Mehmet Barlas

‘Yorgun azınlık’ hem iktidara kızgın hem de kendi partisine güvenmiyor

7 Eylül 2007
Bir siyasi partiye karşı olabilirsiniz.<br><br>Bu durumda izleyebileceğiniz yollar bellidir.

Örneğin karşı olduğunuz partiyi seçimde yenip, onun yerine iktidar olabilecek bir başka partiyi desteklersiniz.

Eğer yaşadığınız ülkede partilerin siyasi ve nihai başarıları “seçim sonuçları” ile belirleniyorsa ve karşı olduğunuz parti seçimleri kazanmışsa, yapabileceğiniz tek şey gelecek seçimleri beklemektir.

Siyasete fazlaca hevesliyseniz bu arada desteklediğiniz partiye üye olur, örgütte çalışır ve düşüncelerinizin o partiye yön vermesi için çaba gösterirsiniz.

Hem siyaseti ve tüm siyasetçileri aşağılamak, hem de karşı olduğunuz parti seçim kazandı diye ülkenize ve halkınıza küsüp her gün demokrasinin kazaya uğramasını beklemek, hem sizi hem de çevrenizi yorar.

Türkiye’de şu anda böyle bir “yorgun azınlık” var.

 

Seçimi neden kazandılar

 

Yazının Devamını Oku

Dön baba dönelim, hacılara gidelim

6 Eylül 2007
Herhalde siz sayın okurlarım da bizim medyanın ne kadar soluklu olduğunu, benim gibi hayranlık ve hayret duyguları içinde izliyorsunuzdur.

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olması ertesinde de generallerin hangi resepsiyonda nasıl davranacakları ve CHP’nin neyi boykot edip etmeyeceği benzeri gelişmeleri hiç ara vermeden haber yapabilmek için, gerçekten soluklu ciğerlere sahip olmak gerekir.

Çünkü Gül bundan sonraki 7 yılda cumhurbaşkanı olarak Çankaya’da bulunacak.

Onun cumhurbaşkanlığı süresinde 2-3 tane Genelkurmay Başkanı ve kim bilir kaç tane kuvvet komutanı değişecek. Gül’ün görevi sona erdiğinde CHP Genel Başkanı Baykal 77 yaşında olacak. Bir genel seçim daha yapılacak.

Bu 7 yıl boyunca Bayan Gül’ün türbanına dayalı aralıksız haber yapmak için, gerçekten maratoncu olması gerekir gazetecilerimizin.

Olayın boyutunu tam anlatmak için geçmiş 7 yılı hatırlayalım. Ahmet Necdet Sezer Çankaya’dayken, mesela AB’ye önce 2004’te 10,  sonra 2007’de de iki ülke daha katıldı.

 

Dünya dönüyor

 

Yazının Devamını Oku

AK Parti ile DTP’nin polemiğe değil diyaloga ihtiyaçları var…

5 Eylül 2007
İsviçre’de cumhurbaşkanı veya başbakan ya da bakan olmak insanı herhalde fazla yormaz. Çünkü İsviçre’de düzen saat gibi çalışmaktadır. İsviçre, istikrarın ve refahın simgesi olan ülkelerle çevrelenmiştir. Komşuları ile sorunu yoktur. Ülkenin altyapısı da üstyapısı da tamamlanmıştır, refah yaygınlaşmıştır.

İsviçre’de cumhurbaşkanının adını kimse bilmez.

Ama Türkiye gibi sosyo-politik yapısı da, ekonomisi de, coğrafyası da hareketli ülkelerde, her kamu görevi insanlara büyük sorumluluklar yükler. Ülkenin bir sorununu çözdüğünüzde iki tane yeni sorun karşınıza çıkar.

Türkiye gibi ülkelerde bir de, zor sorunları çözmek yerine “kriz konuları stoku”na atıp, yıllandırmak gibi kötü bir alışkanlık da vardır. Örneğin “Güneydoğu sorunu” da,  içeriğindeki “Kürt realitesi” ve beraberindeki “bölücü terörle” birlikte, kuşaktan kuşağa büyütülerek, çözüm üretilmeden  aktarılmıştır.

Son 22 Temmuz seçimleri, bu konuda bir ümit ışığı yanmasına  fırsat verdi.

 

Baraj yıkıldı

 

Kürt kökenli seçmenlerin oyları hem seçime bağımsız olarak giren DTP’li adaylar aracılığıyla TBMM’de temsil edilir oldu. Hem de tüm ülkede seçmenin desteğini kazanan AK Parti, Güneydoğu illerinde de başarılı sonuçlar aldı. Yani Güneydoğulu seçmenlerin geçen seçimde olduğu gibi, temsil edilememek gibi bir sorunları yok bugün.

Yazının Devamını Oku

Bazen Çankaya’ya çağırılmamak çağırılmaktan daha iyidir…

4 Eylül 2007
Genelkurmay’ın medyaya ve siyasete dönük “akreditasyon listeleri” ile yeniden gündeme gelen Cumhurbaşkanlığı’nın “davetli listeleri”, bana hep Nasrettin Hoca ile hanımı arasındaki diyalogu hatırlatır.

Hoca’nın hanımı hem güzel değilmiş, hem de sevimsizmiş.

Evlendikleri günün gecesi, hanımı Hoca’ya “Kime çıkayım, kime çıkmayayım” diye evdeki kaç-göçün kurallarını sormuş.

Hoca şöyle bir bakmış hanımının yüzüne:

- Bana çıkma, kime çıkarsan çık, demiş.

İnsanların kamuya dönük sorumlulukları yoksa, görüşmek istedikleri insanlarla görüşürler, hoşlanmadıkları kişilerle de görüşmezler.

Fakat sadece hoşlandığı insanlarla görüşmek de, mirasyedilere özgü bir lükstür. Geçim sorununuz ve bir işiniz yoksa, yaşamınızı canınızın istediği gibi şekillendirebilirsiniz.

 

Çevreyi seçebilmek

Yazının Devamını Oku

Demirel Japon turistlere her şeyi anlatsaydı, çok ilgi çekerdi…

3 Eylül 2007
Eminönü’ndeki Hamdi Restoran’a öğle yemeği yemek için giden Süleyman Demirel, o sırada yoldan geçen Japon turistlerle sohbet etmiş.

Japonlara kendisinin kim olduğunu anlatmak için de İngilizce  “Ben eski Başkanım” anlamına gelen “I am former President” demiş.

Tarihi yarımadaya  Osmanlı ve Bizans tarihinin kalıntılarını görmek için gelen Japon turistlerin, Eminönü’nde  Türkiye’nin demokrasi tarihine ait yapıtlardan biriyle karşılaşmaları ve üstelik bunun sesli olması, bu turistlerin çok şanslı olduklarını gösteriyor.

Dünyadaki tarihi mekanları ziyaret edenler, geceleri yapılan “Ses ve ışık” gösterilerine rastlamışlardır. Bunun en görkemlisini, Kahire’deki  Giza piramitlerleri arasındaki gösteride  izlemiştim.

Gecenin karanlığında piramitlerden biri gündüz gibi aydınlanıyor ve piramitten mesela 2’nci Ramses’in sesi geliyordu. Firavun izleyicilere kendi döneminde olup bitenleri ve piramidin yapılış öyküsünü anlatıyordu. Arkasından mesela Sfenks aydınlanıyor, o sırada Sfenks’in tanık olduğu olayları, Napolyon’un askerlerine “Tarih sizi izliyor” içerikli konuşmasına kadar Sfenks’in ağzından dinliyordunuz.

 

Ben eski başkanım

 

Bir ara bizim Sultanahmet’te de böyle bir gösteriye tanık olmuştum.

Yazının Devamını Oku

Dans etmek, Ankara şifrelerinde özel anlam içerir…

2 Eylül 2007
Genelkurmay’ın 30 Ağustos resepsiyonunda Generaller eşleri ile vals yaparken, Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’ın eşsiz ve dans etmeden masalarında oturduklarını gören bir Ankaralı kadın gazeteci Erdoğan’ın yanına gelip, “Benimle dans eder misiniz” demiş. <br><br>Başbakan da “Ben bilmediğim şeyi yapmam diye” bu teklifi geri çevirmiş.

Oysa dans etmek, Ankara’nin şifrelerinde “Çağdaşlık” anlamını da içerir.

Latife Hanım’la ilgili olarak yazdığım ve Birey Yayınlarının kitaplaştırdığı bir çalışmamda, Fahrettin Altay’ın anılarında anlatılan 1925 Ankara’sından şu sahneleri de aktarmıştım.

Atatürk. Latife Hanım'ı boşayıp İzmir'e geri gönderdiği 1925'in sonunda, rahmetli Orgeneral Fahrettin Altay'ı Ankara'da, Çankaya'da ağırlar. Altay anılarında Atatürk'ün konuğu olarak 22 Ekim-1 Kasım 1925'te yaşadıklarını anlatır. İsviçre'den Madam Bauer adında bir kadın getirtilmiştir. Atatürk'le Fransızca konuşmaktadır bu kadın. Görevi Altay'ın “Atatürk'ün kızları" dediği dört manevi evlada Avrupa terbiyesi vermek ve Köşk'e Avrupa adabını yerleştirmekmiş.

Her gece dans var

 Fahrettin Paşa'nın Çankaya'daki ilk gününün akşam yemeğine Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras) Bey, frak giymiş halde, eşi ve kızı ile, Başbakan İsmet Paşa da yalnız gelir. Sofrada Atatürk'ün sağında Aras'ın eşi, solunda Madam Bauer, Bayan Aras'ın sağında İsmet Paşa, onun yanında Afet (İnan) Hanım, Bauer'in solunda Tevfik Rüştü Bey ve dört küçük kız otururlar. Yemekte şarap, sonra da şampanya içilir. Çorba, külbastı, ograten patlıcan, krema ve kavun ikram edilir.

Yemekten sonra gramofon çalınır. Atatürk Madam Bauer'le önce foxtrot, sonra da vals yapar. Fahrettin Paşa'yı zorla kaldırtıp, İsviçreli kadının ona dans öğretmesini ister ama Paşa zorlanır. Bu arada Atatürk'ün gözü Tevfik Rüştü'nün kızı Emel'in uzun saçlarına takılır. Kendi berberi Sabri'yi çağırtır ve ileride Fatin Rüştü Zorlu'nun eşi olacak bu genç kızın saçlarını kısa kesmesini emreder. Emel'in saçları "Modaya uygun" biçimde o anda sofra başında kesilir. Vakit geç olunca İsmet Paşa "Yarın çok işim var" diyerek kalkar.

                 

Yazının Devamını Oku

Cumhurbaşkanı mı yoksa başbakan mı daha önemlidir?

1 Eylül 2007
Cumhurbaşkanı olmak bir siyasetçi için meslekte ulaşılabilecek en üst noktaya ulaşmak anlamına geliyor.

Ama Türkiye gibi “başkanlık” değil de “başbakanlık” sistemi varsa, siyasette “Cumhurbaşkanı olmak mı yoksa başbakan olmak mı tercih edilmeli” tartışması elbet yapılır.

Eğer şekil açısından bakarsanız, cumhurbaşkanı hem devletin başı, hem de Silahlı Kuvvetler’in başkomutanıdır.

Ama siyasi gerçekçiliği seçerseniz,  bu durumu da tartışabilirsiniz.

Örneğin 1974’te Kıbrıs’a müdahale ettiğimizde Fahri Korutürk cumhurbaşkanıydı. Ancak kimse ona “Kıbrıs Fatihi” demedi. Bunun yerine Başbakan Bülent Ecevit’in miğferli posterleri otobüslerin arka pencerelerine yapıştırıldı. Ecevit’e “Kıbrıs Fatihi” denildi.

Sonraları hep “Keşke Korutürk Kıbrıs Fatihi olsaydı” diye düşünmüşümdür.

Çünkü Başbakan Ecevit Kıbrıs Fatihi olunca, Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan sinirlenmiş ve “Asıl Kıbrıs Fatihi benim. Ben Kıbrıs’ın tamamını alacaktım, Ecevit engelledi, Kıbrıs’ın yarısı ile kifayet etmek zorunda kaldık” diye demeçler vermeye başlamıştı.

Bunun üzerine de Ecevit sinirlenip koalisyonu bozmuş, Kıbrıs’ı kalıcı uluslararası çözüme bağlamadan erken seçim istemişti. Erken seçim de olamayınca Kıbrıs çözümsüz sorun olarak bugünlere aktarıldı.

Yazının Devamını Oku

‘Cumhuriyetin kazanımları’na sadece AK Parti mi saygılı olmalı?

31 Ağustos 2007
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den, Başbakan Tayyip Erdoğan’dan ve ezici bir seçim zaferi kazanan AK Partili kadrolardan beklentilerimizi devamlı yazıp söylüyoruz.

- Laikliğe saygılı olun

- Cumhuriyet değerlerine sahip çıkın

- Atatürk devrimlerine gölge düşürmeyin

- Sizin gibi olmayanların da varlıklarına, yaşam tarzlarına ve haklarına saygı gösterin…

Kim konuşursa veya kim bildiri yayınlarsa bunları söylüyor.

Sanırız AK Partililer de bu beklentiler listesini ezberledi.

- Cumhuriyetin kazanımlarını aşındırmayın

- Atatürk ilke ve inkılaplarını yıpratmayın…

Yazının Devamını Oku