Paylaş
Kültür ve Turizm Bakanlığı Medya İlişkileri Direktörü, uzun yıllar gazetecilik ve televizyonculuk yapan arkadaşım Sonat Canıdar Bahar, “Adana Kültür Yolu Festivali-Portakal Çiçeği Karnavalı sırasında ‘Carmina Burana’nın prömiyeri var, gelir misiniz” demeseydi bu muhteşem geceyi kaçırabilirdim.
Çünkü hiçbir şey ilk izlenimdeki tepkiler kadar gerçek olamaz. Gecenin sonunda salonu dolduran yüzlerce kişinin gururu, coşkusu, ayakta alkışları görülmeye değerdi.
Ve bu alkışların sanatçılar için de ne kadar önemli olduğunu, ardında öğrenciliklerinden itibaren ne büyük bir emek yattığını, televizyonculuk ve gazetecilik öncesi 5 yıl İzmir Devlet Konservatuvarı’nda öğretmenlik yaptığım dönemden çok iyi bilirim.
Şan, bale ve enstrüman bölümlerinde okuyan, öğrencim olup bugün büyük başarılara imza atan çok isim var. Bunlardan biri de bugün Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Tan Sağtürk. Tan çocukluktan bu yana çalışma azmini, alçak gönüllüğünü, zarafetini hep korudu.
Carmina Burana sevgim ise ayrı bir konu. Neredeyse son 40 yıldır, bir başkaldırı olan “O Fortuna” başta olmak üzere yergi, aşk, bahar, içki ve dini içerikli şiirlerden oluşan şarkılarını yüzlerce kez dinlemişimdir.
Ortaçağ şiirinin bugüne dek ele geçen en önemli belgeleri kabul edilen, Johann Andreas Schmeller tarafından 1847’de Beuern Şarkıları olarak yayımlanan “Carmina Burana”, 12 ve 13’üncü yüzyılda üniversitelerde felsefe ve ilahiyat okuyan gezgin öğrencilerin Orta Çağ Latincesi ve Almancasıyla yazdığı anonim 254 şiir ve dramatik metinden oluşuyor.
Bavyeralı Alman Carl Orff tarafından bu metinlerden seçilmiş şiirler sahne kantatı olarak bestelenmiş ve ilk kez 8 Haziran 1937’de Frankfurt Operası’nda sahnelenmiş.Katılan da katılmayan olabilir ama bana göre İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin “Carmina Burana” projesi hem sanatsal hem de teknik açıdan bugüne dek Türkiye’de gerçekleştirilen en başarılı prodüksiyon.
Solistleri, orkestrası, korosu, bale sanatçıları, çocuk korosu ve balesi, Modern Dans İstanbul sanatçıları ve özel tasarım ekiplerinin oluşturduğu yaklaşık 250 kişilik kadrosuyla bu ‘koreografik sahne kantatı’nı izlerken ardında ne denli zorlu bir çalışma olduğunu insan düşünmeden edemiyor.
Eserin rejisini üstlenen Devlet Opera
ve Balesi Genel Müdür Yardımcısı Volkan Ersoy ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi Bale Başkoreografı Ayşem Sunal Savaşkurt başta olmak üzere tüm ekibi bir kez daha kutluyorum.
AKM Türk Telekom Opera Salonu sahnesinin teknik olanaklarının da başarıyla kullanılmasıyla ortaya dört dörtlük bir gösteri çıkmış. Dünyanın en iyi “Carmina Burana” yorumları arasına gireceğinden hiç kuşkum yok.
1-14 Haziran tarihlerinde yapılacak olan 15. Uluslararası İstanbul Opera ve Bale Festivali’nde sergilenecek bu çok özel yapıtı şimdiden programınıza alın derim...
Şef buluşmaları
Son yıllarda özellikle şef restoranları arasında iş birliği artıyor. Birbirini farklı etkinliklerde tanıyan, mutfaklarının tarzı arasında ortak noktalar ya da farklılıklar bulan şefler birbirlerinin restoranlarında mutfağa giriyor. Yurtdışından gelenler de var, yurtiçinde iş birliği yapan da.
Hafta içinde bu bağlamda iki yemeğe katıldım. İlkinde; 30 yıl kadar önce Los Angeles’ta Nobu Matsuhisa ve ünlü oyuncu Robert De Niro ortaklığında açılan Nobu’nun Tokyo şubesinin kurumsal şefi Shuichi Yamaguchi ve özel Suşi Şefi Masami Ouchi, Nobu İstanbul şefleriyle birlikte hazırladıkları omakase menüsünü sundular.
8 aşamalı tadım menüsünün başlangıcı beş parçalık suşi ve son tabak azuki espresso soslu matcha parfe olmak üzere tüm sunulan çeşitler malzeme kalitesi ve yalın lezzetleriyle öne çıkıyordu.
Kısa sürede baş döndürücü manzarası ve yemekleriyle İstanbul’un önde gelen restoranları arasına giren, Mert Yalçıner’in şefliğini üstlendiği Okra ise Türkiye’nin en iyi restoranlarından olan 7 Mehmet’in üçüncü kuşağı Mehmet Akdağ’ı mutfağına konuk etmişti.
Başlangıç olarak gelen bölgeye özgü meze ‘hibeş’, bal ve kişniş tohumu ile lezzeti katlanmış ‘ızgara karpuzlu keçi peyniri’, ‘İstanbul Lakerdası, mumlu havyar, mavi kuyruk karides ile Çerkez balığı tabağı’, ‘ıspanak ve taze soğanlı kalamar mücveri’, ‘bademli grida’ ve 1937’den bu yana değişmeyen tarifiyle ‘rendelenmiş ceviz, çifte kavrulmuş tahin ve manda kaymağı eşliğinde kabak tatlısı’ Antalya’da yediklerimizi aratmayacak denli başarılıydı.
Gecenin konuştuğum konukları arasında 7 Mehmet’in müdavimleri kadar daha önce yolu oraya düşmeyenler, Okra’ya ilk kez gelenler de vardı. Aslında bu birlikteliklerin en güzel yanlarından biri şeflerin restoranlarına daha önce gelmemiş olanlara mutfaklarını özet gibi de olsa tanıtmaları oluyor.
Bir diğer önemli yanı ise genç şeflerin vizyonuna artı değer katması. 7 Mehmet’in hiçbir yerde şube açmasını istemem ama arada İstanbul’a gelmesini, Bodrum’a ya da yurtdışındaki restoranlara gitmesini, “Akdeniz ağırlıklı Türk mutfağı nasıl olur”u bizlere ve dünyaya göstermesini isterim...
Paylaş