Dünya Bankası ve IMF adına konuşan Mister Deppler ‘‘Her vatandaşınızın cebine 300 dolar koyduk’’ diyeli, delik ceplerini karıştırıp 300 kuruş bile bulamayan bazı Türkler herhalde o iki kuruluşa da küfredip duruyor olmalıdırlar.
İktisatçı Mustafa Sönmez ise, boşuna sinirlenecek yerde bir hesap yapmış ve tersine onların her Türk'e 1.500 dolar borçlu olduğunu bulmuş: 22.4 milyar dolarlık ek dış borç, 45 milyar dolarlık ek iç borç ve 52 milyar dolarlık ulusal gelir kaybı birbirine eklenince böyle bir rakam çıkmış ortaya.
Sönmez, Türkiye'nin kasım ve şubat krizleriyle büyük kayıplara uğradığını, her ikisinde de ana sorumluluğun IMF ile Dünya Bankası'nda olduğunu söylüyor.
Acaba?
Sorumluluk, para istenince niyet mektuplarının müsveddesini uzatıp ‘‘Buna uygun bir şeyler yazın da verelim’’ diyenlerde midir? Yoksa, ülkeyi muhtaç duruma düşürenlerde, hatta ‘‘İstenenler acaba bize uygun mu?’’ diye sormadan ve değişik düşünen yerli uzmanlarla gerçekten ulusal bir program yapmadan, dıştakilerin söylediği her şeyi noktası noktasına yerine getirenlerde mi?
Geçen haftanın ortalarından beri Türkiye ‘‘Stan aşağı, Stan yukarı’’ ve ‘‘Stan şöyle dedi, böyle dedi’’ sözleriyle çalkalanmakta. Cumartesi günkü kahvaltı, yemek ve toplantı fasıllarından sonra da müthiş bir iyimserlik: Stan, ‘‘Ağustosu rahat geçirirsiniz; eylül ve ekimde de her şey yoluna girer’’ demiş.
Sıcak güneş, hafif giyim ve ucuz domatesle hıyar ayı olan ağustosun Türkiye'de rahat geçeceğini söyleyebilmek için bilgin olmaya gerek yok; ama okul ayı eylül ile yağmur ayı ekim gelince işler değişir. O aylar, normal yıllarda bile sıkıntı aylarıdır. Eğitimin ticarete dönüştüğü, paralı okullarda çocuklarına nitelikli öğretim vermek için ana babaların akla karayı seçtiği, devlet okullarında da kayıtların bağışsız yenilenmediği bir ülkede ayların sıralanışına göre hesap yapmak kadar yanlış bir şey olamaz. İnsana feleğini şaşırtan aylar vardır bizim takvimlerde. Büyüme kuramlarıyla ünlü Stanley Fischer'le sanki babalarının oğlu ve kırk yıllık ahbaplarıymış gibi hemen stan'leşiverenler herhalde anımsatmışlardır bunları kendisine.
Anımsatmamışlarsa, aşırı iyimserliğinden ötürü suçlanacak olan o mudur?
Başkalarını suçlamadan önce kendimizi sorgulamayışımız, şimdiye kadar belirli bir kusurumuzdu; ama, artık bunu değiştirmenin zamanı gelmiştir.
Örneğin, 1992'den beri ‘‘İstanbul'u olimpiyat kenti yapacağız’’ diye harcanan milyarlar boşa gitmişse, ‘‘2008 İstanbul olimpiyatları’’ uğruna sadece bu kez ve yalnız ‘‘ziyaret ve propaganda gideri’’ olarak yarım trilyon TL'den fazla para harcanmışsa, kabahat Türkiye'yi yıllardır oyalayıp bu yönde karar vermeyen uluslararası komitede, hatta on üç yıldır ‘‘dünya kazan, biz kepçe’’ diyerek bu paralarla har vurup harman savuran yerli uzantılarda mıdır? Yoksa, 2000 için çıkarılmış ve başarısızlığı açıkça belli olmuş bir yasayı hálá yürürlükte tutan hükümetlerde, yasa koyucularda ve hatta şimdiden ‘‘Artık 2012 garantidir’’ edebiyatına başlamış olan basındaki goygoycularda mı?
Kendi düşen ağlamaz; kendi düşünmeyen de başkasını suçlayamaz.