M. Rauf Ateş

Ailelerin borç ve faiz ödemesi hızlı artıyor

19 Aralık 2007
Benim çevremde var. Sizlerin de olduğunu sanıyorum. Türkiye’de son yıllarda çok sayıda aile konut kredisinin yanı sıra otomobil ve çeşitli ihtiyaçları için borçlandı.

Aynı anda her ikisi için de taksit ödeyenlerin sayısı hiç de azımsanacak boyutta değil. Bu tip aileler, bir süre için bazı ihtiyaçlarından vazgeçip, mevcut borçlarını ödemeye devamı tercih ediyorlar. Bana göre, bu, bazı sektörlerdeki durgunluğun kısmı sebebi sayılabilir. Çünkü, ailelerdeki harcanabilir gelirin önemli bölümü daha ay gelmeden bağlanmış oluyor.

Bunu rakamlarda da görmek mümkün. Merkez Bankası’nın açıkladığı istatistikler, Türk ailelerinin borç, faiz ödemeleri ve harcanabilir gelirlerindeki trendi ortaya koyuyor. Buna göre 2003 yılından bu yana borçluluk ve faiz ödemesi ciddi oranda artmış. 2003 yılı sonunda 3.9 milyar YTL olan faiz ödemeleri, 2007 yılının Eylül sonunda 14.8 milyar YTL’yi aşmış. Aynı dönemde borç ise neredeyse 6’ya katlanmış ve 13.4’den 90.3’e yükselmiş.

Bir başka gösterge ise toplam borçlar ile faiz ödemelerinin ‘harcanabilir gelir’ içindeki payı… Tabloda görüyorsunuz… Her ikisi açısından da ciddi bir artış var. Özellikle de borçların toplam harcanabilir gelirlerdeki payında… 4 yılda yüzde 7.5’den yüzde 26.5’lere ulaşılmış.

Yazının Devamını Oku

Kredi kartı aidatı sorununda şimdi söz banka yöneticilerinde

15 Aralık 2007
Kredi kartlarına uygulanan yıllık aidat miktarıyla ilgili yazımdan sonra çok email aldım.

Yazı bazı internet siteleri tarafından da kullanılınca, ilgi daha da arttı. Gelen emaillerde özetle banka yetkililerinin görüşlerinin de alınması isteniyordu. Bu nedenle kredi kartı işinde en büyük bankaların yöneticilerinin görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

İlk görüş Akbank’ın genel müdür yardımcısı Hakan Binbaşgil’den. Bu konuda hızlı ve duyarlı davranan Binbaşgil, önce sektördeki önemli bir değişime dikkat çekiyor:

‘Türkiye de bankalar geçmişteki yüksek faiz ortamında, ücret ve komisyonları gözardı ettiler. Ancak, faizlerin düştüğü bugünkü ortamda, marjlar da düşüyor ve operasyonel maliyetleri çıkarabilmek için, ücret ve komisyon almak zorunlu hale geliyor.

Türkiye’deki bankaların gelirler içindeki ücret ve komisyon oranı yüzde 25’lere yeni geldi. Oysa Batı’da bu oranın yüzde 40-50’ler seviyesinde olduğu bankalar var.’

Özetle Hakan Binbaşgil, ‘Biz komisyon ve ücret almanın henüz başındayız. Batı bu işi epey ileri taşıdı’ diye konuşuyor. Binbaşgil’in bana diğer söylediklerini ana başlıklar halinde şöyle özetlemek mümkün:

-Türkiye kredi kartları piyasası, son derece rekabetçi uygulamaları ile son yıllarda çok ön plan çıkıyor. Tüketici lehine rekabetçi sadakat programlarının yanı sıra, hizmete yönelik ek hizmetleri ve hizmet kalitesindeki kusursuzluk da örnek gösteriliyor.
-Kredi kartlarındaki bu üstün hizmetlerin uygulamasının ardında çok büyük teknoloji, insan kaynağı ve operasyon yatırımları yer alıyor. Tüm bankalar bütçelerinin önemli bir bölümünü kredi kartlarındaki bu üstün hizmet kalitesinin daha da üst seviyelere ulaştırılması için ayırıyorlar.

-Bu hizmeti sürdürebilmek için bankalar da tüm diğer hizmet sektörlerinde olduğu gibi bir ücret almak durumundalar. Kredi kartları kanununda da bu ücretlerin müşteriye yazılı olarak bildirimi şartıyla alınabileceği açık bir şekilde belirtiliyor. Ancak, gerek bazı organların kamuoyunu taraflı yaklaşımlarla yanlış yönlendirmesi, gerekse tüketici mahkemelerinin kanuna rağmen bazı davalarda tüketici lehine kararlar vermesi bankaları kanuni hakları olan ücretler konusunda müşterileri ile karşı karşıya bırakmış durumda. Kredi kartı sisteminin hizmet kalitesinin kesintisiz yürütülebilmesi için bu ücretlerin alınabilmesi büyük önem taşıyor. 

Yazının Devamını Oku

Yükseliş dalgasının sonuna mı geldik, yoksa daha gidecek yol var mı?

10 Aralık 2007
Piyasalarda ‘sonu’ tahmin etmek her zaman zordur. ‘Yükseliş” ya da ‘düşüş”… Trendin ne zaman sona erip, terse döneceğini herkes, bir başkasından önce öğrenmek ister.

Bazen bunun değeri birkaç milyar doları da bulur.

Birkaç okurdan benzer sorular geldi. Son söyleneceği, önceden söyleyeyim. Şu anda bu sorunun yanıtını hiç kimse bilmiyor. Zaten bilinseydi, milyarlarca dolarlık zararlar oluşmaz, dev bankalar CEO’larını kovmazlardı.

 

Ancak, piyasaların yönünü tahmin etmek için geçmişe bakmak bazen işe yarar. Zaten teknik analiz dedikleri de biraz geçmişi geleceğe yorumlamak. O nedenle ‘yükseliş’ (Boğa) ve ‘düşüş’ (Ayı) dönemlerinin son yıllarda ne kadar sürdüğünü araştırdım, sonuçlarını ana başlıklar halinde sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

-Değerlendirme, Ocak 1998 yılından günümüze kadar olan dönemi aldım. Bu dönemde 8 ‘yükseliş’, 7 ‘düşüş’ dönemi yaşanmış.

-Trendin yönü henüz kesin olmadığı için, içinde olduğumuz dönemi, ‘yükseliş’ olarak değerlendirmek gerekiyor.

Yazının Devamını Oku

Londra’daki bankacılık etkinliğinde dikkatimi çeken 5 önemli gelişme

6 Aralık 2007
Geçen hafta bir günlüğüne Londra’daydım. Yapı Kredi Bankası’nın CEO’su Tayfun Bayazıt’la birlikte, onların özel bir günü için Çarşamba sabahı gidip, Perşembe sabahı döndük.

Dönüş uçağında Bayazıt’ın elinde The Banker dergisinin verdiği ‘Türkiye’de Yılın Bankası’ ödülü vardı. Benim notlarım arasında ise dünyanın 150 ülkesinden bankacının katıldığı toplantıdan öne çıkan başlıklar vardı. Bankacılık dünyasındaki bazı trendleri göstermesi açısından bu 5 başlığı paylaşmak istiyorum…

1. Otel’de gerçekleştirilen bu törende ülkelerin ve bölgelerde yılın bankalarına ödülleri verildi. Yapı Kredi Bankası bu ödülü, 2007 yılındaki performansı ve birleşme sonrası entegrasyonda gösterdiği başarı nedeniyle aldı.

2. Bankacılık sektörü bazı büyük bankaların elinde toplanıyor. Şöyle ki, ödüllerin dağıtımı Asya ile başlayıp, kıtalara göre dağıtıldı. Her kıtada bazı bankaların etkin olduğu, ülkelerin önemli bölümünde bankaları satın aldıkları dikkatimi çekti. Afrika’da Güney Afrikalı Standard Bank ve Ecobank, Avrupa’da UniCredit ve Fortis, ABD’de Citi, Güney Amerika’da Santander gibi…

Yazının Devamını Oku

Çinli şirketler sıçrama yaptı, şimdi sıra Türkiye’nin devlerinde

3 Aralık 2007
Uzunca süre Türkiye, Güney Kore ile kıyaslandı. Kişi başına milli gelirlerinin 1960’larda 500 dolar olması, benzer süreçlerden geçmesi nedeniyle iki ülke birlikte anıldı.

Ancak, Güney Kore aldı başını gitti. Hem sanayileşmede Türkiye’ye fark attı hem de refah düzeyinde… Şimdi ise Çin ve Hindistan ile birlikte anılıyor, çok sayıda endüstride rakip olarak gösteriliyoruz. Acaba gerçekten öyle mi?

Bu yılın başında, ‘İnovasyon Hayat Kurtarır’ kitabım için sunuş yazısı yazan  London Business School’dan (İşletme Okulu) Prof. Donald Sull, hazırlayacağı kitap için benden Türkiye’nin global olabilecek şirketleriyle ilgili yardım istemişti. Kitabında, ‘Gelişmekte olan ülkelerin global şirketlerinin’ stratejilerini, onları başarı öykülerini yazacaktı. Güney Afrika, Brezilya, Hindistan ve Çin’in yanı sıra Türkiye’den şirketler bakıyordu. Donald’da çok sayıda şirket önerdim, sadece 1’ini kabul etti.

 

Özetle şu nedenle diğerlerini geri çevirmişti: ‘Bunların hepsi başarılı. Bölge ülke düzeyinde iyi şirketler. Ancak, global demek için daha fazlası lazım. Onlara global dersek, Haire’e ne demek lazım?’

Donald’ın dikkat çektiği şirket, son dönemde ABD’de de belli bir Pazar payına ulaşan beyaz ve elektronik eşya devi… Hızla büyüyor ve tam bir dev haline geliyor.

 

İşte o dönemde Donald bana başka bir değerlendirme daha yapmıştı. ‘Dünyanın en değerli şirketler listesine bak. İlk 20’deki değişimi incele… Global şirketlerin nereden çıktığını göreceksin.’

Yazının Devamını Oku

İtalyan Costa Kardeşler yapıyorsa, Kayserili Mustafa da yapabilir!

27 Kasım 2007
Son 1 yılda bir eğitim programı için çok sık Londra’ya gittim. Her seferinde mutlaka uğradığım mekanlar vardı.

Bunlardan biri de eşimin de favorileri arasında yer alıyordu. Sadece kahve içmek değil, aynı zamanda hızlı atıştırmak üzerine kurulu Costa’dan söz ediyorum. Glasgow, Londra, Edinburgh fark etmiyor. Her yerde aynı standart, aynı kalitede yiyecek bulabiliyorsunuz. Kafe olmasına rağmen zengin bir menü, kaliteli hizmet ve hesaplı bir yaklaşımları var. 

İlgimi çektiği için Costa’yı kuranların öyküsüne de bakmıştım. Bruno ve Sergio Costa adlı iki kardeş, 1978 yılında, Londra’da ilk dükkanlarını açmışlar. Şimdi dünya çapında 500 dükkanları var ve Türkiye’ye gelmelerini de heyecanla bekliyorum.

Bunu durup dururken yazmadım. Geçen hafta Kayseri’de ‘kabına sığmayan’ bir KOBİ ile tanıştım. Nostalji Sofrası’nın sahibi Mustafa Yurduşen’den söz ediyorum. Öğle yemeği için gittiğimiz dükkanında tanıştığımız Yurduşen, “Küçük denizler bana yetmiyor, okyanuslara açılmak istiyorum” sözleriyle ne kadar heyecanlı, hızlı büyüme peşinde olduğunu ortaya koyuyor.

Bu konudaki görüşlerimi paylaşmadan Mustafa Bey’in şu andaki durumuna dikkat çekmek istiyorum:

-Nostalji Sofrası, Kayseri’nin en çok önerilen mekanı. Ağırlıklı mantı ve hamur ürünleri servis ediyor.
-Aynı zamanda mantı, börek, tatlı, yaprak sarması gibi çok sayıda ev yemeğini Türkiye’nin her tarafına gönderiyor.
-Şimdi imalat ve lokanta bölümünü ayırmış. Yeni ve büyük bir mekan açıyor. İmalat bölümü hastane gibi tertemiz. Oturduğu yerden bütün süreçleri izliyor.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin durumu geçmişe göre daha sağlam

26 Kasım 2007
Sizin dikkatinizi çekti mi, bilmiyorum. Ama ben dünya piyasalarının dalgalandığı dönemlerdeki gazete haberlerine baktım. Son yaşadığımız ikisi dışında, neredeyse hepsinde döviz piyasasının büyük ölçüde tepki vermiş, faizin de ona ayak uydurmuş.

 Dow Jones Endeksi’ndeki düşüş anında Türkiye’ye dolardaki yükseliş olarak yansımış. Ancak, bu ay içindeki yazılarımdan birinde de belirtmişti. Şimdi farklı bir durum var. Türkiye’nin krizler karşısında daha sağlam durduğu, dayanıklı bir yapı sergilediği dikkati çekiyor.

Tabloya dikkatle bakmanızı öneriyorum. 2002 yılından bu yana gerçekleşen global dalgaları, sürelerini ve Amerikan Doları’nın YTL karşısındaki değerini ortaya koyuyor.Bu tablo ve son yaşadıklarımızdan çıkan sonuçları şöyle değerlendiriyorum:

-Neredeyse dalgalar 1 ay kadar sürüyor. Ama önemli bölümünün bir aydan fazla etkili olduğunu da belirtmekte yarar var.

-Tamamına yakınında yüzde doların yüzde 10 düzeyinde artış yaptığı görülüyor. Sadece 2007 yılındakiler dışında… Doların zayıf kalmasında, para birimi olarak global piyasalardaki düşüşünün de etkisi var. Ancak, eskiden, bir panik halinde, yurtdışındaki gücü ne olursa olsun, mutlaka dolarda çıkış olurdu.  
 
-Bir önemli konusu ise dalganın süresi… 2002 ve öncesinde dalgalar daha uzun sürüyordu. Dünyadaki yeni ekonomik düzen ve likidite bolluğu, bu süreleri bir miktar aşağıya çekti. Dalgalar daha az sürüyor.

-Hepsinden önemlisi, dalgalar Türkiye’ye dolar ve faiz açısından büyük zarar vermiyor. Geçmişteki gibi bir günde dolara hücum, tahvil ve bonoya satışlar gelmiyor. Ortalıkta bir panik havası görülmüyor. Oysa, gazetelerin ekonomi sayfalarına bir bakın… 2006 yılında yaşanan son dalgada piyasada ciddi bir panik olduğunu, Merkez Bankası’ndan müdahale beklentileri olduğunu göreceksiniz.

-Bence bunun 3 önemli nedeni var. Birincisi, son 2001 krizinden sonra alınan önemli kararlar, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ve çıkarılan yasal düzenlemeler… İkincisi, sağlam bankacılık sistemi… Üçüncüsü ise yabancıların piyasa ve iş dünyasındaki ağırlığı. Artık onların da “taşın altında elleri” var. Eskiden olduğu gibi her sarsıntıda ne var ne yok satıp Türkiye’yi terk etmiyorlar.

Yazının Devamını Oku

Yıllardır büyük sanayi yatırımı neden yapılmıyor?

22 Kasım 2007
Türkiye’ye büyük bir yabancı girişi var. Şirket ve banka satın alıyorlar, ortaklık kuruyorlar. Ancak, pek az yabancı şirket, yeni tesis, fabrika kurarak Türkiye’ye giriyor. Mevcut kurumları alıp, büyütmeyi ya da aynı haliyle yollarına devamı tercih ediyorlar.

Sadece yabancılar değil, son 20 yılda Türkiye’de “dev” demek bir yana, büyük bir tesis kurulmadı. Şimdi yerli ve yabancıların hakkını yemeyelim. Bazı büyük yenileme, önemli ölçüde ek kapasite yaratacak tesis yatırımları gerçekleştirildi. Örneğin, Kocaeli’deki Ford fabrikası dünya çapında bir tesis haline geldi.

Bunların yanında hizmet sektörüne ciddi yatırım yapıldı. Son 15 yılda cep telefonu şirketleri başta olmak üzere çok büyük şirketler kuruldu. Turkcell, Vodafone, Avea, Carreufour, BİM gibi devler bu dönemde hayat buldu. Ancak, ben sanayi tesislerine, fabrikalara dikkat çekmek istiyorum. Şimdi bu sayfada bir tablo var.
 Türkiye’nin en büyük 100 sanayi şirketinin hangi yıllarda kurulduğunu ortaya koyuyor. Bu tablodan öne çıkanları şöyle özetlemek mümkün:
-İlk 20 içinde son 20 yılda kurulan tek sanayi şirketi Toyotasa. O da 1990 yılında faaliyete geçmiş.

-İlk 20 şirketin önemli bölümü 1950 ve 1960’lı yıllarda kurulmuş. Buna kamular da dahil

-Özel sektörü taşıyan Arçelik, Tofaş, Ford, Ereğli, Tüpraş, Pektim gibi devler, 1955-1970 arasında kurulmuş.

-100 büyük sanayi tesisinin 65’i, sözünü ettiğim bu dönemde faaliyete geçmiş.

-Listenin altına inildikçe 1990’lı yıllarda kurulan sanayi şirketleri de dikkati çekiyor. Özellikle de 1990’ların başında. Ancak, 1990’ların ikinci yarısı ve 2000’lerde neredeyse hiç yok.

Yazının Devamını Oku