Paylaş
KURBAN görüntüleriyle tatil keyifleri kaçanlarımız ‘‘Avrupa'ya rezil olduk’’ diye tekrar komplekse kapılmışlarsa, onun bile tesellisi olur; ‘‘onlarda da boğa güreşinin vahşeti var’’ der geçersiniz.
Asıl sorun, kültürümüzün bize özgü yanlarında değil, cumhuriyetin de hedeflediği evrensel değer ve kurallara uymaktaki kültürel kusurlarımızdadır.
Örneğin, siyasal kültürdeki alaturkalıklarımızda.
Son kriz boyunca yaşananlara bakalım.
Parlamenter sistemi iyi kötü uygulayan herhangi bir ülkede, MGK gibi önemli bir organın toplantısını terk edip kameralara koşan ve anlattıklarıyla kriz başlatarak ekonomiyi çökerten bir başbakan görevde kalabilir miydi?
Toplantıda devlet başkanına hakaret etmiş bir başbakan yardımcısının, özür dilemeden, bir hafta sonra aynı toplantıya katılması uygar dünyanın hangi siyasal kültüründe görülmüştür?
Ekonomi politikasındaki acziyle yabancı kuruluşlara teslim olmuş ve bu tutumuyla çöküntüye yol açmış bir hükümet nasıl olur da çekilmeyip yeni bir program hazırlamaya kalkışır? Böyle bir iflas sonrasında hükümet değiştirmemiş hangi parlamenter sistem var? Bir hükümet mevcut koalisyonu ‘‘zorunlu tek formül’’ sayma disipliniyle ayakta kalsa da, iktidar partilerinin hiç değilse krizden sorumlu bakanları istifaya zorlamadığı hangi demokrasi vardır? Çöküntü sonrası başbakanı ve bakanları işbaşında tutup Merkez Bankası'yla Hazine'nin başındakileri çekilmeye zorlayan bir sistemin devlet hukukundaki adı nedir?
Hazırladığı ‘‘ulusal’’ program çöken bir Cottarelli hálá Ankara'da ve yeni taslak üzerinde çalışıyor; taslak dıştan önerilip Dünya Bankası'ndan bakanlığa getirilmiş bir kişinin Washington temaslarından sonra rötuştan geçirilecek ve programın adı hálá ‘‘ulusal’’ olacak. ‘‘Ulusal devlet’’ kavramının bu ölçüde ucuzlatılışı, dünyanın başka yerlerinde de görülmüştü; ama bu ülkede ilk kez görülüyor.
Üçüncü Dünya bakımından ilginç bir başka olay yaşanmakta bugünlerin Türkiye'sinde: Bir yandan IMF'nin ve Dünya Bankası'nın adamlarına ‘‘ulusal program’’ hazırlatan, oralardan gönderilenleri baştacı edip kendi yüksek bürokratlarını istifa ettiren, bir yandan da IMF'yi ‘‘çağın gerisinde’’ sayıp ‘‘her dediğini kabul etmeyeceğiz’’ diyen bir başbakan var.
Yeni dünya düzeninin gelişmiş ülkeler ile ‘‘gelişmekte olanlar’’ arasındaki uçurumları derinleştirdiği hep bilinmekteydi. Çağın bu olgusu, Türkiye gibi ülkelerin yöneticilerinde ister istemez şaşkınlık ve çaresizlik yaratıyor. Şaşkınlığın başbakanı bu çeşit yalpalamalara sürüklemiş olması gerçekten yürek burkucudur. Nitekim, kendisi de biraz fazla ‘‘çağın ilerisine’’ gittiğini fark edince, dün aynı kuruluşu ‘‘dünyanın kaçınılmaz bir gereği’’ saymakta beis görmedi. Bu da, bir anlama, çaresizliğin ifadesiydi.
Oysa, bir türlü görülmeyen şudur: Türkiye, son yarım yüzyılın dıştan verilme yanlış rotalarından kurtulmak ve bağımsız düşünmeyi bilen bir devrimci cumhuriyetin ulusal yönünü tekrar bulmak için çırpınıyor.
Paylaş