Adamın biri, kendisine kahvaltı hazırlamayan, yemekleri internet üzerinden sipariş veren eşine boşanma davası açmış ve mahkeme tarafından haklı bulunmuştu.
Diğer haberde, boşanma davası süren bir adamın eşini bıçaklamasında mahkeme, kadının tayt giymesini ve yana yatmış vaziyette oturmasını tahrik nedeni saymıştı.
Birçokları kadını ve kadınla ilgili konuları ahlak tepsisine koyup bize sunuyor, orası kesin.
Ama işin özü başka.
*
Eric Berkowitz
Söylemeden edemeyeceğim...
Tuğçe Kazaz kadın hareketinden bihaber, erkeklerin sınırlarını çizdiği bir özgürlük alanını kadınlara reva görüyor. Bu, yaptığı açıklamanın hemen her cümlesinden akıyor.
En acıklısı, bu 'fırsatı', kendi geçmişine dair günah çıkarma aracı olarak kullanıyor.
Kadın meselesinde bilgisiz; bilgisiz olduğunun farkında değil.
Hayatı boyunca savrulmuş; belli ki daha da savrulacak.
Lakin kalkıp dünyaya huzur getirmekten bahsediyor.
Ve evet, kadınlara en az erkekler kadar, erkekleşmiş bakış açısına sahip hemcinsleri zarar veriyor.
Burada mesele
Amacım kimseyi küçümsemek değil ama bunu söylemeden de edemeyeceğim... Tuğçe Kazaz kadın hareketinden bihaber, erkeklerin sınırlarını çizdiği bir özgürlük alanını kadınlara reva görüyor. Bu yaptığı açıklamanın hemen her cümlesinden akıyor.
En acıklısı, bu 'fırsatı', kendi geçmişine dair günah çıkarma aracı olarak kullanıyor.
Bilgisiz; bilgisiz olduğunun farkında değil.
Hayatı boyunca savrulmuş; belli ki daha da savrulacak.
Lakin kalkıp dünyaya huzur getirmekten bahsediyor.
Ve evet, kadınlara en az erkekler kadar hemcinsleri zarar veriyor.
Burada mesele
Tuğçe Kazaz kadın hareketinden bihaber, erkeklerin sınırlarını çizdiği bir özgürlük alanını kadınlara reva görüyor.
En acıklısı, bu 'fırsatı', kendi geçmişine dair günah çıkarma aracı olarak kullanıyor.
Bilgisiz; bilgisiz olduğunun farkında değil.
Hayatı boyunca savrulmuş; belli ki daha da savrulacak.
Lakin kalkıp dünyaya huzur getirmekten bahsediyor.
Ve evet, kadınlara en az erkekler kadar hemcinsleri zarar veriyor.
"Kadınlar kendilerini kirletmemeli"
GAD Vakfı mimariye binalar üzerinden değil, yerleşme üzerinden bakıyor.
“Zaten Türkiye’nin en çok gol yediği yer orası” diyor Avcıoğlu, “Binalar tek tek güzel olsa da ortaya bir yerleşme kültürü çıkmıyor.” Avcıoğlu, otomobiller yüzünden iyi şehirler kuramadığımıza vurgu yapıyor.
Otomobile göre şehirler düzenlenmeye başlandığından beri daha önce öğrendiğimiz ve bildiğimiz her şeyin yok olduğunu belirtiyor.
Yeni yüzyılın başlangıcından bu yana 14 yıl geçti, modern dönem kapandı, sentez dönemi başladı.
Şimdi sorumlu mimarlar eskinin iyileriyle yeninin iyilerini, yan etkileri de göz önünde bulundurarak bir araya getiriyorlar.
Bir örnek veriyor Avcıoğlu:
“20’nci yüzyıl ‘bağlantı’ dönemiydi. Alttan kanalizasyon, üstten elektrik bağlamak, vs. Artık gördük ki altyapıyı böyle algılamak şehrin yaşanırlığını ortadan kaldırıyor. Artık kendi kendine yeten binalar zamanı.”Suyu biriktiren, yeşil çatılı, geri dönüşümlü malzemelerden üretilen yapılardan söz ediyor.
Peki bizim ülke olarak dünyada lider sektörlerimiz, marka ürünlerimiz var mı?
Yok.
‘Ara eleman ülkesi’ olmamak, markalaşmak için tasarımı önceliklerimiz arasında ilk sıralara taşımamız şart.
*
Yenilikçiliği ve yaratıcılığı üretimle harmanlayamazsak makineden öteye geçemeyiz.
“... Zeytincilik faaliyetleri ile diğer yatırım alanlarının çakışması durumunda, zeytin sahasının diğer faaliyetlere göre nispeten daha az faydalı olup olmadığı durumların saptanması suretiyle diğer yatırım ve tabii kaynakların değerlendirilmesi amaçlanmıştır.”
Enerji Bakanlığı’nın hazırladığı ve ‘zeytinliklerin ölüm fermanı’ olarak tanımlanan yasa tasarısının gerekçesinde böyle deniliyor.
*
Zeytincilik faaliyetleri ile çakışma ihtimali olan diğer faaliyetten kastın nükleer santral olduğunu sağır sultan bile duydu artık.
Nükleer için çıkarılacak yasanın zeytinlikler üzerinde önce kömür madenlerinin, ardından konut, AVM gibi inşaatların yolunu açacağını da.
*
Ne tuhaf, değil mi?
Agatha Christie’nin Marple’ı ile Poirot’su arasında kararsız kalırdım.
Marple gibi örgü örerken cinayetleri çözmek veya Poirot gibi insan doğasının en ince ayrıntılarını gözlemlemek.
Onların beyin egzersizlerini, bir Jane Austen karakteri gibi kafayı aşka takmaya misliyle yeğlerdim.
****
Ayvalık’ta kuaförde sıramı beklerken kafamdan bunlar geçiyor.
Vesile, Cunda Adası’nda sabaha karşı işlenen cinayet.
İstanbul’dan ailesiyle tatile gelmiş bir adam cinayete kurban gidiyor.