Paylaş
Türkiye’de 4 milyona yakın resmi, birkaç milyona yakın da gizli işsiz var. İşgücüne her yıl 500 bine yakın insan katılıyor. İşsiz sayısını düşürmek için 500 bine iş bulup, birikmiş işsizlere de yeni olanaklar yaratmamız lazım. Bunun yolu da büyük yatırımlardan, girişimlerden geçiyor.
2001’deki krizden Türkiye imalat sanayi ile değil, başını perakende ve finansın çektiği sektörlerdeki büyüme ile çıkmıştı. Şimdi bu alanlarda sınırlı bir büyüme olacak. Ancak, kaybettiğimiz refahı ve istihdamı yakalamak için, diğer sektörlerin de ayağa kalkmasını sağlamalıyız. Bunun yolu da ‘ekonomik çarpanı’(Economic multipliers) yüksek sektörleri harekete geçirmekten geçiyor.
Hangi sektörlere odaklanmalı?
Bu sorunun yanıtı bir ölçüde ülkeden ülkeye göre değişir. Ancak, bazı sektörlerde ‘çarpan etkileri’ yüksektir, bazılarında ise her ekonomide ‘çok düşüktür.’
Sektörlerin etkisine geçmeden ‘çarpan etkisini’ açmakta yarar var. Örneğin beyaz eşya sektörünün çarpan etkisini 2.3 olarak kabul edelim. Bunu şöyle anlamak gerekiyor. Bu sektöre yatırdığınız her 1 dolar, ekonomiye (diğer sektörler aracılığı ile) 1.3 dolarlık etki yapıyor.
Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) yaptığı bir analiz, bu konuda bir fikir veriyor. Araştırmaya göre, çarpan etkisi en yüksek sektör, 2.87 ile otomobil ve taşıt üretim alt sektörü… Burada yapılan 2.87 dolarlık yatırım, 1.87 dolar ekonomiye olumlu katkıda bulunuyor.
Türkiye’nin yeni dönemine dikkat
Büyük bir krizden geçiyoruz, işsizlik artıyor. Bunlar doğru… Artık öyle ya da böyle sonuna geldik ya da geliyoruz. Bir şekilde krizi geride bırakacağız. Aralık 2007’den hesaplandığında 19 ay geride kalmış. 1929 sonrasının en uzun kriz süresine veda etmeye hazırlanıyoruz.
Bundan sonra yatırımları canlandırmaya, özellikle ‘ekonomik çarpan’ gücü yüksekleri teşvike ihtiyaç var.
Otomobilin böyle bir gücü var ve Türkiye’nin üreticileri gerçekten çok rekabetçi… Beyaz eşya öyle… Giyim ve tekstili zaten biliyoruz… Perakende ve finans, olanak buldukça zor tutuluyorlar. Bizim ihtiyacımız olan, tamamen işe, ekonomiye ve büyümeye odaklanmak… Artık zamanı geldi, geçiyor bile…
SADECE CİRO VE KARA ODAKLANMAK MARKALARA BÜYÜK ZARAR VERİYOR
Geçen hafta Cuma günü 11.30 Antalya uçağı için Atatürk Havaalanı’ndaydık. CIP salonuna girdik, uçağın 20 dakika rötarlı olacağını öğrendik. ‘Hepsi bu kadar mı’ deyip, koltuklarımıza oturduk. Bu arada gazetelerde THY’nin CEO’su Temel Kotil’in hedefleri vardı: Büyüme, yeni uçaklar, yeni hatlar… Bir Türk olarak herkesin ‘ulusal havayolu’ ile gurur duymasını sağlayacak bilgiler veriyordu.
Bu arada bizim uçağa geçişimiz 30 dakikayı buldu. Ancak, sıra uçakta beklemeye gelmişti. Ben de elimdeki Brand Bubble adlı kitaba bakıyorum. Adlı yazarlar tarafından alınan kitaptan şu bilgiler dikkatimi çekiyor:
-Son 20 yılda şirketleri yönetenler piyasa değerlerine ve cirolara odaklandılar. Ciro ve değer artarken, markalara güven azalıyor.
-1993’den bu yana “Marka güvenirlilik” düzeyi yüzde 50 oranında geriledi. Kalite algısı yüzde 24, Farkındalık oranı yüzde 20 ve Markalara saygı oranı da yüzde 12 düştü.
- Aynı dönemde 17 önemli İngiliz markasından 16’sına tüketicinin güveni önemli ölçüde geriledi.
Rötarı da iyi yönetmek gerekiyor
Gecikme 1 saati geçiyor, hala haber yok. Bir süre sonra pilotun ‘trafik yoğunluğunu gerekçe gösteren’ anonsu geliyor. Ama ne zaman hareket olacağı belli değil. Anonstan bir süre sonra ortalık hareketleniyor. Bir genç kadın ayağa kalkıp, ‘Hepimiz koyunuz, niye susuyoruz’ diye isyan ediyor. Ortalık karışıyor, ona katılanlar, itiraz edenler oluyor. Bu arada uçak çocuk ve bebek dolu… Gürültü kopuyor.
Herkes hosteslerden bilgi istiyor ama onların da anladığım kadarıyla bilgisi yok. ‘Biz de kuleden haber bekliyoruz’ diyerek geçiştiriyorlar. Sanıyorum 2 saat civarındaki gecikme ile hareket ediyoruz.
Brand Bubble’ı okuyunca, sadece büyümeye ve rakamlara odaklı şirket stratejisi ile THY’yi düşündüm. Sadece THY değil, çok sayıda şirket rakamlara tapıyor, müşteri güvenini ya da tatminini göz ardı ediyor. Oysa, birey olarak bizim büyüyen havayolu kadar, zamanında kalkan, rötar olacağı zaman bunu uçak içinde dahi olsa bir iletişim stratejisi çerçevesinde paylaşan şirkete ihtiyacımız var.
Bunu THY’yi kötülemek için yazmıyorum. Bu şirket hepimizin. Artık havaalanına’ ne kadar bekleriz’ korkusuyla gitmek istemiyoruz.
BAŞBAKAN ‘TEĞETTE YANILDIM’ DESİN, ARTIK GELECEĞİMİZİ KURTARMAYA ODAKLANALIM
Google’de bir arama yaptım. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan adı 4.8 milyon kez kullanılmış. Başbakan ile birlikte ‘teğet’ kelimesi 109 bin, ‘teğet geçti’ kelimesi ise 340 bin adet geçiyor. Belki daha farklı ve filtre edilmiş aramalar yapılsa, başka sonuçlara ulaşılabilir. Ancak, 4-5 ay gibi kısa sürede oturup kalkıp ‘teğet’ kelimesini kullanmışız.
Bence bu işe bir son vermek gerekiyor. Bunun yolu da sanıyorum Başbakan’ın ‘pardon’ demesinden geçiyor. İki olasılık var… Birincisi, ‘Evet, yanıldım. Ekonomi tahmin edilenden kötü etkilendi, teğet geçmedi’ demesidir. İkincisi ise ‘Vatandaşı paniğe kaptırmamak için o kelimeyi kullandım. Bu yüzyılın kriziydi ve bizi de çok kötü etkiledi’ açıklamasını yapmasıdır.
Ben birincisini tercih ediyorum. Ekonomi, 2009 yılının ilk çeyreğinde yüzde 13.8 küçüldü. İşsiz sayısı 4 milyona ulaştı. İhracatta düşüş rakamı yüzde 40’larda geziyor. İngiltere’de ekonomi ilk çeyrekte yüzde 4.9 küçüldüğü için, ortalık ayakta. Böyle bir dönemde ‘teğet geçti’ kelimesi zaten anlamsız kalıyor.
Bence Başbakan çıksın ‘yanıldım’ desin ve hepimiz ekonomiyi yeniden büyütmeye, yeni iş olanakları yaratmaya, şirketlerimizi rekabetçi yapmaya bakalım.
Paylaş