Türkiye’de bu şenlikleri düzenleyen sayılı firmalardan olan Lila Events’in sahibi Doğuş Doğukan Celasun’un dediğine göre 2013’ten itibaren bahar şenliklerine müdahaleler başladı: “Aslında fitil, 2012’de üniversitelerin içinde alkollü içki satışının yasaklanmasıyla ateşlenmişti. İçki önemli bir gelir kalemiydi ve bu gitti. Ardından, şenliklerde konserlerin yapılmaması konusunda YÖK’ten telkinler gelmeye başladı.”
Bu şenlikler kahkaha atmak, kızlı erkekli eğlenmek anlamına geliyordu. Ve malum, bunlar idarenin pek de hoşuna gitmeyen şeylerdi.
Celasun’a bu şenliklerin yerini başka etkinliklerin alıp almadığını soruyorum; şöyle yanıtlıyor:
“Bazı okullarda almadı ama bazılarında bu şenlikler yerine kutlu doğum haftası etkinlikleri, Mehmet Akif Ersoy anmaları düzenleniyor. Bahar şenlikleri yapılamaz duruma geldi. Üniversiteler şenliklerle ilgili frene bastılar.”
Dediğine göre rektörler gerekçe olarak ‘güvenliği’ sunuyorlar. Her alanda hayat devam ederken, duran yine sadece müzik oluyor yani.
Oysa burada da ciddi bir ekonomiden söz ediyoruz. Bu işten bir sürü insan ekmek yiyor. Herkesin bir yıl bekleyip, mayıs ayında iş yaptığı bir süreçti bu. Üniversitelerde bahar şenliklerinin iptali, tuvaletçisinden tutun da ses teknisyenine, jenaratörcüsüne, otellere, nakliyecilere, bariyer kiralayan firmalara ve şoförlere kadar geniş bir topluluğun işlerinin durması anlamına geliyor.
Sanatçılar da sıkıntıda. Onlar da bu şenliklerde öğrencilerle birebir buluşma imkanı bulabiliyorlardı. “Mesela, bu sanatçıların pek çoğu Adıyaman’da biletli konser yapamaz ama Adıyaman üniversitesinde konser verebiliyordu” diyen Celasun, ses-ışık-sahne firmalarında, etkinlik ajanslarında iflas edenler, iflas erteleme alanların sayısının çok olduğunu söylüyor. “Sanatçılar ve sanatçı teknik ekiplerinde büyük sıkıntılar var” diyor, “Bu sanatçıların üretmesini de engelliyor. Beslenemeyen bir sektör üretmeyi de durduruyor.”
Türkiye’de 2011-2014 yılları arasında suç oranları yüzde 58 arttı.
Suça sürüklenen çocuk sayısı 2013’ten 2014’e yüzde 6.2 arttı.
2004-2014 yılları arasında şiddet, taciz ve tecavüz suçları 14 kat arttı.
2005–2010 yılları arasında, 100 binin üzerinde kadın cinsel saldırıya uğradı.
Bir yandan da toplumda hâkim zihniyet namuslu bir ‘kızın’ akşam vakti sokakta olmasını sorgulamıştı.
Yüksek perdeden konuşmalar arasında, Singh’in bir arkadaşı sakin ama vurucu sözleriyle meseleye noktayı koymuştu:
“Kanun suçluları cezalandırmalı, yoksa korkusuz olurlar. Ama bir canavarı toplumdan çekip aldığınızda toplum değişecek mi? Hayır. Bu toplumun insanlarının ve onların zihniyetlerinin değişmesi gerek.”
*
Cesarete bu pencereden baktığımızda, dünyanın kahramanlarla dolu bir yer olduğunu görürüz.
Bu kahramanlardan bazıları bu cumartesi Bomontiada’da Türk Mutfağı Derneği tarafından, Listerine ana sponsorluğunda gerçekleşecek ‘Yemeğini Keşfet’ etkinliğinde hikayelerini anlatacaklar.
‘Yemeğini Keşfet’, gastronominin Türkiye’nin kültürel mirasını tanıtmak için en önemli araçlardan biri olma potansiyelini de ortaya çıkarıyor.
Bu yıl ikincisi düzenlenen etkinliğin teması ‘cesaret’. Şefler, yapımcılar, eğitimciler ve sanatçılardan oluşan kahramanlar anlatacaklarıyla yeme-içmenin ötesinde mevzuları gündeme getirip farkındalık yaratacak ve ilham verecekler.
¡¡¡
Konuşmacılardan söz etmek gerekirse...
Alman faşizminin esir kamplarında hayatta kalma savaşı veren insanların her yana not ettiği yemek tariflerini gün ışığına çıkaran Fransız aktivist Anne Georget.
Olayı hatırlayalım...
8 yaşında bir çocuk, aynı apartmanda yaşayan 24 yaşındaki adamın cinsel istismarına uğruyor.
Adam, komşunun kızına da cinsel istismarda bulunuyor.
Anneler durumu öğrenince gidip şikâyette bulunuyorlar.
Nasıl bir toplumda yaşadığımızı, kolluk kuvvetlerinin meseleye yaklaşımını, yargının ağır aksak ilerleyişini çok net göreceksiniz.
Bu annenin yaşadıklarını gelin, onun ağzından dinleyin...
*
“2012’de 8 yaşındaki küçük kızım Gebze’de oturduğumuz apartmanın giriş katında yaşayan ailenin 24 yaşındaki oğlu Fırat’ın cinsel istismarına uğradı.
“Eskiden bir şeyi bulamayınca peşini bırakırdım, artık bırakmayacağım. İstersem bunu yapabileceğimi gördüm.”
“İlk defa bu kadar sorgulayıcı, meraklı, azimli ve tartışmacı oldum. Bilim de zaten böyle bir şeymiş.”
“Bilim insanlarını hep yaşlı erkekler sanırdım ama genç, yaşlı, kadın, hatta engelli bile olabiliyorlarmış.”
Bu cümleler çocukİstanbul tarafından Bilgi Üniversitesi Enerji Müzesi’nde düzenlenen iki saatlik “Kim Bilim İnsanıdır?” atölyesinden çıkan çocuklara ait.
Bu atölyede, çocuklara bilimin sadece bilim insanlarını ilgilendiren bir mevzu olmadığı, gündelik hayatta herkesin bilime, daha doğrusu bilimsel düşünmeye ihtiyacı olduğu “çocukça bir dille” anlatılıyor.
Borusan’ın desteğiyle ücretsiz gerçekleştirilen bu program ülkede bilim sermayesini büyütmek adına mütevazı bir girişimse de, dönüştürücü bir etkiye sahip.
Bu etkinin büyümesi için fon sağlayıcıların bu tür programlara hem desteğinin artması hem de tek desteklik proje gözüyle bakmaması gerek. Bir şeyler düzelecekse, süreklilik şart.
C.B. evin kilitli olmayan kapısını açıp içeri giriyor, çocuğu uyandırıp su istiyor.
Çocuk su vermek için mutfağa yöneldiğinde onu zorla öpüyor.
Sonra birkaç kez buluşuyorlar ve C.B. çocuğa cinsel istismarda bulunuyor.
Çocuk girdiği depresyon sonucu intihara teşebbüs ettiğinde olay açığa çıkıyor ve dava açılıyor.