Paylaş
25 yıl geriye gidiyorum ve sıcak bir yaz günü, ağustos ortalarında, güzel bir akşamüzeri, Yalova’daki yazlığımızda, arkadaşlarımla birlikteyim...
Yazlığımızın olduğu binanın bahçesinde “lokal” dediğimiz bir alan var... Birkaç kafe masası, bir pinpon masası, bir de ufak bir bakkalın olduğu bir yer burası.
Sahilde olmadığımız, paten kaymadığımız, bisiklete binmediğimiz, saklambaç oynamadığımız zamanlarda masalara oturup Gizli Hedef, Milyoner, Monopoly, okey veya iskambil oynardık...
Pinpon için illa sıra olurdu ama bekler, turnuva yapardık aramızda.
Bazen de doğum günü kutlamalarında parti masasına dönüşürdü pinpon masası. Üzerinde pasta keser, doğum günü çocuğuna alkış tutardık.
Bakkalın açık camında bir kasetçalar dururdu, radyo dinlerdik çoğunlukla.
Kim ne isterse onu çalardı, bazen itirazlar yükselirdi ama herkes istediğini illa dinlerdi.
Galiba bir tek Manowar, Metallica ve Iron Maiden’cı arkadaşlarımız müzik zevklerini komşu teyzelerden yükselen “Bu ne evladım”lar yüzünden kendi evlerinde yaşamayı tercih ederlerdi.
Ağzımızla elektrogitar sesi çıkararak Sad but true’nun girişini “çalmayı” onlardan öğrenmiştik ama henüz isyankar duygularımız yüzeye çıkmamıştı herhalde, yumuşak, romantik kızlardık, dinleyemiyorduk henüz onların dinlediklerini, çok sert geliyordu.
Herkesin müzik dinlediği o alana biz de kasetlerimizden seçip götürürdük, ergenliğimizin vazgeçilmezi New Kids on The Block, Sezen Aksu’nun “Gülümse”si, Kayahan’ın “Yemin Ettim”i, Roxette’i veya o yılların romantik ve yakışıklı prensi Michael Bolton’ın kasetlerini çalardık. O halde haydi, hep bir ağızdan, son, kiii: Tell me how am i supposed to live without youuuu...
Bazen “It must have been Love”la, olmadı “Her Şeyi Yak”, o da olmadı “Eternal Flame”’de sanki 50 kez aşık olmuşuz da acı çekiyoruz gibi hislenir, İzmit Körfezi’nin lağım kokan sularına bakarak iskelede oturur, ufuklara dalarak kendi çapımızda duygulanırdık...
12 yaşında neye hisleniyorsak artık!
Bir yaz kasetçalar yan komşu Doğa Sitesi’nden Erdal Ağabey tarafından “hack”lendi...
Bütün yaz ama bütüünnnn yaz Harun Kolçak’ın ilk albümü olan Beni Affet’in kasedini dinledik, üç ay boyunca...
Eylül civarı artık uykumda bile Harun Kolçak duyuyordum...
Her notasını ezberlemiştik, bugün bile aklımdan çıkmaz, Onno Tunç’un “Pump Up The Jam” rüzgarını yakaladığı “Gir Kanıma”, Sezen Aksu’dan Bana Ellerini Ver ve Yıllar, beste ve sözleri kendisine ait Özlüyorum, Zorundayım ve Yüreğimin Yangınları...
Aklımda bir kare var ve gözlerimi kapatıp 1992’nin o güzel ağustos gününe döndüğüm zaman fonda Harun Kolçak’ı duyuyorum.
Harika zamanlara, güzel bir çocukluğa, güzel duygulara zaman yolculuğu yapıyorum...
İlla tanışmak gerekmiyor, güzel anılara dahil olarak hayatımızda böyle yer ediyor güzel insanlar...
Güzel işleriyle, güzel müzikleriyle, bizde hissettirdikleriyle...
O yer öyle derin ki buralardan çekip gittiklerinde değişmiyor, aksine daha derinleşiyor, hafızamızdan asla ayrılmamak üzere...
Ne çok insan geçmişe gitmiştir bugün.
Hem içi kavrulmuştur, hem güzel hislerle dolmuştur...
En önemlisi de ne biliyor musunuz?
90’ların Türk pop müziğinin, popüler müziğin ne kadar güzel ve nitelikli yapıldığını anlatır bize Harun Kolçak...
20-25 yıl öncesine, 90’lu yıllara bakınca Harun Kolçak ve müziği, belirgin bir kimliği olan son 10 yıllık dönemin simgelerinden sayılır.
Bugünün “parla ve yok ol” dönemine kendisini adapte edenlerin ve niteliksiz işleri yüceltenlerin aksine, 25 yıl her seferinde kendini yeniden keşfettiği işleriyle Türk pop müziğinde çok önemli bir yer edindi Kolçak.
Arkasında onu çok seven, huzur ve mutlulukla hatırlayacak binlerce insan bıraktı.
Huzurla uyusun.
Paylaş