasında İstanbul’un müzik mabetlerinden sayılabilecek Zorlu PSM’de tam altı gün boyunca konserler, paneller, söyleşiler ve imza günleri düzenlenecek. Kimler mi sahne alacak hemen söyleyelim onu da; son albümündeki olay şarkılarıyla Kenan Doğulu, Athena, Bülent Ortaçgil, Bengü, genç kızların sevgilisi Edis, Emre Altuğ, Kalben, MFÖ, Mor ve Ötesi, Nil Karaibrahimgil, Teoman. Tam bir yıldızlar geçidi olacak anlayacağınız. Yaza bu isimlerle veda etmek şahane olacak. Bana kalırsa fizy İstanbul Müzik Haftası’ndaki yerinizi şimdiden yerinizi ayırtın.
Hiçbir makyaja, ekstra bir çabaya gerek kalmadan doğanın kendisine bahşettiğini yine doğayla, insanla paylaşan, üretken anaç bir kadın gibi ada. Rüzgarı, güneşi, denizi, yemesi, içmesi bir başka. Hatta bambaşka. Tanrı’nın insanlığa sunduğu bir hediye, orası kesin. Abartmıyorum. Yüzölçümü küçücük ama bir o kadar büyük anlamlarla bezeli. Bilen biliyor zaten. Giden de artık iflah olmaz bir şekilde bir daha, bir daha gidiyor. Böyle bir özelliği var işte adanın. Gelen bir daha gelecek. Giden sorgusuz sualsiz geri dönecek. Çünkü adanın kanunu bu. Ha bir de adayı ada yapan insanlar var tabii. Onlarsız olmuyor işte bu Bozcaada denen yer. Ruhuna ruh katan, emeğini harcayan. Mesela Oya. Patiska Oya.
Bozcaada ’nın Patiska ’sı var arkadaş
Bayram kalabalığında pek ada dahilinde olmak istemediğim için öncesinde birkaç günlüğüne uğramak istedim. Adanın bayram öncesi nabzını tutmak için. Malum böylesi önemli gün ve tatillerde kalabalıktan adım atacak yer bulunmuyor bu topraklarda. Gelenler de haklı. Başka nereye gidilebilir ki? Ada’da adımımı attığım ilk yer hemen Oya Hanım’ın Patiska Karadut Bağ Evi tabii ki. Şahane ötesi kahvaltısını bir yana bırak, o muhteşem tatlı tatlı esen ada rüzgarı insanı birkaç dakikada kendine getiriyor hemen. Bu rüzgarı böylesi hissetmezsen Bozcaada’da olduğunu anlamazsın. Karadut Bağevi 'ne kurulu Patiska 56 dönüm üzerinde. Yani devasa bir arazide. İsteyen üzüm bağları arasında dolaşıyor, isteyen meyve ağaçları arasında ruhunu arıyor. Zeytinlikler ve iğde ağaçlarından söz etmiyorum bile. Kaldığım taş odanın verandasında oturup da muhteşem yemyeşil ovaya yaslanarak güneşi batırmak yok mu işte bu yaşamımın en kıymetli dakikalarıydı benim için. Buranın gün batımı şahane ötesi. Pek tabii ki Patiska'nın kahvaltısı çok meşhur olduğundan bol ağaçlı, geniş bembeyaz rüzgarlı bahçesinde her daim şen kahkahalar duymak mümkün. Bozcaada’nın dişil ruhuna Oya’nın şen şakrak, renkli ve kadınsı ruhu çok iyi gelmiş bunu biliyoruz zaten. Bu uyum daha uzun yıllar sürecek gibi gözüküyor. Yani Bozcaada’nın Patista’sı var arkadaş.
Madam Niça ’ya selam olsun
Adanın ruhu sokak aralarındaki tatlarda gizli birazda. Sokak aralarındaki o tatlı sıcaklığı bildim bileli çok sevmişimdir. O tatlı mekan ve duygulara yepyeni birisi eşlik ediyor geçen yıldan bu yana. Sevgili Madam Niça. Hikayesi müthiş keyifli, giderseniz dinlersiniz zaten. Kalabalık sokak aralarından sıyrılmış, şahane ambiyansıyla insana ‘gel gel’ diyen bir yer. Tasarımı, doğallığı, kalitesi ‘less is more’ diyen tavrıyla Bozcaada’nın en kaliteli yeme-içme mekanlarından biri olmuş durumda. Mönüsü deniz kafasından sıyrılmış hoş bir alternatif sunan mönü. Ben gayet beğendim. Mesela; zerdeçallı ballı fava, dil mühürleme ve elbetteki trüf tereyağlı Arnavut ciğeri benim favorilerim arasına giriverdi. Acı biber reçelli muska böreği de tadılmayacak gibi değil bu arada. Zaten fiks bir mönüsü olduğu için gayet makul bir fiyata bu lezzetleri tatmanız mümkün. Madam Niça eski taş duvarlı bir üzüm deposunda hayat bulan yaşanmışlıkla bezeli bir mekan. Ada nimetlerinden yararlanarak şahane tatlara imza atıyorlar. Patiska Oya gibi İzmir’li Saada Hanım da Ada’nın ruhuna kendi ruhunu katarak çoğalan o özel insanlardan. O nedenle Ada’ya ayak basar basmaz Madam Niça’ya bir merhaba demenizi öneririm. Emniyet Sokak, numara 22’de.
Bir çok kişinin Bodrum’a neden aşık olduğunu, en ufak fırsatta hemen Bodrum’a kaçış planı kurduklarını son gidişimde çok daha iyi anladım. Bodrum tutkuyla sevilebilen bir yer çünkü. Ve anaç yapısıyla isteklerinizi hemen yerine getiriveriyor. Sadece bir yaz kaçamağı değil. Elinizde olmadan aklınıza düşüyor ve ona ulaşmak için çaba sarfediyorsunuz. Giderek artan nüfusu, göç alan yapısı buna en güzel örnek sanırım.
Bodrum merkezdeki hareketlilik zaten baş döndürücü. Akşam saatlerinde artık olmayan Halikarnas’a kadar o yolda dolup taşan bir kalabalık şaşkınlık verici gerçekten. Şimdilerde Adabükü dediğimiz Boğaziçi Bölgesi ve Bargilya civarının keşfediliyor olduğuna şahit oldum. Havaalanına yakınlığı, yerleşim yerlerinin daha az olması, el değmemiş doğası ve elbette denizinin berraklığı bunda etkili elbette. Bir de geçtiğimiz yıl hizmet vermeye başlayan Lux Bodrum Resort ve Residences sayesinde dünya çapından jet sosyete diyebileceğimiz bir kitlenin burayı tercih etmesini sağlamış ki Adabükü açısından son derece önemli. Bu kıyı hattı boyunca yeni yerleşim alanlarının yapılanıyor olması Bodrum’un yarımada dışına çıkarak büyümesi anlamını taşıyor.
Yalıçiftlik, Yalıkavak, Bitez…
Öte yandan Bodrum dünyasının en bakir ve en yeşil koylarını içinde barındıran Yalıçiftlik Bölgesi de son derece revaçta. Yıllar yıllar önce burada hizmet vermeye başlayan Hapimag Sea Garden yörenin doğasıyla uyumlu, yeşile saygılı anlayışıyla birkaç yıl öncesine kadar Avrupalılar’ın gözdesiydi. Yine ayakları alışmaya başladı ama turizmin kriz dönemlerinde Türk konuklar da Yalıçiftlik ‘i keşfetmeye başladılar. Bodrum’un en iyi denizi burada desem kesinlikle abartmam. Çünkü Yalıçiftlik’in koyları ve denizi sırtını Gökova Körfezi’ne dayamış durumda. Ve suyuna adımınızı atar atmaz farkı anlıyorsunuz. Havası ve rüzgarı da son derece kaliteli. Yarımadanın en dikkat çeken ve yıllardır ortadireğin ayak bastığı Yahşi Yalısı ve Ortakent’i son derece canlı ve coşkulu gördüm bu gidişimde. Genelde iş turizme yoğun çalışan mekanların olduğu koyda gündüz dipdibe serilmiş şezlongların yerini, akşam yemeklerinden itibaren kalabalık masalar alıyor ki, işte ‘ne tür eğlence isterseniz burada var’ dediğim noktaya geliyoruz. Fiyatlar açısından elbette çok daha makul burası.
Yılların Turgutreis’i yine dimdik ayakta ama bu kez hayli eskimiş ve yorgun gördüm Turgutreis’i. Ya Bodrum çevresi aşırı derecede gelişirken burası ıskalandı ya da gelişmeye direniyor. Kos Adası’na yakınlığı ile dikkat çeken bu yörenin kendisine biraz daha bakması gerek ve şart bence. Yalıkavak ise Turgutreis’in aksine basmış gaza gidiyor. Milyon liralık yatların demirlediği marinanın varlığı Yalıkavak’ın modernleşmesi açısından önemli, bununla beraber yerel esnafın da bundan sebeplenmesi son derece iyi bir gelişme olmuş bana kalırsa. Bitez’se malum yılların Bitez’i. Bana kalırsa da Bodrum’un fazla bozulmayan en güzel birkaç keyifli yerlerinden biri. Mandalina ağaçları arasında kaybolmak insanın ruhuna çok iyi geliyor. Doria Hotel ve Beach buranın turist nabzını tutan en kilit mekanlarından biri çünkü geleni, gideniyle Bodrum’un genel havasınıda buradan özetleyebiliyorsun. Kitleye baktığımızda Ortadoğulu turistler ağırlıkta. Avrupalılar nispeten geriden gelirken, yerli turist de son yıllara göre daha fazla yer alıyor konaklamada. Bodrum genelinde gördüğüm o ki tesisler tabir-i caizse dolup taşıyor. Bu çok iyi bir şey. Bayramda zaten konuk sıkıntısı yaşamayacak Bodrum. Bayram ve okul sonrasındaysa Bodrum gerçekten Bodrum aşıklarına kalacak.