Meriç Enercan

ANKARAGÜCÜ GEREK DUYARSA

25 Haziran 2012
Herşey, Ankaragücü’nü bugüne getirenlerin istediği gibi gidiyordu.

Son bir kongre ertelemesiyle, federasyondan transfer yasağının kaldırılmasına ilişkin bir hamle ile sonuç alınırsa, işler birilerinin istediği yola girmiş olacaktı.
Aday da çıkmadığına göre, “Ne yapalım, iş başa düştü” diye geri dönmenin son gerekçesi de geçerli hale gelecek, arkasına bakmadan gidenler güle oynaya dönecekti.
Siz bakmayın onların, “Geri dönüşüm yok. Aday değilim” laflarına. Her açıklamanın sonundaki “Ankaragücü gerek duyarsa her zaman göreve hazırız” cümlesinden yola çıkmak doğrusu.
Zaten anahtar cümle de “Ankaragücü gerek duyarsa...”
Ankaragücü’nün bu “gereksiz gereklilik” noktasına kamuoyunca üç maymun oyunuyla yanıt verildiğinden, istediğini yapmak ve tabi bol keseden atıp tutmak kolay.
Son dönemin moda anlayışı, “Önce muhtaç et, sonra da ihsan eyle...” mantığıyla hayata geçirilen bir senaryo bu.
Tıpkı 30 Ağustos 2009’da yazılan gibi...

Yazının Devamını Oku

Aklım ve yüreğim

16 Aralık 2009
ÖFKELENİYORUM zaman zaman. Bırak git buraları, çek git bir balıkçı köyüne, “İnsan gibi yaşa” diyorum kendi kendime. Günlük kargaşadan, yalandan, dolandan, riyadan, sahtelikten bıkıp usanıyorum.
Bugün ak dediklerine, yarın kara diyenlerden; bugün akladıklarını yarın karalayanlara isyan ediyorum.
Ülkemde yaşananlara, sporda olan bitene bakıp; “Bu ülkenin insanı bunlara mı layık?” diye dertleniyorum.
Ölümlü dünyanın, “Kendine müslüman” şahsiyetlerine tepki duyuyorum.
Kendine olduğunda şahin, başkasına karga olanlara kızgınlığım ve de kırgınlığım.
Eskişehir’de kendi yaşadıklarına tepki koyup, evinde yaşattıklarına suskun kalanlara isyanım.
Eskişehir İsyankarı, Özer’in içeriden çıkardığı topa, “Evet, hakem görmedi, göremedi ve vermedi. Haksız bir golle üç puanın tamamını aldık. Rakibimizin bir puanı haksız yere, bize geçti. Üzgünüm” diyemeyenlere saygı duymuyorum.
Diyebilseydi, ben de derdim ki:
“Adam haklı. Bak ona da buna da tavrını koydu. Saygı duymak, herkes için hak arayıcısı olduğunu kabul etmek gerek.”Ama yapmadı. “Alacağına şahin, borcuna karga” postunu giyip oturdu.
İsyan denizimin küçük bir dalgası bu...

TAKIMI DİZGİNLEMEK!

VE çok yakın bir örnek daha. Doğru Alman yönetimindeki Gençlerbirliği, dolu dizgin gidiyordu ki, bir el freni geldi. Zor kazanılan Denizli maçı sonrası, Başkan İlhan Cavcav, “Takımda revizyon olacak” dedi ve ortalık buz kesti.
Zirvenin hemen altına park edip, yukarıdakilerin aracı geri kaçırmasını bekleyen ve aradan fırlayıp hamle yapmaya çalışan, “Gençler takımının kimyasını bozan acı bir fren yaptı” duayen Başkan.
Thomas Doll, hafta boyunca uğraştı durdu, motivasyonu sağlamak için.
“Revizyon devre arası. Bu iki maçtaki performans da dikkate alınacak” dediyse de dinletemedi. En azından sahadaki görüntü, söyleminin ciddiye alınmadığı yolunda idi.
Hani, “Hiç bir başarı cezasız kalmaz” desek, ortada henüz başarı yok. Ama çabası da var.
Kısacası İlhan Cavcav, bu sezon sıkça yaptığını bir kez daha tekrarlayıp, takımını dizginlemeyi başardı!

NE YAZIK, TEDAVİSİ YOK

FUTBOLDA herşeyi, herkesin çok bildiği bir ortamda zaten bazıları, iyi olmak üzere olan herşeyi berbat etmek için herşeyi yapmıyor mu?
Elbette iyi gideni bozup, ortalığı karıştırmak tek kişiye özgü bir tavır değil.
Türkiye’de genetik özellik haline geldi, son 25 yılda.
Yıllar önce Alman Milli Takımı’ndan, Galatasaray’a gelip teknik direktörlük yapan, Mustafa Denizli’nin üstadı, Jupp Derwall’e, “Bu adam futbolu bilmiyor” deme cüretini gösteren, İspanyol Real Madrid’de hocalık yapmış Del Bosque’ye, “Yeniköy Kasabı” adını takma saygısızlığı gösteren, Ortega, Anelka, Carew gibi anlı şanlı futbolcuları Türk takımlarından kovarcasına gönderen kimdi?
“Biz herşeyi biliriz, başka kimse birşey bilmez” kafası...
Hani şu, “sadece kendini akıllı, elalemi aptal sanan” bir zihniyet var ya. Tam o misal. “Ben bilirim, ben yaparım, ben anlarım...” diyor bazıları...
Yok ya...
Aslında üç günlük bebelerin kendini futbol uleması, spor üstadı, gazetecilik dehası sandığı, dahası bunların böyle sanıya kapılmasının sağlandığı bir ortamda bunların olması normal.
İşin doğrusu ise kötü bir hastalık...
Ve ne yazık tedavisi yok...

BÜYÜDÜKÇE KÜÇÜLMEK

KIZIYORUM, dertlenip söyleniyorum ama umudumu yitirmiyorum.
Bu ülkenin kayıp 1980 kuşağının bir temsilcisi olarak, “Neler gördük, neler yaşadık. Ne badireler atlattık. Bunlar hafif gelir, yel gibi gelir, meltem gibi geçer” diyorum.
“Bu ülkenin her zaman, her yerde akil insanlara ihtiyacı var. Sakin, akıllı, mantıklı olmak gerek. Duygulara esir düşmemek, öfkeye yenilmemek gerek” diyorum.
Daha önce bir kez yazmıştım. Üniversiteye girdiğimde, “bütün dünyayı gül bahçesi yapmayı” hayal ederdim. Okulun son sınıfında, “Türkiye’yi kırmızı güllerle donatmaya” döndü bu hevesim. Okul bitti önce iş sonra da aile sahibi olunca, “kendi evimin bahçesini rengarenk güllerle bezemekle” yetindim.
İnsan büyüyüp, gerçeklerle yüzleştikçe, hayalleri küçülüyor. Yaşam, insanı mütevazi yapıyor.
İstesen de istemesen de...
Yazının Devamını Oku

Yaşamdan ders çıkarmak

11 Kasım 2009
GAZETENİN spor yönetimindeki değişiklik, genelden yerele dönüşümü sağladı. 5 yıldır yaptığım Trabzonspor yorumculuğu görevim, bir başka arkadaşa verildi. Ve ben Ankara’ya, yani özüme döndüm. Aslında hiç gitmemiştim ancak hafta sonları böyle bir uğraşım vardı.
5 yıl boyunca, kar kış, yağmur çamur, soğuk sıcak demeden gittik, Karadeniz’in bu şirin kentine. Sevdik, sevildik, dostlar edindik. Ayrılık zamanı geldi, vedalaşamadan koptuk.
Bundan böyle daha çok Ankara havası soluyacağım, Ankaragücü’nü, Gençlerbirliği’ni, Türk Telekom’u daha çok izleyeceğim. Dikkatle, zevkle, keyifle...
Yaşamdaki her olumsuzluktan, olumlu bir ders çıkarmak gerek.
Sağlıklı olmak, bir işe yaramak, doğru şeyler yapmak için Ankara, İstanbul, Trabzon, Erzurum kentlerinin farkı yok. Doğruyu yapmak için, istemek yeter.
Ankara kendi dinamikleri olan, bununla yaşayan ve Ankaragücü ve Gençlerbirliği ile sportif yaşamı renklenen bir kent.
Kaynayan bir kazan Ankara.
İnsanı ısıtan, çok yaklaşınca da yakan.

KAZANIN YENİ AŞÇISI

Kaynayan kazanın başında 30 Ağustos tarihinden bu yana yeni bir aşçı var. Bir süredir cezalı olup, pişirdiği yemeklerin dağıtım törenlerine katılamasa da genç, hevesli, iyi şeyler yapma isteğindeki bir adam Ahmet Gökçek.
Ankaraspor gibi karışanı görüşeni olmayan bir yerden, fokurdayan kazanın ortasına düştü.
Şimdi ne olduğunu, nerede olduğunu, ne yaptığını anlamaya çalışıyor. Elindeki Ankaraspor da gitti.
İki takımdan bir takım yapmaya, federasyonun salvolarına dayanmaya, alacaklarla savaşmaya çabalıyor. İtiraf edemiyor ama zaman zaman “Ben nereye düştüm?” diye soruyor kendi kendine.
Elbette hataları olacak, eleştirilecek, tepki görecek. İyi işler yaptığında takdir edilip, alkışlanacak.
Kulübü iyi profesyoneller ve güvendiği yöneticilerle doğru yönetirse, doyumsuz keyif yaşar.
Aksi halde, geldiğine geleceğine pişman olup, arkasına bakmadan gider...

BEŞTEPE’DE ÇATLAK SESLER KESİLDİ

Bursa kentini ve Bursaspor’u sevsem de Gençlerbirliği’nin deplasman galibiyetine çok mutlu oldum. Çünkü Thomas Doll isimli genç bir adamın, kendisine yapılanlara cevabıydı bu.
Böylelikle yaşadıklarının oyuncularının kafasında nasıl iz bıraktığı da ortaya çıktı.
Manisa maçını gazozuna sanıp kaybeden Gençlerbirliği’nin delikanlıları, işi ciddiye alıp Bursaspor deplasmanında timsah avı yapınca, Yukarı Beştepe’deki çatlak sesler de kesildi.
Bu ülkenin insanını severim; bu ülkeye hizmet eden insanları da severim.
Thomas Doll, hem Gençlerbirliği hem de Türk futboluna hizmet eden bir teknik adam.
Son derece saygılı, işini seven ve doğru yapan bir Alman.
O zaman sevseniz de sevmeseniz de saygı duyacaksınız.

NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE

Atatürk öleli, tam 71 yıl olmuş. Bugün varsak, konuşabiliyorsak, O’nu bile tartışabiliyorsak hep Büyük Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti sayesinde.
Bazıları hala içine sindiremese de, Atatürk’ü sevmeme hakkını kullansa da O sonsuza kadar bu ülkenin insanlarının yüreklerinde yaşayacak.
86 yıllık genç cumhuriyetin, muhafızları genç kuşaklar olacak.
Ve hep birlikte haykıracak:
“Ne mutlu Türk’üm diyene...”

HOŞ GELDİN THREE S

Bizim Ankara yayın ailesine bir yeni eleman geldi. Başkent yayın aleminde artık Three S var. Sevgili arkadaşım ve meslektaşım Nezir Önal’ın yönetiminde çıkan yepyeni bir Ankara Dergisi. Adı Spor, Sanat, Siyaset’den geliyor.
İlk sayısı, geçtiğimiz hafta piyasaya çıktı.
İçinde spordan, siyasete; politikadan, magazin yaşamına kadar bir dergi dolusu güzel haber, fotoğraf, değerlendirme yazısı var.
Mesleğimizin büyüklerinden Sencer Güneşsoy fikirleri, Doğan Ersavaş yazılarıyla değer katıyor. Müge-Volkan Yanardağ çifti keyif veriyor, Prof.Dr. Ünsal Söylemezoğlu, Prof. Dr. Timur Gürgan, Umut Çevik, Vehbi Dinçcan renk katıyor, İhsan Kavak, Murat Tarhan ile Engin Kocabıyık katkı sağlıyor.
Hayırlı olsun, çok yaşasın, sürekli olsun.
Hoş geldin Three S...
Yazının Devamını Oku

Hayatta kazanamazsın!

3 Ekim 2009
BELÇİKALI Hugo Broos, Trabzonsporlu oyunculara “savaşın ve kazanın” demişti maçın öncesinde. Gerçek savaşçılardan Umut ile Serkan sahada; kendisini bir türlü sevdiremeyen Ceyhun kenarda, problem adam Tjikuzu da tribünde idi. Stoper Song’un Broos tarafından çok beğenilen “bir maçlık sağbek performansı” dün akşam yedek kulübesine hapsolmuştu. Kimbilir menajerinin, komisyon hevesiydi Kamerunlu’nun yedek kulübesi koltuğunu ısıtmasına neden olan. Hafta boyu “Oynayacak-oynamayacak” diye papatya falı açılan Yattara da yedek kulübesindeydi maçın başında. Alışıla geldiği üzere Alanzinho da...  
Ligde zik zaklar çizen ve artık istikrar zamanının geldiğini sağır sultanın bile duyduğu Trabzonspor için önemliydi Gaziantep maçı. Orta sahayı Japon Ordusu disipliniyle çalışkan ve kalabalık tutan, güzel formalı rakibi karşısında, bütün topları özenle kötü kullanan, ya rakibe ya da dışarı atan Karadeniz ekibinin futbolcuları bu beceriksizliğe rağmen ilk 45 dakikada Gabriç ve Serkan ile ikisi direkten dönen, tam 5 net pozisyon buldular. Futbol oynamadan, kanatları doğru ve etkili kullanmadan bunu başarmak, beceri isterdi. Bunu becerdi Trabzon oyuncuları. 
Oysa maça çıkarken, hiç yenilgi yüzü görmedikleri İstanbul Büyükşehir ve Antalya maçlarında “Yeniden doğuş” diye adlandırılan galibiyetlerin güzel giysisi çubuklu formayı giymek, 1-0 galip başlamak demekti. Ama atamadı Trabzon takımı. Islıklarla gitti, soyunma odasına.
İkinci yarıda Yattara hamlesini yaptı Hugo Broos.. 61 plaka numaralı Gineli, o kadar uzak kalmıştı ki, futbolu unutmuştu. İki orta yaptı etkisiz, sonra ayağına gelen tüm topları ya ezdi ya da rakibe verip arkasından baktı, “Kurtarıcı” İbrahima Yattara...
50. dakikada kaleci Mahmut’un Gökhan Ünal’a aşırtma kafa vuruşu sonrası yaptığı hareket, açık penaltı idi. Gökhan düşürülmese, pozisyonu takip ve yeni bir gol şansı vardı. Hakem Özkalfa, “Nasıl olsa Gökhan bunu da dışarı atardı...” diye düşünüp vermedi. Zaten Gökhan Ünal o kadar kötüydü, öylesine inanılmaz goller kaçırdı ki, televizyondan 9 numaralı adamı seyretse, “Kim giydirdi buna Trabzon formasını?” diye sorardı.
66. dakikadaki penaltı, Egemen’in hakem kandırmacasıydı. Bu pozisyonda Giray’a yapılan daha bir penaltı idi. Colman penaltıyı Mahmut’un köşesine vurup, ilahi adaletin gerçekleşmesini sağladı. Sonuç olarak dün akşamki Trabzonspor dersi şuydu: “İyi oynamasan bile yakaladığın pozisyonları gol yapamazsan; haketmediğin halde kazandığın penaltıyı da atamazsan, hayatta kazanamazsın...”
Yazının Devamını Oku

Şiş yanmadı ama...

26 Eylül 2009
GEÇTİĞİMİZ haftadan bu yana Trabzonspor’da değişen, gözde eğlence mekanlarının gözde delikanlısı Yattara ile bir önceki maçın çalışkanları Serkan-Tayfun’un yedek kulübesine çekilmesiydi. Bir de son dönemde yedek kulübesinde pas tutmaya başlayan eski stoper Song’un sağ bek görevi ile sahaya sürülmesi.
Trabzon takımının ofansif gücü, herkes tarafından bilinirken, bundan habersiz olan sadece Gençlerbirliği savunmacılarıydı. Üç pasta ilk golü yediler. Selçuk ile başlayıp, savunmada kanat, hücumda santrfor oynayan Umut ile devam eden ve Gabric ile sonlanan atak, İngiltere Ligi’ni hatırlatan cinstendi. Ancak bu pozisyon dışında, o hissi veren başka bir şey yoktu sahada. 
Bahar geldi sandılar
Bahar geldi diye açılıp saçılan Gençlerbirliği, bunun bedelini çok ağır ödedi. 5. dakikadaki golden ders almadan; beraberlik bulacağım diye topu tüfeğiyle Trabzon sahasına giden Başkent ekibi, ikinci golü de kalesinde gördü. Bu golde Gabric pişirdi, Gökhan servis yaptı, Colman da afiyetle yedi. Bu iki golde iki stoper kadar, sol bek Aykut ile sağ bek Orhan Şam’ın katkısı çok büyüktü.
16. dakikada skoru 2-0 yapınca, kalan 74 dakikanın oynanmayacağını sanarak, işi gevşeten Trabzonspor takımını, Harbuzi’nin attığı gol de uyandırmadı. Yine de ilk 45 dakikayı önde bitirdi konuk takım.
İkinci yarı başında “Gençlerbirliği Egemen” bir futbol vardı sahada. Bu dönemde sahaya sürülen Hurşit, Başkent ekibine ne kadar katkı sağladıysa, Alanzinho konuk ekibe o kadar el freni oldu. Broos sahaya sürmekle hata yaptığı bu oyuncuyu, 34 dakika sonra geri çekti. Yerine giren Yattara’nın bırakın takıma kendisine bile faydası yoktu.
Kontratak yapamadı
Gençler, iki stoperini orta sahada bırakıp, gol derdine düştü. Ancak Bilal Çubukçu’nun mükemmel frikik golüne kadar ofansif anlamda zorlandılar. Bu golde, Slyva’nın yaptığı pozisyon hatası da etkendi.  
Gençlerbirliği’nin hücum çalışması şeklinde yorumlanabilecek bu dönemi, kontratak antrenmanıyla değerlendiremedi Trabzon takımı. Oysa tam onların istediği türden bir şekle girmişti oyun. Bunda Colman-Selçuk ikilisinin oyunun savunma yönüyle daha çok ilgilenmek zorunda kalması, işin hücum tarafına hiç bakmaması etken oldu.
Gol sonrası saldırıyormuş gibi yapan da Trabzonspor, kontratak çalışmasını yapan da Gençlerbirliği idi. İşin doğrusu da galibiyeti kaçıran Başkent ekibiydi. 
Belki şiş yanmadı ama olan, hamsi kebabına oldu.
Yazının Devamını Oku

Bayram hediyesi

19 Eylül 2009
İSTANBUL’daki Trabzon Fırtınası’ndan eser yoktu dün akşam Avni Aker’de.

Daha çok isteyen, bunun için her şeyi yapan konuk Antalyaspor takımıydı. Ofansif anlamda kuru gürültü olsa da, topa daha çok hükmetti, yana geriye pas yaptı. Buna rağmen, ilk bölümde en net iki pozisyon, Trabzon’a yazıldı. Önce Gabriç sonra da Tayfun, aynı yerden öyle iki gol kaçırdı ki, ikisi de akıllara zarardı.

Bir anlık gaflet

“Eveleme geveleme” derken, Antalya vakit geçireyim derdindeyken bir anlık gaflet, konuk ekibe hüzün, Trabzonspor’a da keyif getirdi.

Tam uzatmalar oynanır, “İlk yarı bu skorla biter” derken, “Durma düğmesi olmayan” Umut Bulut, Selçuk’un muhteşem topunda koşmanın ödülünü, şık bir aşırtma golle aldı.

İkinci yarı başındaki tatsızlığı, Gabriç-Colman verkaçının sonunda “Gecenin etkisiz elemanı” Colman’ın attığı gol giderdi.

Antalya hevesle saldırırken, Gökhan, Jedinak’a çarptırdığı topla skoru üçledi ve rakibin direncini kırdı.

Unutulan Orhan Ak’ın korner golü, yaz akşamındaki meltem gibiydi. 

Sonuçta Trabzonspor, çok iyi oynamasa da moral galibiyetler serisini sürdürdü.

Yazının Devamını Oku

Kendine geldi

14 Eylül 2009
TRABZONSPOR takımı, ilk yarıda 4-0 öne geçerken yaptığı, son dönemdeki yanlışlarından uzak kalmasıydı. Yani Hollanda kampı ve Sivasspor maçındaki gibi, duran topları iyi kullandı, rakibe orta sahada iyi bastı, çok pas ve çabuk hücum yaptı ve de yakaladıklarının en az yarısını gole çevirdi. Ve sezonun ilk 4 haftasında rakip kalelere bıraktığı gollerin toplamından fazlasını bir maçta attı. 
Maçın yıldızı, üç asistin sahibi Colman idi. Bu maçın hat-trick yapan sürpriz golcüsü Egemen ile birlikte alkışlarla kürsüye çıktılar.    Teknik direktör Broos, yanlıştan dönüp Umut ile Gökhan’ı birlikte oynatma yolunu, geç de olsa akıl edince çok iyi olmuş. Trabzon takımı, Colman’ın iki kornerinden 19 dakikada birbirinin kopyası iki gol buldu. Tam, “Santrforlar sezon başından bu yana izinli. Bari Egemen santrfor oynasın” diye düşünürken önce Gökhan ardından da Umut, “Dur bakalım” dediler.
İki golcü, Olimpiyat Stadı’nda gol orucu bozdu.
Egemen-Colman şov
Dört farklı avantaj, 13. dakikada Büyükşehirli Gökhan Kaba’ın topa smacını ve Bünyamin Gezer’in vermediği açık penaltıyı unutturdu.
29. dakikada gelen dört fark, “Bunlar bir şey yapamaz” havasını verince, Serhat’ın golü bağıra çağıra geldi.
İkinci yarının hemen başındaki golün ilk ikisinden farkı, Colman kornerinden seken topu Egemen’in gol yapmasıydı. Ve maç burada bitti.
Trabzonspor Teknik Direktörü Hugo Broos dün skoru 5 yaptıktan hemen sonra sahaya Alanzinho veya Engin gibi isimleri sokup şovu düşünebilirdi. Bence hem kendi oyuncularının emeğine hem de rakibe duyduğu saygı nedeniyle bunu yapmayıp, doğruyu yaptı. İkisini de son 5 dakikada oyuna alırken, önce Serkan sonra da Colman ve Selçuk’u seyirciye alkışlattı.
İstanbul Olimpiyat akşamında Colman-Egemen şova katkı sağlayanlar, Gabriç, Serkan ve Selçuk idi. Giray ile Tayfun savunmadaki işlerini çok iyi yaptı. Ferhat umut verdi. Umut iki Gökhan da bir golle moral buldu.
Ve Trabzonspor, kendine geldi.
Yazının Devamını Oku

Öyle olunca böyle oldu

31 Ağustos 2009
SİVASSPOR galibiyetinin yersiz ve gereksiz “Zafer” nitelenmesinin sarhoşluğundan kurtulamayan, Diyarbakır-Toulouse-Manisa kriz üçlelemesiyle sersemleyen Trabzonspor için, yitirilen UEFA Ligi’nin teselli ikramiyesi rövanş galibiyetiyle kazanılan moralin “Tamam ya da devam” testiydi Bursa maçı. Alanzinho’ya “Tribünde kafa izni” verilmişti. Yattara da uzun süreli “Hazır olmama” hakkını kullanıyordu. Sezon başından bu yana “Solaçık isterim” diye ağlayan Hugo Broos, elindeki sol açığı sağa mahkum edip, Gökdeniz’in Prototipi Barış’ı sola gönderince; göbekteki Colman-Ceyhun-Selçuk üçlüsünün zor olan işi, iyiden iyiye ağırlaşmıştı. Buna bir de birinci bölgedeki Song ile üçüncü bölgedeki Gökhan arasındaki uzaklığın 70 metreye ulaşması eklenince, saha içi kopukluk ortaya çıkıyordu.
Trabzonspor’un “Sahipsiz köy merasını andıran” orta sahasında Bursalılar, atsız cirit oynuyordu. 
Tüm bunlar olurken, ve de Song, “Zıplasam mı yoksa zıplamasam mı?” diye düşünürken, orta sahadan gelen topa Turgay, yay üzerinden, zıplayıp kafayı vurup golü atıyordu.
Tek santrfor saplantısı
Soğuk duşun da ötesinde bir şeydi Avni Aker’deki.
Tam “Tek santrfor saplantısına girersen, böyle olur” diye Belçikalıya dertlenirken, oyunun savunma yönüne hiç bakmayan Selçuk’un nefis topuk pasında, Bursa savunması “Bu ne yapıyor ya” diye bakınca Colman çok akıllı vurup, skoru eşitliyordu. 
Sonrası ölü topların, puan canlılığına dönüştürülmesi çalışmasıydı. Sercan’ın bir karış boyuyla 1.90’lık Ceyhun’un önünden vurduğu kafa şutu ile; Colman’ın boş durumda topu kale yerine, savunmaya nişanlaması akılda kalanlar idi.
İkinci yarıya Selçuk-Engin ve Barış-Umut değişikleriyle başladı Trabzonspor. Bu, Umut ile yapılan hücum presi ve savunmanın biraz daha ileri çıkmasını sağladı. Pas sayısı da artınca oyun etkinliği arttı bordo mavili ekibin. Ancak bu, iki küçük heyecan dışında pozisyon getirmedi.
Bursasporlu Ömer’in eline çarpan top, penaltı kokuluydu. 
Trabzon atamadı, hakem çalamadı. Öyle olunca da böyle oldu...
Yazının Devamını Oku