Paylaş
Hasan Cemal’in Bağdat’ta Celal Talabani ile yaptığı söyleşiyi Milliyet’te okurken, bir anda kendimi 19’uncu yüzyıl dünyasında yaşıyormuşum gibi hissettim.
Irak Cumhurbaşkanı Talabani Hasan Cemal’e şöyle demiş:
- Dışişleri Bakanı Ali Babacan'a üç dört gün önce Bağdat'ta söyledim. Allah bile Kuran'da der ki. Kuldan yapabileceği şeyi isteyin! Biz nasıl Kandil'e gidip beş bin PKK'lıyı yakalayıp Türkiye'ye teslim edebileceğiz ki? Olabilecek şey var, olmayacak şey! Türkiye bizden imkânsızı istemesin. Ben Türk milletinin, Türkiye'nin dostuyum, düşmanı değil. PKK'nın bu yaptıkları, Türklere de, Kürtlere de zarar veriyor.
Talabani’nin “Kuldan yapabileceği şeyi isteyin” şeklindeki sözleri, 1869-72 yıllarında Bağdat Valisi olan Mithat Paşa ile Padişah Abdülaziz arasında geçtiği söylenilen mesaj trafiğini hatırlattı bana.
Yanlış adrese gelmiş
Mithat Paşa’ya, İstanbul’danbir ferman gelmiş.
- Çok acele 100 bin ton çayı paketleyip İstanbul’a gönderin, deniliyormuş fermanda.
Bunun üzerine Mithat Paşa şöyle bir cevabi mesaj yazıp, göndermiş Saray’a:
- Çin İmparatoru’na gönderdiğiniz fermanınız yanlışlıkla ben kulunuza geldi. Arz ederim.
Diyelim ki, Türkiye’den değil Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush’tan şöyle bir mesaj geldi Talabani’ye:
- Irak’taki şiddeti hemen önleyin. Şiileri de, Sünnileri de, Irak’ta demokrasinin kurulması konusunda uzlaştırın. Şiddet olaylarına karışanlar hemen tutuklansın.
Talabani böyle bir mesaj alsaydı herhalde şu cevabı verirdi Bush’a:
- Kuldan yapabileceği şeyi isteyin! Biz nasıl Sünni ve Şii direnişçileri etkisiz hale getirip bunları demokrasi konusunda ikna edebiliriz ki?
Biz Türkiye olarak “yapabileceklerimiz”i tabii ki biliyoruz ve Talabani konumunda elbet değiliz. Ancak bu yapabileceklerimizin sonuçları ve bizi bu yapabileceklerimize itenlerin planları hakkında yeterli bilgiye sahip olduğumuz pek söylenemez.
Ne kadar biliyoruz
Dünkü Star’da Eser Karakaş bu noktayı pek güzel özetlemişti:
- PKK tam da kimdir ve bu menfur eylemlerini niçin, kimin hesabına yapıyor kimse bu sorunun cevabını tam bilmiyor; bu terör eylemlerinin bir ‘ulusal Kürt mücadelesi’ olduğuna inanmak pek kolay değil.
- PKK ya da kimse, söz konusu menfur terör eylemlerinin Türkiye’ye bir uluslararası mesaj vermek, bir talep iletmek için yapıldığını, yaptırıldığını düşünenlerdenim. Bu uluslararası mesajın menşei, sadece bir varsayım olarak söylüyorum, pekala ABD olabilir; ABD olağan diplomatik girişimler sonucunda Türkiye’yi ya da Türkiye içinde bir kurumu istediği bir çizgiye çekmeyi ya da yaklaştırmayı başaramamış ise, bu mesajını çok sert bir biçimde ama dolaylı olarak vermeyi seçmiş de olabilir.
'Yakamoz’ artık ‘horoz’ kadar Türkçe’nin malıdır…
Geçen hafta Berlin’deki “Yabancı Kültürlerle İlişkiler Enstitüsü”nün (Institut für Auslandsbeziehungen), “KulturAustausch” dergisiyle ortaklaşa düzenlediği bütündillerdeki kulağa en hoş gelen ya da anlamını en iyi ifade eden kelimeleri belirleme yarışmasında, dilimizdeki“Yakamoz”un ön sırada listeye girmesine değinmiştim.
Denizde yaşayan, plankton boyutundaki milyonlarca ateş böceklerinin (Noctiluca Milliaris), bir temasla ışık vermesini ifade eden şiirsel bir kelimedir yakamoz. Mikrometrik milyonlarca doğal ampulün denizde ışıkseli yaratmasıdır.
“İrma Kromm” imzalı şöyle bir okuyucu mektubu aldım bu yazı üzerine:
- Sayın Barlas, yakamoz kelimesi horoz, moloz ve radyo kelimesi kadar Türkçe´dir. Bunların Türkçeliği benim Türklüğüm kadardır. Selamlar. İrma Kromm
Eğer yakamoz kelimesini etimolojik açıdan ele alırsanız, Yunan dilindeki “giakamos”dan türediğini tabii ki bilirsiniz. Yakamoz kelimesi gibi dilimizin bir parçası haline gelen “maganda”nın kökenini de Yunanlı besteci Manos Hadjidakis’in“O Magas”ını (Sert erkek) dinlerken anlamıştım.
Ama artık bunlar Türkçe’nin kelimeleri.
Mesela“lahmacun” da Arapça’da “Kıymalı ekmek” demek olduğu için, bunu Türkçe saymayacak mıyız? Ya da “horoz” kelimesi Farsça’nın “horus”undan dilimize geldiği için, horozlara “maganda tavuk” mu diyeceğiz?
Özetle diller kültürlerin sentezidir.
Yukarıdaki cümlede “kültür” ve “sentez” kelimeleri kullanıldı diye, Türkçe dışında bir dille mi derdimi anlattım yani?
Veya “otomobil”e “kendi-gider” mi demeliyiz bundan sonra?
Paylaş