Paylaş
Bir hikaye vardır… Buna göre bir Türk siyasetçi Çin’i ziyaretinde bir Çinli siyasetçi ile sohbet ederken, Türkiye’nin sorunlarının büyüklüğünden, nüfus artış hızının yüksekliğinden ve kentlerin kalabalıklaşmasından yakınıyormuş.
Çinli siyasetçi “Türkiye’nin nüfusu ne kadar?” diye sorunca, bizim siyasetçi “70 milyona yaklaştık” demiş.
Bunun üzerine Çinli siyasetçi gülmüş,
- Böyle minik bir ülkeyi yönetmek çocuk oyuncağı olmalı. Herhalde bütün Türkler birbirlerini isimleri ile tanıyorlardır, diye düşüncesini açıklamış.
Demek istediğim şu…
Ağlayıp sızlamak, her siyasi tartışmayı bir rejim krizine dönüştürmek ve sürekli “Battık, batıyoruz” demek, siyasal kültürümüzün bir yansıması olabilir.
16’ncı yüzyılda da demokrasi olsaydı, Kanuni Viyana’yı kuşatıp alamadığı zaman, herhalde onun istifası istenilirdi. Veya “Mohaç bir zafer mi, yoksa yenilgi mi?” diye Divan’a gensoru önergesi verilirdi.
Vatan mı, millet mi?
İktidarları eleştirmek ve onları seçim yolu ile değiştirebilmek, tabii ki en çağdaş siyasal nimet. Ancak iktidarlar ile ülkeyi karıştırmamak gerekiyor. Bir iktidara güvenmeyebilirsiniz. Ama ülkenize ve halkınıza güvenmediğiniz ve bu güvensizliği yaygınlaştırmayı siyaset olarak benimsediğiniz zaman, işler çok zorlaşır. O zaman “Vatanımı seviyorum ama milletimi sevmiyorum” diyen Meşrutiyet aydınına benzersiniz.
Bu duruma düşmemenin yollarından biri de, Türkiye’nin dünyada tek ülke olmadığını hatırlayıp, mesela Çin’in ne tür sorunlarla karşı karşıya olduğunu bilmektir.
Geçenlerde BBC’de, bir muhabir Güney Çin’deki bir aile ile röportaj yapmıştı. Çin’de 1970’lerden beri uygulanan “tek çocuk” politikasının sonuçları, bu röportajın konusuydu.
Tek çocuk erkekse…
Bir annenin kucağında 4 aylık bir erkek bebek vardı. Anne ve bebeğin arkasında ise, bebeğin babası, dedesi, büyükbabası, anneannesi ve babaannesi olmak üzere beş Çinli durmaktaydı. BBC muhabiri, bu “tek çocuğun” ileride 6 yaşlıya bakmak zorunda olacağını saptamıştı.
Unutmayın ki büyük ihracat rakamlarına ve sanayileşmesine karşın, Çin yoksul bir ülke. Nüfusu 1 milyar 314 bin. “Tek çocuk” politikası sonucu nüfus yaşlanmaya, okullar kapanmaya başlamış. Buna karşı 400 milyonu aşkın yaşlı Çinli’nin sosyal güvenlikten yoksun olmaları, sayıları artmayan genç ve çalışan nüfusu zorluyormuş. Ayrıca tek çocuk zorunluluğu, aileleri erkek bebek doğurmaya yönlendirmiş. Bu yüzden ileride erkeklerin evlenecek kadın bulmalarının sorun haline gelmesi ihtimali fazlaymış.
İşte Çin’in çözüm aradığı sorunlardan sadece bir tanesi bu.
Büyük açık
Bizim “minik ülkemiz”de de bir “sosyal güvenlik sorunu” yok mu? Geçen gün Deniz Gökçe Akşam’daki köşesinde Radikal’den aldığı rakamlarla, bu sorunun çapını şöyle anlatmıştı:
- 2007 yılında planlanan açık (sosyal güvelik kurumlarının açığı) 23.8 milyar YTL; veya 17.5 milyar dolar. Ek ödemeler göz önüne alınarak ise 31.5 milyar YTL sosyal güvenlik sistemi açığı bekleniyor. Bir fikir vermek istenirse, bu yıllık açık sayısı Türk Telekom, Tüpraş, Erdemir, Petkim özelleştirmelerinden gelen kümülatif 15.5 milyar dolar gelirden kat be kat fazla…
Şimdi siz karar verin. Çin’i yönetenlerin işi mi, yoksa bizim yöneticilerimizin işleri mi daha zor?
Aslında bizimkiler “Battık, bittik” diyecek yerde şu sosyal güvenlik reformunu iktidar ve muhalefet işbirliği ile yapsalar, Türkiye’yi yönetmek Çin’i yönetmekten daha kolay olmayacak mı?
ŞAKA
Anlamsız yeminler ve anlamlı davranışlar…
CHP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özyürek, CHP'nin 11. cumhurbaşkanının yemin törenine katılmasının bir anlam ifade etmeyeceğini söylemiş.
Doğru söylemiş.
Ayrıca Özyürek “Biz CHP olarak gerginlikten yana değiliz” diyerek yemin etse, bu da bir anlam ifade etmez.Hatta bu yeminden ötürü başı bile ağrımazdı.
Sezer’in beklenmeyen örnek davranışı…
Görevi salı günü sona erecek olan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Başbakanlık’ı ziyareti ve Başbakan Erdoğan’a veda etmesi, beklenmeyen ama hoş bir davranış olmuştur.
Anayasa’nın 104’üncü maddesine göre, Sezer’in yetkileri arasında “Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulu’nu başkanlığı altında toplantıya çağırmak” da vardır.
Ama böyle bir gereği hiç hissetmeden Çankaya’da geçirdiği 7.5 yılın sonunda, Başbakanlık’ı ziyaret etmesi de neticede hoştur. Demek ki küs değilmiş.
Bu davranışını da galiba kutlamalıyız.
Paylaş