Paylaş
-Her rejimde mutlaka bir iktidar bulunur. Ancak sadece demokrasilerde muhalefet de vardır.
Bu gerçeği bir ekleme yaparak şöyle ifade edebilir miyiz acaba?
-Bazı demokrasilerde birden fazla iktidar vardır. Sadece seçilmiş iktidarlara muhalif olmak, demokrasinin sağlığını korumaya yetmez.
Eğer bürokratik bir oligarşi, iktidarını kalıcı kılmak için belirli zaman diliminin koşullarına dayalı bir statükoyu “Resmi İdeoloji” de denilen bir çerçeve içinde dondurmuşsa… Ülkeyi çağın değişen koşulları içinde daha güçlü, daha sağlıklı, daha gelişmiş bir düzeye ulaştırmak için reformlar önerenlere “rejim düşmanı” deniliyorsa. Bu çizginin doğal sonucu olarak da “demokrasi” zaman zaman “Cumhuriyet”e yönelmiş bir tehdit olarak sunulabiliyorsa…
Hepsi rejim düşmanı
Örneğin Adnan Menderes’i de, Süleyman Demirel’i de, Turgut Özal’ı da, Tayyip Erdoğan’ı da, “Cumhuriyet’in temellerini oyan” siyasetçiler biçiminde niteleyebilirsiniz. Düne ve bugüne dönük bu muhalif tavrınızı da, ülkedeki “İkinci iktidar”ın sahipleri alkışlar.
Sizin bu tutumunuzu belirli kesimler “İlkelilik” diye alkışlar da.
Türkiye’de bu çizginin ötesine geçmemiz gerekiyor.
Eski tarz iktidar-muhalefet çeşitlemeleri, Türkiye’ye zaman kaybettirmiş, global gelişmişlik yarışında ülkemiz geride kalmıştır.
“İkinci İktidar”ın önde gelen sözcüleri olan eski genelkurmay başkanları da, Fikret Bila’ya verdikleri demeçlerde, resmi ideoloji olarak benimsenen söylemlerin yanlış olduğunu itiraf ediyorlar. Örneğin “Kürt realitesi”ni hep “sorun” olarak gündemde tuttuğumuz “Güneydoğu Gerçeği” içinde görebilseydik, bu sorunun bir diğer öğesi olan “bölücü terör” belki gündemimizde bulunmazdı.
Her konu sorun olur mu?
Örneğin Ecevit ve Erbakan gibi iki seçilmişin koalisyon kurdukları dönemde gündemimize giren “Kıbrıs”ın çözümsüz bir sorun olarak kalmasını “İkinci İktidar” da benimsedi ve bu çözümsüzlük şimdi Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki en büyük engel.
Tıpkı Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapatılması ve bir daha açılamaması gibi bir durum bu.
Burada ihtiyaç duyulan “gerçek muhalefet” işte bu sorunlar karşısında, seçilmiş ve atanmış iktidarların aynı titreşim katsayısı içinde bulunmalarını eleştirebilen muhalefettir..
Örneğin AK Parti hem “AB’ye üye olalım” diyor, hem de ne Kıbrıs’ta, ne Fener Patrikhanesi konusunda, ne de Ceza Yasası’nın 301’inci maddesi üzerinde parmağını oynatıyor. Çünkü onlar da “İkinci İktidar” karşısında muhalif konumda bulunmanın risklerinden ürküyorlar.
Bu ülkede gerçek “iktidar yalakalığı” statükoyu her dönemde evetlemektir.
İkinci iktidarın yalakaları
Ülkenin sorunlarına yurt ve dünyanın değişen koşulları ışığında çözüm üretmek yerine “Cumhuriyet muhafızı” rolü oynamak ve seçilmiş her iktidarı “rejimin tehdidi” diye sunmak “demokratik muhalefet” olmak anlamına gelmiyor.
Bütün totaliter rejimlerde, Mussolini İtalya’sında, Hitler Almanya’sında, Stalin Rusya’sında ve Saddam Irak’ında da birileri farklı düşünenleri “Rejim düşmanı” diye suçlardı.
Seçilmiş iktidarları geçici “taşeron”lar olarak gören, “siz ekonomiyi, bayındırlık işlerini, memur maaşlarını halledin, geri kalan alanlar, dış politika, eğitim, güvenlik gibi konulara karışmayın” diyen “İkinci İktidar”a yalakalık, Türkiye’nin demokrasisini de, düşünce hayatını da, gelişmesini de çok engelledi.
‘Köprü fobisi’ne nihai çözüm
Ümran Avcı’nın Milliyet’teki haberine göre 3’üncü Boğaz Köprüsü’ne karşı olan bazı şehircilik uzmanları konunun referanduma sunulmasını önermişler.
Örneğin Oktay Ekinci (Eski Mimarlar Odası Genel Başkanı, Tarihi Kentler Birliği Danışmanı) “Sadece İstanbul'daki değil Türkiye'deki bütün mimar, şehir plancıları, ulaşım uzmanları ve bütün mühendisler arasında bir referandum yapılsın. Bunlar yaklaşık 350 bin kişidir. Hodri meydan” demiş…
Aslında böyle bir referandum yapılırsa, oylanacak almaşıklar arasına “Daha önceki iki Boğaz Köprüsü de yıkılsın mı” önerisi de koyulmalıdır.
İstanbul’un iki yakasının bir araya gelmesine karşı olanlar, herhalde bu öneriyi de
“İkisi de yıkılsın” diyerek cevaplarlar.
Paylaş