Paylaş
2014’te Venedik Film Festivali’ne “Sivas” ile Juri Özel Ödülü’nü kucaklayan yönetmen Kaan Müjdeci’nin 45 dakikalık belgeseli...
Müjdeci’nin amacı, Rekabet Kurulu, Kültür Bakanlığı ve sektörün köşe taşları başta olmak üzere, herkese meselenin ne kadar vahim bir noktaya eriştiğini anlatmak...
Sinemada tekelleşme, bir “Türk sinemasına ve izleyiciye yapılan kötülükler” başlığı altındaki “sorun treni”nin en başındaki vagon. Tek şirket, bir sektörün yüzde 50’sinden fazlasını elinde bulunduruyorsa, orada herhangi bir düzenden söz etmek mümkün değil.
İzleyici, şirketlerine kar ettirdikçe değeri olan kalabalıkları oluşturuyor.
Dolayısıyla salonlarına koyacakları film tercihleri de sadece gişe filmlerine yönelik oluyor.
Hatta çerçeve göründüğünden daha da dar, gişe yapabilecek potansiyelde Türk filmleri tercih ediliyor.
Aynı tip filmlere mecbur bırakılan izleyici dar bir alana hapsediliyor.
Sinemaya gitmek isterseniz, AVM’lere mecbur olduğunuz gibi, bu AVM’lerde bulunan ve pek çoğu tek bir şirketin yönetiminde olan grubun size seçtiği, daha doğrusu dayattığı bir avuç filme de mecbursunuz.
İşte, bu sistem, Türk sinemasındaki çeşitliliği tükettiği gibi, dünyada konuşulan önemli filmler sinemalarda “gişe yapmaz” diye gösterilmediği için izleyiciyi korsan sitelere yönlendirerek, korsan film sektörünün de dolaylı olarak palazlanmasını sağlıyor.
Tekel sisteminin gişe yapmasını öngördüğü oyuncuların, gişe yapmasını öngördüğü konuların dışında olan filmler çekilemiyor, çekilse de kendine gösterilecek salon bulamıyor.
Böylece Türk sineması tek tip gişe filmlerinin çekildiği ve para kazanabildiği bir sistem haline geliyor.
Ödüllü Türk filmlerinin yapımcıları yurt dışında kendilerine rahatlıkla salon bulabilirken, buradaki tekel sisteminde “gişe yapmaz” kategorisine giriyor, zar zor kendilerini kabul ettirebildikleri 2-3 salonda birkaç haftalık gösterimlerle yetinmek zorunda kalıyor.
Kapalı Gişe: Türkiye’de Tekelleşen Film Dağıtımı, bu tekelleşme içindeki hizmetin sefaletine değinmemiş ancak bu da işin bir başka boyutu...
Kültür Bakanlığı ve Rekabet Kurulu’na bir çağrı niteliğinde belgesel, İstanbul Film Festivali kapsamında cumartesi günü saat 13.30’da Beyoğlu Sineması’nda bir panel eşliğinde gösterilecek.
Sinemadaki tekelleşmeye bir çare bulunacaksa, ilk uyandırma zili, önemli bir tetikleyici unsur olmasını umuyoruz.
Nezakete susadık!
Haberleri izliyoruz.
Önce biri çıkıyor, bağıra bağıra konuşuyor.
Sonra rakibi çıkıyor, o da avaz avaz.
Kim çıkarsa çıksın, formül aynı: Surat asarak bağır, bağırabildiğin kadar bağır...
Normal bir laf edeceksen bile bağır...
Birbiriyle kavga tonlamasıyla iletişim kuran siyasetçilerin ortamında bu atmosferin dışında kalmıyor en sakini bile.
O gergin, çirkin iletişim diline hepsi bir biçimde uyum sağlıyorlar.
Bağırmakla kalmıyor, hakaret ve çirkin sözde çıtayı durmadan yükseltip, üstelik bu çirkin sözlere verilen tepki işlerine yarayacaksa gürültü koparıyorlar.
Onlar kavga halinde olunca, vatandaş da birbirine sakin yaklaşarak konuşma becerisini yitiriyor.
Sokakta sinirlendiğinde aklına ilk gelen önündeki adama sataşmak, küfretmek oluyor.
Hepimiz aynı yolun yolcusuyuz ama onlar kanlı bıçaklı düşman gibi davranır, bu kadar birbirinizin boğazına sarılırken vatandaş ne yapsın?
Bir nefret dili yaratıp, sonra iktidarıyla, muhalefetiyle hepsi o dile uyum sağlıyorlar.
“Şimdi ben bağırmazsam, bu çirkin söze misliyle yanıt vermezsem bu adam üste çıkacak” diyor, “En çok ben bağırırım, en çirkin sözü ben söylerim” yarışına giriyorlar.
Halbuki minicik bir yaklaşım değişimi, iyilikle, güzellikle anlaşma niyeti o kadar çok şeyi değiştirir ki Türkiye’de...
Hepimiz nezakete susadık sayelerinde!
Paylaş