15 Kasım 2006
DÜNYADAKİ belki de tek örnektir, "sezon sonunda gönderdiği hocayı, üç ay sonra tekrar göreve getirmek.." Hem de her türlü eleştiriyi, göze alarak getirmek. "Niye gönderdin, şimdi niye getirdin?" sözlerine muhatap olacağını bilerek getirmek. Velhasıl, belki de bir yönetimin alacağı en büyük risk idi bu karar.
Özel sohbetlerimizde Hikmet hoca hep "şimdiki aklım olsa, sezon sonunda gitmezdim" der. Ama "her şeyde bir hayır vardır" derler ya. Bu işin hayırlısı da böyleymiş. Çünkü insan bir şeyin değerini, ancak onu kaybettikten sonra anlıyor.. "Ankaragücü-Hikmet Karaman aşkı" da işte öyle bir şey. İki taraf da ne kaybettiğini, ancak ayrılınca anladı. Tekrar birleşince de sevgileri, tavan yaptı. Belki de başarının altındaki gerçek, burada yatıyor. İki taraf da birbirine sıkı sıkıya sarıldı. İki taraf da birbirini kaybetmekten korkar hale geldi. Çünkü geçmişteki hatalardan, karşılıklı olarak gerekli dersler alınmıştı.
Dördü lig, ikisi kupada alınan üst üste altı galibiyet, elbette yüzleri güldürüyor. Doğal olarak, bu başarının en büyük sahibi, Hikmet Hoca ve futbolcular. Zaten bu konuda herkes, yiğidin hakkını yiğide veriyor.
Ankaragücü, Türkiye’nin gündeminde. Kupa Beyi, tekrar taraftarını çoşturuyor. Ama şunu unutmamak lazım, "Hikmet Hoca, Ankaragücü’ne yürüyerek gelmedi." Onu bu göreve, tekrar davet eden de birileri var. Başta da dediğimiz gibi, her türlü eleştiriyi göze alarak, bunu yapan birileri var. Keşke olayın birde bu yönünü görebilsek. Ama derler ya hep, "iyi olursa Allahtan, kötü olursa kuldan" diye.. İşte aynen öyle. Şimdi her şey güllük, gülüstanlık. Hiç kimse işin bu tarafına bakmıyor bile. Eğer tersi olsa idi, Ankaragücü perişanları oynasa idi, idam sehpası her zamanki gibi çoktan kurulmuştu. "Üç ay önce gönderdiğin adamı, niye tekrar getirdin?" diye. Nasıl olsa alışılmış, vur abalıya. Neyse, önemli olan Ankaragücü’nün başarısı, gerisi hikaye. Başarı varsa, her şey güzel.
Umarım bu güzel günler uzun sürer, "Karaman-Ankaragücü aşkı" herkesi mutlu eder.
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2006
AZİZ Yıldırım, Newcastle maçı öncesi Zico’yu uyarmış, sonucunda ilk on bir ile sistem değişmiş ve Fenerbahçe iyi futbol oynamaya başlamış.. Yıldırım Demirören, Dinamo Bükreş maçından önce Tigana’nın dikkatini çekmiş, sonrasında da Richaldinho ve Delgado, yan yana oynayarak ilk defa Beşiktaş, takım olmuş..
İlhan Cavcav, kulübedeki agresif tavırlarını beğenmediği Mesut Bakkal’ı
sert bir dille eleştirmiş, o da tavır koyarak, Ankaragücü maçında kafasını
kulübeden dışarı çıkartmamış..
Türk futbol gündemi, son günlerde Başkanlar ve onların müdahelesine maruz
kalan hocaların, dedikodusu ile çalkalanıyor.
Bunda ne gibi bir gariplik var, anlamak mümkün değil. Bir kulübün başkanı, hem patron, hem de aile büyüğüdür. Tecrübelerini, fikirlerini veya gördüğü
eksiklikleri, hocayla paylaşmasından daha doğal ne olabilir? Eğer karşısındaki akıllı ise, bunlardan asgari ölçüde yararlanır. Elbette yararlanacak bir şey varsa.. Aksi halde yapılan, boş bir muhabbet olarak kalır.
Yıldırım Demirören’in ne söylediğini bilemem, dedikoduya da karnım tok.. Ama
Aziz Başkan’ın ne söylediğini biliyorum. Duyum falan değil. Ukalalık gibi
olacak ama kişisel dostluğumdan dolayı, bire bir biliyorum.
Söylediği şu:
"Hocam biz bu sistemle başarılı olamayız.. Senden ricam, geçmiş senelerdeki maç kasetlerini bir izle.."
Kısa ve öz, ama anlamak isteyen için, derya, deniz. Bunun adı, ister uyarı olsun, ister müdahele, görülen o ki amacına ulaşmış. Ulaşmaması durumunda tablo, herkes için karanlık olurdu. Herhangi bir başarısızlıkta, herkes nasibini alır. Ama asıl faturanın sahibi, Başkanlardır. Teknik adam ve futbolcu, yollarına başka adreslerde devam ederken, onların ilk ve son adresleri, bu kulüpleridir.
Onun içindir ki Başkan-Hoca diyaloğunda herkes için fayda vardır.. Yeter ki sınırları iyi çizilsin, karşılıklı saygı ve anlayış olsun.
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2006
"ANKARA takımları çok şanslı. Meclis, Hükümet, Bürokrasi hep yanı başında. Her türlü destek için kişi ve kurumlar, sıraya girmiş. Bir eli yağda, bir eli balda. Diğer şehir takımları, bir tane Bakan’a hasretken, onların maçları adeta Bakanlar Kurulu toplantısı gibi. Milletvekilleri, oturacak yer dahi bulamıyorlar." Diğer şehir takımları, herhalde Ankara’yı böyle görüyorlardır. Belki de Ankara takımlarına, o gözle bakıp, imreniyorlardır.
Ne bilsinler Milletvekilleri, Bakan ve Bürokratların sadece büyük maçlarda ve rakibe destek vermek için Şeref Tribünü’nü doldurduğunu..
Ve ne bilsinler ki, son yıllardaki tüm Valilerin, Stadın yolunu sadece Bayramlarda bulabildiğini.
Gerçi Belediye Başkanımız, sıkı bir futbol tutkunu, mümkün olduğu kadar maçlarda yerini alıyor. Ama her zaman öncelik, kendi takımı Ankaraspor’da.. Diğer iki takıma, pek sıra gelmiyor. Aslında yaz başında verilen, benzin istasyonu sözü var.. Belediye meclisi gündemi, yoğun olduğundan mıdır bilinmez, ondan da henüz ses yok.
Elbette her olayın bir istisnası vardır. Buradaki istisna da Ankara Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz.. Ercüment Müdür, herkesin açığını kapatıyor. Her spor olayında yerini aldığı gibi, Gençlerbirliği ile Ankaragücü’nün, bayramlaşma törenlerinde bile en önde. Adeta bir kulüp yöneticisi gibi, her an futbolcuların yanı başında. Hiç beklemediğin anda yemek masasında ya da birlikte televizyon karşısında. Her zaman, yanında kısacası..
Artık onu kulüp tesislerinde görmek, olağan hale geldi. Ama son Ankaragücü-Kayseri Erciyes maçından sonraki davranışı, göz yaşartacak cinsten. Sevgili Müdür, Ankaragücü’nün 4-1 galibiyetinden o kadar mutlu olmuş ki, Başkan Cemal Aydın ile birlikte, futbolcu ve teknik kadroyu, tek tek kutlamak için soyunma odasına kadar inmiş.
Senelerdir, deplasmanda maç seyrederiz. Gittiğimiz yerlerdeki yetkililerin, o şehrin takımına verdikleri destek, bizleri hep kıskandırmıştır. Bırakın maddi, birazcık manevi desteğe bile hasret kaldığımız Başkent’te Ercüment Müdür’ün bu sıcaklığı, doğrusu içimizi ısıtıyor. Bir Ankaralı olarak, bir yönetici veya yazar olarak, içimizdeki bu sıcaklığı yansıtmak istiyorum ve "Sevgili Ercüment Müdürüm sana teşekkür ediyorum.." İyi ki varsın..
Yazının Devamını Oku 25 Ekim 2006
ÖNCEKİ hafta umutlarımı yazmıştım. Karabulutların yağmurla dağılıp, ardından güneşin açmasını ve o güneşle beraber güzel günlerin başlamasını beklediğimi belirtmiştim. Biliyordum dostlukların tekrar başlayacağını, biliyordum taraftarın takımını deliler gibi sevdiğini. Ve biliyordum her şeyden önemlisinin Ankaragücü olduğunu.
Pazar günü işte öyle bir gündü. Camia olmanın bir örneği verildi. Kırgınlıklar, kızgınlıklar rafa kalktı. Taraftar coştu, futbolcu coştu ve ilk galibiyet geldi. Bundan sonra yol açık. Bu günü yaşatan herkese helal olsun.
Bir başka güzellik ise Hikmet Karaman. Yıllardır Ankaragücü’nün içerisindeyim, birçok teknik direktör çalıştı, çoğu da yakın arkadaşımdı. Ama doğrusu Hikmet hoca gibisi bugüne kadar gelmedi. Takımıyla, camiasıyla, taraftarıyla bu kadar bütünleşen olmadı. Kırk yıllık Ankaralı ve Ankaragüçlü gibi. Bir helal olsun da ona demek boynumuzun borcu.
Rüzgar
Bu ara kafayı meteorolojik olaylara taktım. Karabulut, yağmur, güneş derken sıra rüzgara geldi. Rüzgar öyle bir şeydir ki önüne kattığına güç verir. O rüzgarı alan bu güce kendisi bile inanamaz. Ve o güçle her engeli aşacağını zanneder. Açık denizlere korkusuzca yelken açar. Yakıta ihtiyaç duymaz, motorunun gücünü kontrol etmez. Dedik ya o rüzgarın etkisiyle coşar gider. Ta ki o şiddetli rüzgar, tatlı bir melteme dönüşene kadar. Şişkin yelkenler biranda söner, okyanusun ortasında çaresiz kalıverir. Yeni bir rüzgarın esmesini bekler, hatta hafif bir esintiye bile razıdır. Sonra bir bakar ki gücünü motorundan alan bir tekne yanından hızla geçer gider. Öyle hızla gider ki yarattığı dalgayla ancak kendine gelir. O yeni bir rüzgar beklerken öteki hedefe çoktan ulaşır.
İşte kısa bir rüzgar hikayesi. İsteyenler içinden hissesini alsın. Almak istemeyenlere de zaten ne söylesen boş. Yağmur, rüzgar, fırtına fark etmez. Bir de ’rüzgar eken fırtına biçer’ derler. Konumuzla ne alaka demeyin. Bir kenarda saklayın ileride o da lazım olur.
Yazının Devamını Oku 18 Ekim 2006
TURKCELL Süper ligindeki 18 takımın dokuzunda Türk Teknik Direktör çalışıyor. Bunun üçü, Ankara’da. Hikmet Karaman, Aykut Kocaman ve Mesut Bakkal. Bu üçlü, bu hafta takımlarıyla birlikte İstanbul’un ve Türkiye’nin büyüklerine ve onların yabancı hocalarına ders verdiler. Sonuç, iki beraberlik, bir mağlubiyet olabilir ama oynanan futbolun gerçek anlamı, galibiyettir.
Özellikle Ankaragücü’ne ayrı bir paragraf açmak gerekir. Çünkü bu sonuç ve oynanan güzel futbol, haftalardır yaşanan sıkıntıların bittiğinin göstergesi. Camia olmak, önemlidir. Ancak camia olanlar, her türlü sıkıntıya rağmen yıkılmazlar. Tam "bitti" denildiği anda yeniden canlanırlar. Aynen Ankaragücü gibi. Taraftar, yönetici, futbolcu haftalardır Türkiye’nin gündeminde. Doğrusunu söylemek gerekirse, pek de hoş şeyler yaşanmadı. Ama dedik ya "camia olmak önemlidir" diye. Sıkıntılara, sorunlara sünger çekildi. Hep birlikte "önemli olan Ankaragücü" dendi.. Onun içindir ki, Galatasaray maçındaki bir puan, galibiyet kadar önemli. Baskıdan kurtulan futbolcuların gerçek kimliklerini gösterdiği, taraftarının 90 dakika desteklediği, yönetimin keyifle seyrettiği, teknik kadronun ise bu tabloya imzasını attığı bir maç oynandı Ali Sami Yen’de. Hikmet Karaman ve ekibinin, takıma kattıkları ortada. Her hafta Ankaragücü, daha iyi sinyaller veriyor. Şimdi ligde dört, kupada iki maç Ankara’da oynanacak. Amaç kongreye kadar en iyi neticeyi almak ve ikinci yarıya yeni yönetimle birlikte daha güçlü girmek. O halde Ankaragücü’nü seven herkes, bu tabloyu devam ettirmeli. Tabii önemli olan Ankaragücü ise.
Ayhan Akbin
Seneler önce futbolcusu olduğu takımına, bu defa menacer olarak dönmüştü. Heyecanlıydı, taraftarının onu kucaklayacağını, tribünlere yumruk şova çağıracağını ümit ediyordu. Hatta buna nasıl karşılık vereceğinin hayallerini kurarak gelmişti Ankara’ya.. Ama olmadı. Ya yanlış anladı, ya da anlaşılamadı. Ne yazık ki, o da kimseyi anlamadı. Kafasında hep şüpheyle yaşadı. Bazen kızdı, bazen kırıldı. Ama dedim ya olmadı. Tam "her şey oturuyor" derken, tam da karşılıklı hoşgörüler başlamışken, bu defa idmandaki o tatsız olay oldu. Aslında "kendisini taraftara anlatmak" istiyordu. Diyalog kurmak istiyordu. Ama yine anlatamadı. Çok isteyerek gelmişti, üzülerek gitti. "Dur, gitme.." seslerine aldırmadan gitti. O da üzgündü, o olayı yaşayanlar da. Ama olmadı. Anlatamadı, anlaşılamadı. Yolu açık, şansı bol olsun.
Yazının Devamını Oku 11 Ekim 2006
YAZMAYI çok seviyorum. Uzun zamandırda bu köşede sizlerle, düşüncelerimi paylaşıyorum. Ama özellikle son haftalarda, bu hevesimi kaybettim. Motivasyonum yok oldu. Ancak son anda yazımı yetiştiriyorum. Biliyorum ki, gazetedeki arkadaşlarımı da zor durumda bırakıyorum.
Ama ne yapayım, ruh halimiz bozuk.
Bu aralar üzerimizde karabulutlar dolaşıyor. Kapkara ve kasvetli. Arkası ise sağanak yağış. Tek tesellimiz, yağmurun arkasından güneşin çıkacağını bilmek. Umarım gecikmez.
Dedim ya, keyif kalmadı. Ne yediğimizde tat, ne içtiğimizde zevk var. Özenle koruduğumuz dostluklar, yara almasa da hafif çapta zedelendi. Üç günlük dünyada selamlar kesildi. Telefonlar sustu.
Taraftar yöneticiye, yönetici gazeteciye kızgın. Teknik Direktör şaşkın, futbolcu çaresiz.
27 sene önce kulüpten içeri giren, yaklaşık 450 defa A takım formasını teriyle ıslatan kaptan ise kırgın. Öyle ki, formasını taraftarına iade edecek kadar kırgın.
Sporun anlamı dostluksa, dostluğunda anlamı hoşgörü olmalı. İstiyorum ki, sözler incitmesin, yazılar kırmasın. İnsanlar, selamı sabahı kesecek duruma düşmesin. İstiyorum ki, taraftar takımından zevk alsın, pozitif enerjisi futbolcuya yansısın. İstiyorum ki artık yağmur, biran önce yağsın. Yağsın ki arkasındaki güneşi göreyim..
Biliyorum o güneş, karabulutları bir bir yok edecek. Eski dostlar, tekrar kucaklaşacak, bir fincan kahvenin hatırına 40 yıllık dostluklar unutulmayacak. Hissediyorum o günler uzak değil. Hissetmekten öte biliyorum çok yakın. Yeter ki, hatalardan ders almayı bilelim. Yeter ki, kişileri değil, kurumları önemseyelim. Ve insanları yok etmek için, kurumları yıkmayalım. Ve de şunu unutmayalım ki yıkılan sadece kurumlar değil, umutlar, güzellikler ve dostluklar olur.
Hazreti Mevlana ne güzel söylemiş.
"Dost Matematiksel olmalı, sevinci çarpmalı, üzüntüyü bölmeli, geçmişi çıkarmalı, yarını toplamalı."
Gelin dostlar, bu matematik formülünü, ilke edinelim. Dünü unutup, yarına hoşgörüyle bakalım.
Yazının Devamını Oku