En çok emlakçı Türkiye’de mi?

Geçtiğimiz yıllarda, ev satın alma için bakındığımız semtte, gözümüze yeterli kadar ‘emlakçı’ ilişmemişti.

Haberin Devamı

Konuştuğumuz bir emlakçıya, ‘Burada az emlakçı var galiba’ diye sorduğumuzda şu yanıtı almıştım: ‘Sizin dikkatinizi çekmemiş. Eskiden birkaç emlakçı vardı. Şimdi bütün emekliler, ev kadınları emlakçı oldu.’
İş sahipleri, yeni rakipten pek hoşlanmazlar. O nedenle değerlendirmesinde biraz abartı olabilir. Ancak, girişimcilerin, ‘en kolay’ iş diye emlakçı açmaya yöneldiklerini de yakından izliyorum.

Bu tabloyu rakamlarla ortaya koymak o kadar da değil. Çünkü, bu konuda düzenli istatistikler ya/images/100/0x0/55eb0e92f018fbb8f8a83b39yınlanmıyor. Ortada çeşitli veriler var. Örneğin, İstanbul Ticaret Odası’na kayıtlı 2 bin, İstanbul esnaf odalarına üye 7 bin civarında emlakçı olduğu tahmin ediliyor. Benzer kaynaklar, Ankara’da 3 bin 500, İzmir’de 3 bin, Antalya’da 900 civarı emlakçı olduğunu ortaya koyuyor. Bazı kaynaklar Türkiye’de 16 bin civarında emlakçı olduğunu ileri sürüyor. Ancak, bence sayı daha yüksek…

Haberin Devamı

Avrupa’nın ‘emlakçı hesabı’

Sadece benim değil, Avrupa Konseyi Emlak Profesyonelleri Derneği’nin verileri de daha yüksek rakamlara işaret ediyor. Emlakçı ve gayrimenkul danışmanları diye iki ayrı istatistik tutan bu kurumun verileri, ilginç veriler içeriyor. Buna göre, Türkiye, emlakçı sayısında Avrupa’nin lideri konumunda… Araştırmaya dahil edilen 22 ülkedeki 246 binin üstündeki emlakçının yaklaşık dörtte biri, yani 60 bini Türkiye’de faaliyet gösteriyor.

Aslında emlakçı sayısının artmasının bir sakıncası yok. Ancak, bu alana girişim yapanların yeni dönemi iyi algılaması gerekiyor. ‘Bir masa, bir sandalye’ mantığı geçmişte kaldı. Bu iş artık modern yöntemler ve teknoloji yatırımıyla başarılı sonuçlar veriyor. Her işte olduğu gibi burada da oyunu kurallarına göre oynayanlar kazanacak.

 Her marka mutlaka bir ‘şeyle’ anılmalı

Geçtiğimiz günlerde erken saatlerde Denizli’ye uçtuk. Oradan da karayolu ile Afyon’a doğru yola çıktık. Karnımız açtı ve kahvaltı için uygun bir yer aramamız gerekiyordu. Şoföre sorduk, ‘Ben buraları iyi bilmiyorum’ karşılığını alınca, ‘Bakarak gidelim, bir yer buluruz’ diye kararlaştırdık.

Etrafa baka baka gidiyor, ancak bir türlü karar veremiyorduk. Ardından benim ağzımdan, ‘Opet’te duralım, orası temizdir’ sözleri çıktı. Diğer arkadaşlar da ‘Haklısın, ilk Opet’te mola verelim’ diye destek verdiler. Restoranı olan ilk Opet’te durduk, kahvaltı yapıp yolumuza devam ettik.

Haberin Devamı

‘Şirketim eşittir bir şey’

‘Opet’e gidelim’ sözü dilimizden otomatik olarak çıkmıştı. Sonra bizi etkileyen algının gücü üzerinde biraz düşündüm. ‘Opet eşittir temizlik’ algısı kararımızı etkilemişti. Bu müthiş bir şey.

O nedenle markaların, kendilerini bir şekilde ‘farklılaştırmaları’ gerekiyor.  Ben buna ‘şirketim eşittir bir şey’ diyorum. ‘Hızlı’, ‘En ucuz’, ‘En sağlıklı’, ‘İlk’, ‘En temiz’ ya da başka sıfatları sahiplenip, markayla birlikte anılır hale getirmenin büyük yararı var.

Tüketiciler, alışveriş kararı verirken, bu yerleşmiş algılardan hareket edebiliyor. Konut kredisi alırken, adını ‘mortgage’ ile anılır hale getireni tercih ediyor. Kredi kartında ‘en yaygın’ olana yöneliyor. Giyim için ‘en çok model’i bulunanın kapısını çalabiliyor. Perakendede bazen ‘en ucuz’, bazen de ‘en çok ürün’ bulundurana gidiyor.

Haberin Devamı

Hiçbir ‘şeyi’ olmayanların işi ise böyle bir ortamda giderek zorlaşıyor. Çünkü, bir araştırmaya göre ABD’de piyasada 2 milyon ürün var. Türkiye’de ise 200 binin üzerinde olduğunu tahmin ediyorum. Böyle bir ortamda, ‘benim markam eşittir’ formülünün karşısını doldurmanın önemi daha da artıyor.
 
Dünyanın kaderini Amerika’da batacak banka sayısı belirleyecek

Amerika’da bir ara işler yoluna girmiş gibiydi. O tarihte önemli ekonomistlerden Barry Eichengreen'in görüşlerine yer vermiştim. ‘Krizde üçüncü aşamaya girdik’ diyordu. Bu aşamada yerel bankalar ve reel sektördeki sıkıntıların, batmaların gündeme geleceğine dikkat çekiyordu. Arada bir görüşlerine başvurduğum ve genelde isabetli tahminler yapan Eichengreen bu kez de haklı çıktı. ABD’de gözler batacak bankalara ve zor duruma giren şirketlere çevrildi.

Haberin Devamı

2001 Türkiye’si gibi mi?

Amerika, 1980’ler ve 90’larda da bankacılık krizi yaşamıştı. Yaklaşık 1000 banka, bizdeki TMSF benzeri Federal Mevduat Sigorta Fonu (Federal Deposit Insurance Corporation, FDIC)kapsamına girmişti. Bunlar ve sonrasındakilerle birlikte ABD’de batan bankaların yarattığı zarar, Büyük Buhran’dan bu yana 125 milyar dolara ulaşmış. Tabii sırada yeni dönemin batakları da var.

Batacak banka tahmini

FDIC, 1994’de sorunlu banka sayısını 575 olarak açıklamıştı. Mayıs ayında 90 bankanın ciddi sorun içinde olduğunu açıkladı. Bu, 1 yıl öncesine göre 50 bankanın listeye daha eklendiği anlamına geliyor.

Ancak, analistler, 7 bin 500 yerel bankadan 150’sinin bu krizde batacağına inanıyorlar. İzlediğim kadarıyla, Türkiye’de 2001’de yapıldığı gibi ‘Sıra kimde’ tahminleri gerçekleştiriliyor.

Haberin Devamı

Diyebilirsiniz ki, bunlardan bize ne… Ancak, yaşadığımız dönem bu soruyu anlamsız kılıyor. Türkiye, dolayısıyla dünya ekonomisinin önümüzdeki dönemine bu bankaların kaderi de damgasını vuracak. Ne kadar az banka sorun yaşarsa, dalga boyu o kadar kısalacak, bize etkisi de sınırlı olacak.

Yazarın Tüm Yazıları