Şimdi Soma faciası oldu, öncesinde Kozlu ve daha birçokları vardı.
Çalışma dolayısıyla yaşam hakkı ihlalleri hız kesmeden devam etti, bir şeyler değişmezse edecek gibi de görünüyor.
Peki devam etmemesinin yolu ne?
Öncelikle kamu idarecileri ve hükümet -ister ‘iş kazası’, ister ‘meslek hastalığı’ nedeniyle- olsun, çalışma kaynaklı can kayıplarını/iş cinayetlerini vaka-i adiyeden saymamalı...
Çalışma hayatına ilişkin denetim sorumluluğunun gereklerini etkin biçimde yerine getirmeli...
İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin alınmasının işverenin keyfine bırakılmayacak bir durum olduğunu ve işyerlerinde sendikanın varlığının işçinin işveren karşısında güçlü hissetmesini sağladığını idrak etmeli.
Soma’dan yırtmaya çalışan bir siyasi iktidarla karşı karşıyayız. O nedenle öncelikle onların sorumluluğundan konuya girdim.
Onlardan sonra sırayı
Facianın ardından yapılan soruşturmada ‘kaza’nın oluşma nedenleri açıklığa kavuşturulamadı.
Bir maden işçisinin sözleri işçi hayatına ne kadar değer verildiğini ortaya koydu:
“Bir yıl psikolojik tedavi gördüm. Ardından yerüstünde görevlendirildim. Yaşadığımız ıstıraplara rağmen kurumdan beklediğimiz desteği alamadık. Faciadan 9 yıl sonra istemdışı emekli edilerek kurum ile ilişiğimiz kesildi. Dünyanın en zor mesleğini yapan madenciler umarım bir daha bizim yaşadıklarımızla karşılaşmazlar.”Bu temenniler yerini bulmadı. 2010’da Karadon’da 30, 2013’te Kozlu’da 8 olmak üzere TTK’ya ait ocaklarda 38 maden işçisi hayatını kaybetti.
Safi toplu ölümler olduğunda gündeme gelen madenlerdeki iş cinayetleri kesintisiz devam etti.
*
Soma faciası konuyu yeniden gündeme taşıdı. Otoriteler ‘fıtrat’ gibi sözcüklere sığınsa da işçilerin bile bile ölüme gönderildiği ortaya çıkacak.
2010 ve 2011 tarihli Kozlu raporlarında yapılan tüm resmi denetimlerde TTK Kozlu maden ocağında ‘hayati risk’ tespit edildiği, madenin 3 ayrı fayın kesişme noktası arasında bulunduğu, ilave havalandırma sistemi, merkezi izleme sistemi ve ocakları çift yolla yer üstüne bağlanması sisteminin bulunmadığı belirlenmiş olmasına rağmen çalışmaya devam edildiği ortaya çıkmıştı.
Ancak öngörülebilir, önlenebilir büyük acılarla silkelenip kendimize geliyoruz.
Soma faciası da her şeyden önce silkelenmemize neden olmalı.
Düşünün...
Ben gerçekliğine hiç inanmıyorum ama bu madenin nispeten ‘düzgün’ olduğu söyleniyor.
Peki ya ‘düzgün’ olmayanlar?
Gelin onları konuşalım.
Zira derhal hükümetin de, işverenlerin de sorumluluk alıp kendilerini gözden geçirmeleri, derhal memleketin çalışma koşullarını gelişmemiş ülke statüsünden çekip yukarı çıkarmaları gerekiyor.
* 9 Eylül 2009’da İstanbul-Ayamama Deresi bölgesinde yaşanan sel felaketinde minibüste mahsur kalan 8 kadın tekstil işçisi ve TIR garajlarında dinlenen 13 şoförün hayatını kaybetmesi üzerine Başbakan Erdoğan “Derelerin intikamı” dedi.
* 17 Mayıs 2010’da Karadon’da meydana gelen grizu patlamasında 30 işçinin hayatını kaybetmesi sonrasında Başbakan recep Tayyip Erdoğan “Ölüm madencinin kaderi”, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer “Madende ölenler güzel öldü” dedi.
* Dönemin Türkiye Gemi İnşa Sanayicileri Birliği Başkanı Murat Bayrak “Gemi inşa sektöründe senede 4 ila 5 ölüm doğaldır. Trafik kazaları ne zaman biterse gemi inşa sanayinde de kazalar o zaman bitecektir,” hayatını kaybeden tersane işçileriyle ilgili olarak da “Ömürleri o kadarmış, vefat ettiler” dedi.
* 15 Temmuz 2010’da Tuzla-Torlak Tersanesi’nde gece mesaisi yapan işçi Nurettin Bingöl’ün emniyet kemeri olmadığı için düşerek hayatını kaybetmesinin ardından tersane açılışı için bölgeye gelen Devlet Bakanı Zafer Çağlayan “Provokasyona gelmeyin, sektörü öldürmeyin” dedi.
* 22 Haziran 2012’de metro inşaatında meydana gelen göçük sonrasında Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım: “Yeraltında çalışıyoruz. Bu zor bir iştir. Buna benzer olaylar yine de beklenebilir. Dünyada da böyledir, normaldir” dedi.
* 15 Temmuz 2012’de metrobüs inşaatında meydana gelen iş cinayeti üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş “Bedelleri ağır bu işlerin, kolay işler değil” dedi.
* Sedef Tersanesi sahibi Murat Kalkavan: “Bu işten 100 bin kişi geçimini sağlıyor. Tersanede 30-60 TL yevmiyeyle çalışan işçiler, asgari ücrete göre çok iyi durumda. Bunun neresi kötü?”
* 2013’te Gaziantep Belediye Başkanı Asım Güzelbey, galvaniz fabrikası Gündoğdu'da meydana gelen patlamanın ardından denetimsizliğin hesabını vermek yerine "Daha fazla can kaybı olmaması için dua ediyoruz" demekle yetindi. Sanko Holding'in sahiplerinden ve Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Adil Konukoğlu "Şirketin sahipleri de burada. Onlar da perişan olmuş durumda" dedi.
Gelin görün ki 2013’te en az 1235 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.
İçinde bulunduğumuz günlerde de Soma’daki işçilerden başka bir şey düşünmemiz veya konuşmamız mümkün değil.
Ancak, bu ve benzeri iş cinayetlerinin oluş süreçlerine dair, olmasın diye tedbirleri konuşmak, düşünmek ne kadar gerekli ise, bütün sorumluların yargılanması yönünde bir yargısal sürecin işlemesi ve takibi de en az onun kadar gerekli.
*
Bu ülkede her ay yüzlerce işçi iş cinayetlerine kurban gidiyor. Kamuoyunun bu kanayan yaraya başı ancak yüzlercesi aynı anda öldüğünde çevriliyor.
Oysa yakınlarını iş cinayetlerinde kaybeden Adalet Arayan İşçi Aileleri uzun süredir zorlu bir savaşım veriyor.
Olaylar sonrasında hayatını kaybeden işçilerin ailelerine yasal hakları olan tazminatları nakden ödemek karşılığında şikayetçi olmamalarını sağlamaya çalışan işveren tutumu ve benzer nitelikte toplum baskısına rağmen ‘bütün sorumluların yargılanması’ talepli adalet mücadelelerini sürdürüyorlar.
Çalışma Bakanlığı'nın 31 Temmuz 2013 tarihli istatistiklerine göre, Türkiye'de madencilik sektöründe toplam 200 bin işçi statüsünde çalışan var. Bunun yaklaşık 35 bini örgütlü, geri kalanı sendikasız olarak çalışıyor. Bunun dışında elbette kayıtsız olarak çalışanlar da var.
Ocak-Temmuz 2013 arasında madencilik sektöründe yaklaşık 15 bin istihdam artışı oldu. Maden kenti olan Zonguldak'ta ve bölgede taşkömürü madenciliğinde örgütlü işçi sayısı 11 bin. Bu rakama Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ile HEMA ve Star şirketlerinde çalışanlar dahil. Resmi olarak net bir rakam olmasa da rödovanslı sahalarda çalışan 4 bin kadar da örgütsüz maden işçisi olduğu tahmin ediliyor.
Genel Maden İşçileri Sendikası Başkanı Eyüp Alabaş "İş Cinayeleri Almanağı 2013"te yer alan röportajında şöyle diyor:
"Zonguldak'ın kanayan en büyük yaralarından biri kaçak ocak ya da ruhsatsız ocaklar. Ruhsatsız işletmeler konusunda biz Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) olarak birçok defa devlete, devlet adına yönetenlere, kamuoyuna şunu söyledik: Bu tür ruhsatsız ocaklarda iş güvenliği tedbiri, mühendislik hizmetleri alınmadan, teknik şartnamelere uygun olmayan köstebek yuvası gibi, maden ocağı bile denilemeyecek yerlerde maden işçilerinin göz göre göre ölmelerine seyirci kalınması doğru değil."
Alabaş, bölgelerinde 3 bin civarında kaçak işçi olduğunu tahmin ettiklerini söylüyor.
Ruhsatsız ocaklar sorun da...
Ruhsatlılar cillop sanmayın.
2010'da
İki hafta evvel ormanlarımızı enerji üretim santralları, petrol-doğalgaz boru hattı ve arama tesislerine açan yönetmelik Resmi Gazete’de yayımlandı.
Bu yönetmeliğin yeniden düzenlenmesinin üzerinden daha 4 yıl bile geçmeden tekrar düzenlenmesinin gerekçesi nedir, hangi ormancılık bilgi ve deneyimleriyle hazırlandı, merak konusu.
*
2007, 2010, 2011 ve 2014’te Orman Kanunu’nda ve yönetmeliklerde birçok değişiklik yapıldı. “Bu kadar sık değişiklik yapılması normal mi” diye soracaksınız...
40 yıla yakın süredir ormancılık ekonomisi ve politikası alanlarında araştırma yapan orman mühendisi Doç. Dr. Yücel Çağlar bu soruya birkaç soruyla yanıt veriyor:
Önceki düzenlemelerde vahim hatalar mı var?
Ülkesel ya da bölgesel düzlemde kısa aralıklarla bu denli kapsamlı değişiklikleri zorunlu kılabilecek ekolojik, ekonomik, toplumsal, kültürel değişiklikler mi gündeme geldi?