HAYATIN getirdiği zorluklar, maddi sıkıntılar, ahlaki değerlerdeki çöküntü, özellikle büyük şehirlerimizde yaşanan güvenlik ve trafik sorunları insanları bıkkınlığa, belirsizliğe ve ümitsizliğe sürüklüyor.
Evin içi ile dışı adeta aynılaşmış. Dışarının keşmekeşinden sıyrılıp yuvanıza sığındığınızda başka bir eylemle karşılaşıyorsunuz. Yollarda, kaldırımlarda, safahat álemlerinde yaşanan ne kadar olumsuzluk varsa, bakıyorsunuz oturma odanıza kadar taşınmış.
Çoluk çocuğunuzla yüzünüz kızarmadan bakabileceğiniz bir TV ekranı neredeyse yok gibi. Kapkaççıların, tinercilerin, okul önlerini mekán tutmuş uyuşturucu satıcılarının kol gezdiği, porno kasetlerinin uluorta satıldığı, sefih hayatların reyting malzemesi olarak önümüze serildiği bir kaosun karanlık diplerine baş aşağı bir iniş halindeyiz.
* * *
Kötüler iyileri öylesine güçlü bir kuvvetle bastırıyor ki, arada bir yaşanan güzellikleri bile fark edemiyoruz. Parklarda ya da kaldırımlarda yürüyebilmek bir hüner, bir cesaret işi. Köşe başında sinsice adımlarınızın sesini dinleyen bir kapkaççının yumruk ya da bıçak darbesiyle yere yığılıp yığılmamanız şans meselesi. Trafik, bir sabır sınavının pisti halinde bütün reflekslerinizi testten geçiriyor. Seks manyakları, hayvanca iştahlarına koşacakları avlar peşinde.
Ahlaksızlık, çocuk pornolarına kadar düşmüş. 17 aylık yavrunun dramını hatırlamaya yürekler dayanmıyor. Gazete haberlerinden öğreniyoruz ki, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı yaşı giderek aşağılara, ilköğretim çağına kadar inmiş. Hele şu televizyonlardaki rezaletler; mahremin pazarlandığı hikáyeler ve uçukluklar! Bunlara daha ne kadar tahammül gösterebiliriz?
Toplumsal bir yaranın akıttığı irinler arasında sakin ve temiz bir yol bulup ilerlemek neredeyse maharet işi. Her adımınızın önünde sizi cezbeden tuzaklar var. Kendinizi o tuzaklardan birine kaptırdığınızda dünyanız kararıyor; ümitleriniz, idealleriniz ve beklentileriniz bu anaforun içinde kaybolup gidiyor. Yolumuz o kadar puslu ki, şairin önümüze diktiği o meşhur ikazı bile göremiyoruz: "Durun kalabalıklar durun, bu cadde çıkmaz sokak!"
İnsanları bu girdaptan kurtarmanın yegáne çaresi, toplumu maddi ve manevi alanda birlikte yüceltmenin yollarını arayıp bulmaktan geçer. Ahlak, bir toplumun iskeletidir. Bir toplum o iskelet üzerinde ete kemiğe bürünürse sağlıklı bir bünyeye sahip olabilir. Temiz ahlaktan temiz nesepler, temiz kişilikler türer. Onun içindir ki, insanın nefsini, neslini, aklını ve malını korumayı hedefleyen dinlerin temel esaslarından birisi ahlaktır. Ahlak, aynı zamanda hukukun da kaynağıdır.
İnsan, helalin sınırları içinde kalarak hayatın her alanında doyuma ulaşabilir. Bu sınır aşıldığında ise az önce ifade ettiğimiz gibi uyuşturucu, kumar, fuhuş vb. toplumu felakete sürükleyen habis urlar bünyeyi kanserli hale getirir. Bu tespitler üzerinde iyice düşünüldüğünde, İslam’ın ahlak prensiplerinin ve beraberinde getirdiği emir ve yasakların ne kadar isabetli ve toplum yararına olduğu rahatlıkla anlaşılır. Yüce Allah, ahlaksızlığın en fenası olan zina ve fuhşu sadece yasaklamakla kalmamış, ona yaklaşmayı ve teşvik edici sebeplere yönelmeyi dahi men etmiştir.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki:
"Açık olsun, gizli olsun fuhşiyata yaklaşmayınız." (Enam, 151)
"Zinaya yaklaşmayın, hiç şüphesiz o, çok çirkin bir şey ve ne kötü yoldur." (İsra, 32)
Peygamberimizin şu mucizevi hadislerine de dikkat ve ibretle kulak asalım:
"Bir cemiyette fuhuş yayılır ve bu çirkin fiili işleyenler çekinmeden bunu anlatır hale gelirse, o toplumda taun ve önceki ümmetlerde görülmeyen hastalıklar ortaya çıkar."
"Bir millette zina, fuhuş, cinsi sapıklık ve hayasızlık yayılırsa o millette ölüme götüren yollar artar ve yaygınlaşır."
* * *
İşte, milyonlarca insanın canını alan AIDS hastalığı böyle bir gidişatın tezahürü olarak ortaya çıkmıştır.
Günümüzde, ahlaklı olma zorunluluğu; artık bir erdemlilik olma yanında, bilimsel bir disiplin olarak da algılanmaktadır. Yıkılmaya yüz tutan toplum ahlakını onarmak, bilimsel bir zorunluluktur. Hür toplumlarda bu görev; başta yönetenler olmak üzere, basılı ve görsel basına, eğitim kurumlarına, ülkenin aydınlarına, özellikle ana ve babalara düşmektedir.
Ahlakı yıkarak, geleceğin sokaklarında ıstıraptan kıvrananların yığını olmak istemiyorsak, vakit geçirmeden bu gerçeği kavramak ve tedbirlerini de gecikmeden almak zorundayız.
İnsan; hem çağının, hem de kendi kuşaklarının geleceğini korumak zorundadır.
Annem umre ziyareti yapmak ve dönüşte başını örtmek istiyor. Babam ise başını örtmesine izin vermiyor. Babamın böyle bir müdahaleye hakkı var mıdır?
E.AVCI
Bu bir bireysel inanç ve özgürlük meselesidir. Kocanın böyle bir müdahalede bulunmaya hakkı yoktur. Eşler, hayatı müşterek yaşadıklarına göre bu hususlarda anlaşmaları, ailenin huzuru açısından daha isabetli olur.
Papa, Sultanahmet Camii’nde huzur duruşunda bulundu. Bu da Papa, camide ibadet etmiş gibi yorumlandı. Dinimizde huzur duruşu diye bir ibadet şekli var mı?
Nemci HAKSEVER/ADIYAMAN
Dinimizde huzur duruşu diye bir ibadet şekli yoktur. Ancak Papa’nın Müslümanların kıblesi olan Kábe’ye doğru duruşu ve içinden dua etmesi toplumda hoşa giden bir davranış olmuştur. Bunu bir saygı duruşu gibi de değerlendirmek mümkündür.
Trende, vapurda, uçakta namazımızı nasıl kılabiliriz?
Hakan İNCEOĞLU/İSTANBUL
Hareket halinde olan bu tür vasıtalarda kıble şartı aranmaksızın oturduğumuz koltukta ima ile (baş işareti) namazımızı kılabiliriz. Çünkü vasıtalarda ayakta durmak, rüku ve secdede bulunmak zorluğu vardır. İslam bu hususta kolaylık getirmiştir.
Eşim namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, bu yüzden onu boşamak istiyorum. Ne dersiniz?
A.E/İZMİR
Eşinizi ibadet konusunda uyarabilirsiniz, ama zorlayamazsınız. Bu da boşanma nedeni olamaz. Onu güzellikle ikna etmelisiniz. Dinimizde herkes yaptığından sorumludur.
İmam rükuda iken namaza yetişirsek o rekátı kılmış sayılır mıyız?
P.A
Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadiste, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "İmam rükuda belini doğrultmadan cemaate yetişip uyan, o rekáta yetişmiş sayılır. Belini doğrulttuktan sonra yetişirse o rekátı tamamlamak zorundadır.