Paylaş
İncelikli terziliği, 1920’lerden 70’lere kadar moda sahnesindeki yenilikçi bakışı bir yana, Cristóbal Balenciaga’yı bir moda efsanesi yapan, en başta “malzeme”ye kurduğu ilişkiymiş.
Bir kumaşın kendini en iyi nerede, hangi tasarımda göstereceğini biliyormuş. Kumaşı dinliyormuş.
Malzemeyi kendi tasarımlarına uydurmaya zorlamamış, müzik dinler gibi elindeki kumaşı gözlemlemiş ve öyle çıkarmış tasarımlarını ortaya.
50’ler gibi kadın modasının son derece belirli bir imaja yönelik ürünler çıkardığı bir dönemde, kadın bedenini vurgulamak yerine odağını başka yere çevirmiş:
Tasarıma ve malzemeye. Onlar iyiyse, beden zaten ihya olacak, haklı...
Bedeni, ustalıkla hazırlanmış, soyut heykellere benzeyen kıyafetlerin taşıyıcısı olarak ele almış.
Çok yadırganmış, mesela 1957’de “Sack dress” (çuval elbise) herkesi şoke etmiş, “Çuval giyip seksi olmak zordur” yazmış bir gazete... (Bu elbise, bugün herkesin pek severek giydiği vücuda oturmayan modern elbiselerin atası.)
Balenciaga, modaevini 68 yılında kapattıktan sonra ardında Ava Gardner gibi gözü yaşlı hayranlar bırakıyor, 72’deki vefatı ise moda tarihinde “bir dönemin kapanışı” olarak geçiyor.
Londra’da bulunan Victoria& Albert Müzesi’ndeki Balenciaga sergisi, bir döneme damgasını vurmuş, bugün hâlâ moda üzerindeki güçlü etkisi süren bir haute couture ustasının hayatını anlatırken başarının da sırlarını fısıldıyor.
Hayat öykülerinin, meslek öykülerinin güzel yanı bu işte.
Bir müzeye gideceğiniz tutuyor, bir sergiye denk geliyorsunuz, serginin odağındaki insanın mesleğine yaklaşımı, içinde yaşadığımız sistemlerin haritasını çıkarıveriyor...
Ne söylüyor Cristóbal Balenciaga “Tasarım kumaşa değil, kumaş, tasarıma karar verir” derken?
İnsanların elindeki becerileri en yüksek derecede kullanarak bundan fayda sağlamak yerine herkesi belirli kalıplara sokan sistemleri hatırlatıyor...
“Kumaşın” değil, sistemin sözü geçer malum, kumaş dediğimiz insanın ruhu hep istemediği yerden sökülür, yeniden dikilir çoğunlukla.
Birbirinin de “kumaş”ını göremez insanoğlu.
Görür belki de, işine gelmez. Ömür boyu sürecek ve her anı insanda farklı tatlar bırakacak, farklı deneyimler yaşatacak arkadaşlıklar/ dostluklar/ iş arkadaşlıkları yerine sadece “Bana faydası dokunur mu?” sorusu peşinde koşar hep.
Kumaş hep ona çalışsın ister. Onu güzel göstersin, dış etkenlerden korusun, sürekli onunla ilgilensin ister. “Birlikte nasıl bir deneyim yaşarız” diyemez.
İnsan tanımak, anlamak yerine, egolarının izinde giderek kendi aklındaki kalıpların dışına çıkmadan, o kalıpları başkalarına dayatanları da hatırlatıyor sözleri.
Kim hangi kumaştan yapılmış, hiç tutturamayan etiketçileri hatırlatıyor.
Hep yanılır, kendi aklındaki gürültüden duyamaz karşısındakinin sesini...
Buzdağının altını, göğün gerçek rengini, bir davranışın altında yatan gerçek nedenini de aslında “kumaş”a bakanlar görüyor.
Hayata daha renkli, daha başka yerlerden de hep onlar bakıyor.
Paylaş