Sultan Vahideddin’den hoşlanırsınız veya hoşlanmazsınız, bu, işin başka tarafıdır. Ama, satılacak olan mührün tarihi önemi, Sultan Abdülhamid’e ait olan ve Paris’te bundan sekiz sene önce mezata konduğu zaman Türkiye’nin gündemini haftalarca meşgul eden diğer mühürlerden çok daha fazladır. Zira, şimdi Çankaya Köşkü’nde bulunan "cumhurbaşkanlığı mührü" Türkiye Cumhuriyeti için ne ise, mezata çıkacak olan mühür de, Osmanlı İmparatorluğu için odur. Kurduğumuz bir önceki devletin son ve en önemli sembolüdür ve yeri de, Topkapı Sarayı’ndaki diğer mühr-i hümáyunların yanıdır. Şimdi, bu mührün saraya gitmesini sağlayacak gönlü zengin bir Türk aranıyor.
İSTANBUL’da önümüzdeki 17 Aralık günü yapılacak olan bir mezatta, Osmanlı tarihi bakımından son derece
önemli bir obje satışa çıkıyor: Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı
Sultan Vahideddin’e ait olan
"mühr-i hümáyun", yani son devlet mührü.
"Mühr-i hümáyun"un ne demek olduğunu bilmeyenler için kısaca anlatayım: Üzerinde padişahın tuğrasının hakkedilmiş olduğu som altından bir mühürdür, buna
"saltanat mührü" yahut
"mühr-i şerif" yani
"şerefli mühür" de denir.
Müslüman hükümdarların, Abbasi Halifeleri’nden itibaren tahta çıkmalarından hemen sonra yaptıkları ilk iş, isimlerinin yahut kendileriyle ilgili bir alámetin bulunduğu birkaç adet mühür kazdırmaktı ve Osmanlı hükümdarları da bu geleneğe uydular.
Padişahlar kazdırdıkları mühürlerden birini kendilerinde tutar, diğerini o zamanın başbakanı olan sadrazama verirlerdi. Sadrazam, padişahın
"mutlak vekili" idi ve bir devlet adamının bu göreve getirilmesinin öncelikli protokol şartı, hükümdarın mührünün o kişiye teslim edilmesiydi. Mührü alan sadrazam bunu
kese içerisine koyar, saygı gereği vücudunun mutlaka üst kısmında muhafaza eder, yanından hiçbir şekilde ayırmazdı. Hattá, Tanzimat döneminin meşhur devlet adamı
Sadrazam Áli Paşa’nın hamama bile mühr-i hümáyun ile girdiği söylenirdi.
TAYİNDE VE AZİLDEMührün geri alınması, sadrazamın azledilmesi demekti. Saraydan gelen görevlilerden birinin mührün iadesini istemesi, padişahın sadrazamı azlettiği anlamına gelir ve alınan mühür sadaret makamına getirilen yeni devlet adamına verilirdi.
İşte, Osmanlı İmparatorluğu’nun son mührü, yani son padişah
Sultan Vahideddin’in kendisinde bulunan mühr-i hümáyun, önümüzdeki 17 Aralık günü Portakal Sanat ve Kültür Evi’nde yapılacak olan mezatta 140 milyar lira başlangıç fiyatla açık arttırmaya çıkartılacak.
Şimdi bu mührün hikáyesini, yani mezata konmasına kadar uzanan macerasını anlatayım:
1918’in 4 Temmuz günü Osmanlı tahtına çıkan
Sultan Vahideddin de kendisinden önceki hükümdarların yaptığını yaptı ve ilk iş olarak üzerinde tuğrasının bulunduğu iki adet mühr-i hümáyun kazıttı. Mühürlerden birini gelenekler uyarınca tayin ettiği sadrazamlarına veren padişah, diğer mührü kendisinde tuttu.
SADRAZAMI DÜNÜRÜYDÜ
Sultan Vahideddin’in son sadrazamı, aynı zamanda dünürü olan
Tevfik Paşa idi. Osmanlı İmparatorluğu’nun da son sadrazamı olan
Tevfik Paşa, padişahın 17 Kasım 1922 sabahı Türkiye’den ayrılması üzerine mührü iade edecek bir makam bulamaması üzerine saltanat mührünü 1936’daki vefatına kadar bizzat muhafaza etti. Mühr-i hümáyunu hayatının son günlerinde
"Ben, mührü geri verecek padişah bulamadım. Bu, devletin şerefidir, dikkat et, antikacılara falan gitmesin" diyerek padişahın büyük kızı
Ulviye Sultan’ın eşi olan oğlu
İsmail Hakkı Okday’a verdi. Mühür,
Okday’ın 1977’deki vefatından sonra kızı ve dolayısıyla
Sultan Vahideddin’in de büyük torunu olan
Hümeyra Hanımsultan’a
(Özbaş), onun da 2000 yılında vefat etmesi üzerine çocukları
Halim ve
Hanzade Özbaş’a intikal etti. Bu mühr-i hümáyun, şimdi İzmir’de yaşayan
Özbaş kardeşler tarafından muhafaza ediliyor.
MÜHÜR, KIZINA KALDIPadişahın kendisinde bulunan ikinci mühür ise,
Sultan Vahideddin’in 1926’nın 16 Mayıs’ında İtalya’nın San Remo kasabasında hayata veda etmesi üzerine küçük kızı
Sabiha Sultan’a,
Sabiha Sultan’ın 1971’deki vefatından sonra da onun büyük kızı
Neslişah Sultan’a
(Osmanoğlu) geçti. Bir ara
Hanzade Sultan’da, yani
Neslişah Sultan’ın kızkardeşinde kalan mühür,
Hanzade Sultan’ın da hayata 1998’de veda etmesi üzerine
Sultan Vahideddin’in torun çocuklarına intikal etti ve ailenin ifadesiyle
"saltanat mührünün kıymetini bilmeyen bir torun" tarafından geçtiğimiz senelerde elden satıldı. Mührü, 17 Aralık’ta yapılacak olan mezata bu yeni sahibi koydu.
Belki hatırlarsınız:
Sultan İkinci Abdülhamid’in bundan sekiz sene önce Paris’te mezata çıkan özel mühürleri Türkiye’nin gündemini haftalarca meşgul etmişti.
Abdülhamid’in Hotel Drouot’da satılan mühürlerini
Nezih ve
Zeynel Ábidin Erdem kardeşler satın almışlar ve daha sonra törenle Topkapı Sarayı’na hediye etmişlerdi.
SARAYA GİTMESİ LÁZIM
17 Aralık’ta Portakal Sanat ve Kültür Evi’nde açık arttırmaya çıkacak mühr-i hümáyunun hikáyesi işte böyle...
Sultan Vahideddin’den hoşlanırsınız veya hoşlanmazsınız, bu, işin başka tarafı. Ama, satılacak olan mührün taşıdığı tarihi önem, Paris’te mezata konan diğer mühürlerden çok daha fazla.
Zira, üzerinde
Vahideddin’in tuğrasının bulunduğu som altından yapılmış olan bu obje, Osmanlı İmparatorluğu’nun son mührüdür. Bugün Çankaya Köşkü’nde bulunan
"cumhurbaşkanlığı mührü" Türkiye Cumhuriyeti için ne ise, mezata çıkacak olan mühür de, Osmanlı İmparatorluğu için odur. Kurduğumuz bir önceki devletin son ve en önemli sembolüdür ve yeri de, bence, Topkapı Sarayı’nda bulunan, en eskisi
Fatih Sultan Mehmed’in oğlu
İkinci Bayezid’e ait olan diğer mühr-i hümáyunların yanıdır.
Şimdi, bu mührün saraya gitmesini sağlayacak gönlü zengin bir Türk aranıyor.
Neslişah Sultan, büyükbabası Sultan Vahideddin’in diğer mührünü saraya bağışlamıştıTOPKAPI Sarayı’na 1998’in 18 Kasım’ında sessiz sadasız ama önemli bir bağış yapılmış, Osmanlılar’ın son hükümdarı
Sultan Vahideddin’in torunu
Neslişah Sultan (Osmanoğlu), büyükbabasının üzerinde
"Mehmed Vahideddin" yazılı olan som altından şehzadelik mührünü saraya hediye etmişti.
Neslişah Sultan, büyükbabasının mührüyle beraber, hükümdarın tek oğlu olan ve hayata genç yaşta veda eden Şehzade
Mehmed Ertuğrul Efendi’nin altın mührünü de saraya bağışlamıştı.
Mühürlerin, sahiplerinin Türkiye’den ayrılışlarının üzerinden 70 küsur sene geçmesinden sonra atalarının sarayına dönüşüne ilgililer dışında şahit olan tek kişi bendim.
Sultan Vahideddin’in mührünün saraya tesliminden önce geleneklere uyulmuş ve artık kullanılmaması için üzeri çizilip iptal edilmiş, daha sonra ateşte eritilen balmumuna basılmış ve çizik olduğu açık şekilde görülmüştü. Böylelikle, çok sonraları bile yaşanması muhtemel olan bir belge sahtekárlığının da önüne geçilmişti.
Neslişah Sultan’ın bağışını sarayın o zamanki müdiresi
Dr. Filiz Çağman ile Kültür Bakanlığı’nın yine o zamanki müsteşarı
Prof. Dr. Tekin Aybaş teslim almışlardı. Hükümdarın torunu, ailesinin 70 küsur sene boyunca muhafaza ettiği hatıranın atalarının sarayına dönmesinden bir hayli memnundu ve
"Mührün yerini bulduğunu" söylemiş,
"Millete intikali gerekiyordu, bu intikal aradan çok uzun bir zaman geçtikten sonra yapıldı. Darısı diğerlerinin başına" demişti.
Sultan Vahideddin’in mühr-i hümáyununun mezata çıkış haberini verirken, sekiz sene önceki bu hatırayı da nakletmek istedim.