Paylaş
Üstelik bu “gelecek” kavramının içeriğinde bireyler için “ölüm” ve devletler için “çökmek ve dağılmak” da var.
Gelişmiş toplumlar da geleceği bilemiyor. Ama geçmişi çok iyi değerlendirip, geleceğe en azından yön vermeye çalışıyorlar.
Gelişmemiş toplumlarda ise sanal gerçeklere veya anakronik değerlendirmelere dayalı dondurulmuş pozisyonlar, “siyaset üretimi”ni gerçek-ötesi bir faaliyet alanına dönüştürür. Yurttaki ve dünyadaki yeni gerçekler görmezden gelinerek alınan kararlar veya sürdürülen tutumlar ya toplumu gerer ya bu kararlar etkisiz olur ya da bu kararlar yarar yerine zarar verir.
Somut örnekler verelim.
Gazete haberlerine göre Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan, TSK Rehabilitasyon Merkezi'nde tedavi gören ünlü tiyatrocu Nejat Uygur'u ziyaret etmek istemiş ama başı örtülü (veya türbanlı) olduğu için bu ziyarete izin verilmemiş.
Askeri hastane ziyareti yasakmış…
Bir Anayasa yapmışsınız. Buna göre yapılan seçimler sonucu oluşan yasama organı cumhurbaşkanı seçmiş, hükümete ve başbakana güven oyu vermiş. Bunlar TSK’yı savaşa sokabilir, TSK’ya verilecek bütçedeki ödenekleri belirleyebilir, komutanları atar ya da azledebilir.
Ama siz bunların eşlerini askeri hastanelere sokmayacaksınız, bu eşleri çeşitli şekillerde boykot edeceksiniz. Bu eşler yabancı ülkelerde eşlerinin yanında Türkiye’yi temsil edecekler, devlet başkanları ile birlikte olacaklar.
Kendi ülkelerinde ise bazı devlet kurumlarının mensupları, onlara Hindistan’ın “Brahman apartheid’i”ndeki “non-touchable” statüsünde görüp, yok sayacak.
Bu tablo Türkiye’deki anayasal demokrasi ile de dünyanın gerçekleri ile de uyumlu değildir.
Bugünün gerçeklerine uyumsuzluk, sade bu örnekteki ile bitmiyor.
Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu, Osmanlı’nın Ermeniler ve Arnavutlar gibi unsurlarının çağın değişen şartları içindeki isteklerini “merkez”in görmezden gelmesini ve sonunda bunların nasıl birer kriz konusu olduklarını somut örnekleriyle değerlendirdiği “Zaman”daki yorumunu, bugüne şöyle getirmişti:
Kağıt üzerindeki çözümler
- Osmanlı Devleti'nin çeşitli meseleleri uzun süre kabul etmemesi gibi Türkiye de öncelikle bir Kürt sorununun varlığını görmezlikten gelmiş, bunun dile getirilmesi dahi bir çeşit ayrılıkçılık olarak mütalâa olunmuştur. Dahası, bu alanda Sovyetler Birliği'nde biyolojinin diyalektik materyalizme uydurulması yoluyla yaratılan "Marxist Biyoloji" gibi devlet ideolojisiyle uyum gösteren ama gerçekle alâkası olmayan bir kuram yaratılmıştır.
- Bu tür kuramların yaratılması ve bunların topluma propaganda yoluyla telkini şüphesiz meseleleri kâğıt üzerinde halletme rahatlığı sağlamaktadır. Ama bu tür kuramların en büyük sakıncası bir süre sonra onlara inanılması ve ortada bir sorun olduğunu söyleyenlerin gerçekte kötü niyetli olduklarının düşünülmesine neden olmalarıdır. Sorunun bu şekilde reddi, bu konuda siyaset üretimi yerine onu ortadan kaldıracağı varsayılan kuram yaratılması, Kürdistan dergisinin 1898 yılında Kahire'de yayınlanması tarihine kadar geri götürülmesi mümkün Kürt proto-milliyetçiliğinin doğuşundan itibaren genellikle azınlıkta kalan ayrılıkçı yaklaşımın Kürt asıllı vatandaşlarımız arasında kabul görmesine neden olmuştur.
Gecikmiş kararlar işe yaramaz
- Süreç içerisinde gitgide uzlaşmaz bir karakter kazanan bu milliyetçilik, merkezin siyaset yerine yasakçılık ve eylemlerine cevap üretmesiyle Kürtlerin sözcüsü olma alanında diğer toplumsal aktörlerin önüne geçmiştir. Merkezce oldukça gecikmeli olarak sahneye konan yeni siyasetler ise, tıpkı Osmanlı Ermeni ve Arnavut siyasetleri gibi, tatmin edici bulunmamıştır.
- 1930'larda ya da 1950'de merkezle ilişkilerde büyük rahatlama yaratabilecek Kürtçe radyo programları, dilin kullanımında, kültürün yaşanmasında serbestlik benzeri siyasetler yirmibirinci asır başında istenilen etkiyi yaratmamıştır. Tarih bize bir laboratuvar olarak hizmet edecekse yapılması gereken, yasakçılık ve eylemlere cevap vererek siyaset yapma, daha doğrusu yapmama, yerine bunlardan bağımsız, günün gerçekleri ve değerleriyle uyumlu ve toplumsal hassasiyetleri göz önüne alan siyasetler üretilmesidir.
Paylaş