Paylaş
Eğer kaçırmak istemiyorsanız elinizi çabuk tutmanızı öneririm
üze ve yemek konseptinin ilk başlangıç yerlerinden biri Londra The Royal Academy’deki Norman Shaw’un mekânıdır. Sonra bu muhteşem birliktelik dünyanın en ünlü müzelerine de sıçramıştır. The Tate Gallery’de, Viyana’daki Liechtenstein Müzesi’nde, Edinburgh’taki İskoçya Müzesi’nde, Bilbao’daki Gugenheim’da, Louvre’da, Pompidou Center’da, New York’taki Modern Sanatlar Müzesi’nde artistik becerilerle hazırlanmış yemekler sunan restoranlar, yer aldıkları müzeler kadar ünlenmişlerdir.
Emirgan’daki Atlı Köşk’ün bahçesinde yer alan Müzedechanga da bu anlamda dünyadaki benzerlerini kıskandıracak bir konuma sahip. 160 metrekarelik iç mekâna ve 250 metrekarelik terasa sahip olan restoranın her masasından, Boğaz’ın muhteşem manzarasını görmek mümkün. Mönüleri de dünyadaki benzerleriyle yarışacak kadar estetik ve lezzetli. Diğer müze restoranlarından farkıysa, yemek-sergi eşlemesi yapması. Bunun ilk denemesini ‘Rembrandt ve Çağdaşları’ sergisi sırasında yapan restoran, müzedeki görsel ziyafeti, lezzet şöleniyle taçlandırmıştı. Sergilenen tabloların çağrışımlarından yola çıkılarak düzenlenen mönünün, damak çatlatacak cinsten olduğunu aradan geçen iki yıla rağmen hâlâ anımsıyorum. O gün sergiden sonra yediğim levrekli soğan çorbası ve mantarlı, vişneli, ördekli tartın lezzeti hala beynimde duruyor.
GIVERNY KADAR ZENGİN
Müzedechanga ikinci resim-yemek eşleşmesini, geçen yıl düzenlenen ‘Monet’in Bahçesi’ sergisinde gerçekleştirmişti. Tarık Bayazıt ve Savaş Ertunç ikilisinin hazırladığı o mönü de hâlâ aklımda.
Mönü hazırlanırken, Claude Monet’nin Giverny sofralarındaki reçetelerinden ve ünlü bahçesini yansıtan eserlerinden esinlenilmişti. Hayatının yarısından fazlasını geçirdiği Giverny, Monet’nin tabloları kadar sofralarının da esin kaynağıydı. Davetleri ve yemekleri neredeyse tabloları kadar nam salmıştı. O sofradan hareketle hazırlanan kuşkonmaz ve bıldırcın yumurtalı kroket, hardallı patates püresi ve istiridye mantarı eşliğinde sunulan ördek confit için restorana defalarca gitmiştim.
SIRA ANISH KAPOOR’DA
Sabancı Müzesi’nde şimdilerde çağdaş sanatın büyük ustalarından Anish Kapoor’un eserleri sergileniyor. Eğer gitmediyseniz acele etmenizi öneririm. Sergi 9 Ocak’ta sona erecek.
Müzedechanga Restoran, yemek-sergi eşleşmesi serisine bu sergide de devam etti ve ‘Heykelsi Tatlar’ adlı özel bir mönü hazırladı. Tarık Bayazıt, yemek öncesinde mönüyü şöyle tanımladı: “Sanatçıyla özdeşleşen malzemeler (toz boya, ayna, mermer dokuları), derinlik ve sonsuzluk hissinden yola çıkan genç mutfak ekibimiz, görselliği kadar tat ve dokuda da şaşırtıcı, ancak bir o kadar lezzetli olduğuna inandığımız bir mönü oluşturdu.”
Bu açıklama beni daha da sabırsız kıldı. Yemek öncesinde zerdeçallı ekmeğin yanında sunulan lor peyniri ve üzerindeki pancar tozuyla Anish Kapoor’un ilk işleri arasında önemli yer tutan ‘pigment’ yığmalarına bir gönderme yapılmıştı. Tarık Bayazıt, ekmeğin formununsa sanatçının en sevdiği içbükey/oyuk organik yüzeylerden ilham alınarak hazırlandığını belirtti. Bayazıt’a göre, ekmeğin zerdeçaldan gelen sarı rengi ve tadı, hem sanatçının Hint köklerini hem de sık kullandığı derin ve kıvamlı renkleri anımsatıyordu.
KIRMIZI TONLARINA SELAM
Açılışın ardından gelen ılık çift çorbaysa, sunulduğu kum saati bardakla müze içinde Fıstıklı Teras’ta yer alan heykele form olarak benzeyişi ve iki katmanın aynı bardakta karışmaması nedeniyle Kapoor’un çok hoşlandığı yanılsama duygusu uyandırdığı düşünülerek seçilmişti. Her yemeğin yansımasını çözmek zor olduğu için sık sık Tarık Bayazıt’ın açıklamalarına başvurdum. Örneğin, patlıcan yemeğinin açıklamasını Bayazıt şöyle yaptı: “Bu yemekte Kapoor’un ilk kez İstanbul’da sergilediği kum taşından yapılma dikey heykellerine benzer bir doku yakalanmak istendi. Kahramanmaraş tarhanasından kabuk, yine pigment (ama bu defa havuç tozu yığması) ile tamamlanmakta. Kıvamlı domates sos, sanatçının farklı kırmızı tonlarına düşkünlüğü düşünülerek kullanıldı.”
Tandır ve kerevizli pilavın pirinç yufkasıyla yapılan yarı şeffaf dış kabuğu, sanatçının işlerinde yer alan ‘kara delik/boşluk’ kavramından esinlenmişti.
Tatlıysa sanatçının sergide yer alan ‘Yellow’ isimli işiyle görüntü benzerliği yakalanmaya çalışılarak yaratılmıştı. Form benzerliğinin yanı sıra, Kapoor’un derinlik hissi yaratan yoğun renk kullanımı belirleyici olmuştu. Sofradan son derece mutlu kalktığımı söyleyebilirim.
Bu özel mönü, serginin geç saatlere kadar açık olduğu çarşamba ve cuma akşamları servis ediliyor. Rezervasyon yaptırmadan gitmemenizi öneririm. Çünkü o günlerde hem müze hem de restoran tıklım tıklım oluyor.
Paylaş