Paylaş
1990 yılına girerken sadece 34 mağazası vardı. Zamanın genel müdürü Bülend Özaydınlı, ‘büyük mağazacılık’ taraftarı idi ve bu konuda patronları ikna ile uğraşıyordu. İlk sırada ise doğal olarak merhum Vehbi Koç vardı. Bülend Özaydınlı, bunun için çok sayıda görüşme yapmış, her seferinde ‘büyük mağazacılığın’ önemini ortaya koymuştu. Vehbi Koç ise bu işin zorluğuna dikkat çekmişti.
Bülend Özaydınlı, o günleri şöyle hatırlıyor: ‘Vehbi Bey çok tedbirli bir kişidir. Karar alınırken çok iyi değerlendirme yapılmasını isterdi. Uzun bir süre görüştük. Yanlış hatırlamıyorsam, 4-5 görüşme yaptık. Bunların bazılarını evinde gerçekleştirdik. Hepsinde bu tür mağazacılığın Türkiye için erken olduğunu anlattı ama bana da ikna etmem için olanak sağladı. ‘Beni ikna et’ yaklaşımını benimsedi. Ben de onu doğru zaman olduğu konusunda ikna etmek için çaba gösterdim.’
Sonuçta Bülend Özaydınlı haklı çıktı ve Vehbi Koç’dan beklediği yanıtı aldı. Patronu ona ‘yap ya da yapma’ dememiş, bazı konulara dikkat çekmekle yetinmişti. Yani ‘karar senin’ demişti. Ardından da eklemişti: ‘Artık ben emekli olmuş bir işadamıyım. Ben kendi hayatımı yaşıyorum. Siz gençsiniz, bu sektörü daha iyi tanıyor, biliyorsunuz. Nasıl doğru görüyorsanız, öyle devam edin.”
Koç Holding, Bülend Özaydınlı’nın çizdiği stratejiyi seçti ve yoluna devam etti. Zaman onu haklı çıkardı ve Migros bir dev haline geldi. Şimdi 1000 mağaza hedefine doğru gidiyor.
Bu anı aslında Türkiye’deki bütün şirketlere, onların yönetici ve patronlarına iyi bir ders olmalı. Çünkü, Türkiye’deki şirketlerin yüzde 99’u ailelerin kontrolünde… Dolayısıyla önemli bölümünde suyun başında aile üyeleri oturuyor, yönetimde söz sahibi oluyorlar. Hepsinde de bir genel müdür ile profesyonel kadro var. İzlediğim kadarıyla kurucu, aile üyeleri ve CEO/genel müdür arasında çok iyi bir senkron tutturulamıyor. CEO’lar, önemli ölçüde devre dışı kalıyor, kararlar patronlar tarafından alınıyor. Bu da beraberinde ‘güçsüz’, ‘etkisiz’ CEO’ları getiriyor. Patronun müdahalesi nedeniyle karar alamayan, tereddüt eden yöneticiler de şirketin performansını etkiliyor. O nedenle kurumsallaşma peşindeki şirketlere Koç’un kitaplarını okumalarını, uygulamalarını izlemelerini öneriyorum.
Bakın Bülend Özaydınlı ne diyor: ‘Vehbi Bey, sorumluluğu ve riski üstlenen kişilere bu tür önemli kararları verdirirdi. Ve hepsinin de takipçisi olurdu.
Yanlış olduğunda da mutlaka müdahale ederdi.’
Piyasalara bahar gelebilir, ancak dikkatle olmakta yarar var
Amerikan ekonomi kanalı Bloomberg’i evde olduğumda mutlaka izlerim. Cuma gecesi de bakıyordum. Dow Jones Endeksi’ndeki düşüş bir ara 700 puana ulaştı. Ardından gelen alımlarla 400 puan artıya döndü. Bir çay almaya gidip ekranın başına döndüğümde, endeksi tekrar eksiye gerilemişti. O gün endeks tarihinde görülmediği düzeyde hareketler yaptı. Saniyeler süresinde 200 puan artı, 200 puan eksi yaptı.
Önce buna dikkat çekmek istedim. Gerçekten anormal bir dönem yaşıyoruz. İkinci dikkat çekmek istediğim konu ise kendini tabloda gösteriyor. Dikkatli bakın… Amerikan borsalarında bir haftalık en büyük 12 düşüş sıralanmış. Geçen haftaki düşüşler, 1930’larda yaşanan ‘Büyük Buhran’dan daha yüksek olmuş. 1930’lardaki kriz sırasında haftalık düşüşler yüzde 20’yi hiç geçmemiş. Ancak, bu kez yüzde 21’e yaklaşmış.
Ağır krizin toparlanması
Ben bunu ağır kalp krizi geçiren hastaya benzetiyorum. Birkaç gün yoğun bakımda kalmış, hatta doktorun ‘kaybedebiliriz’ dediği hastaya… Bu düşüşlerin hasarı, etkisi mutlaka kalacaktır.
Şimdi borsalarda alınan kararların etkisi ile bir ‘bahar havası’ esiyor. Bu rüzgar bir miktar daha devam edebilir. Çünkü, Cuma günü, borsalarda ‘en kötüyü’ gördüğümüzü düşünüyorum.
Yurtdışında izlediğim uzmanlar, Dow Jones’da yüzde 20-30 arası düzeltme bekliyor. Böyle bir hareket olabilir. Benim demek istediğim, ‘Bahar devam eder’ havasına kapılmayın. Borsa, döviz gibi yatırımlarınızı bu dönemlerde bir daha gözden geçirin. Dövizde riskiniz varsa kapatmaya çalışın. Bir kalp krizi atağı daha gelebilir. Eskisi kadar derin ve kötü olmazsa.
Bu krizden fırsat çıkmaz, Kimse boşuna heveslenmesin!
Her konuda ikiye bölünen Türkiye, daha doğrusu basın, krizde de ikiye ayrıldı. Geçen hafta bir radyoda, İslami kesimden bir yazarın köşe yazısının özetini dinledim. Bu krizden bize fırsat çıkacağını söylüyor, Türk borsasının fazla düşmediğini, YTL’nin de güçlü kaldığına dikkat çekiyordu. Yani kriz bizi ‘az etkiledi’ diyordu.
Krizin Türkiye’yi ‘yeterince’ etkilemediğini ben de yazmıştım. Ancak, bütün bunlardan Türkiye’nin krizden etkilenmeyeceğini, hatta ‘fırsat’ çıkaracağını savunmak hayalcilik olur. Ekonomi büyüme ivmesini kaybederken, onlarca kişinin işsiz kalma olasılığı belirmişken, şirket ve esnaflarda kapanma belirtileri ortaya çıkmışken, nasıl bir fırsat çıkabilir ki?
Elinde döviz nakdi bulunanlar olabilir… Onlar için de dünya krizleri, bu büyük çöküşler fırsat yaratmaz…Bir yerde kazanırken, diğer tarafta kaybeder… En azından ülkesi, vatandaşı kaybederken, bir işadamının ya da para sahibinin kazanması yine hayalcilik olur.
Ekonomist dergisi ‘Nakit zengini şirketler’ listesi yayınlamıştı. 10 grubun 30 milyar dolar nakidi olduğu vurgulanıyordu. Liste Koç, Sabancı, Fiba, Çukurova, Doğuş, Zorlu ve Doğan diye devam ediyor. Yani bugün ‘krize önlem almalıyız’ diye çağrıda bulunan işadamlarının grupları ellerinde ciddi nakit tutuyorlar. Ona rağmen ‘fırsat’ yerine, ‘önlem’ diyorlarsa, bir bildikleri vardır. Bence kulak vermekte yarar var.
Paylaş