Pazar günü ilk kez bir FC Barcelona maçı Camp Nou’da boş tribünlere karşı oynandı. Ülkede yapılmaya çalışılan referanduma karşı İspanya’nın baskısı, FC Barcelona Kulübü’nü bu hikâyenin merkezinde konumlandırdı. Ve FC Barcelona bir kez daha bölgedeki vatansız insanların savunucusu ve milli takımı haline geldi
FC Barcelona evinde Las Palmas’la oynayacaktı ve sokaklarda referandum için sandık başına gitmek isteyen insanlarla polis arasında çatışmalar yaşanıyordu. Binlerce insan yaralanırken, tüm dünyanın gözünü çevireceği Camp Nou’da olacaklardan korkan bir İspanya vardı.
Kulübün hakların güvence altına alınması için yaptığı çağrı ve insanların demokrasi için kendi kaderlerini tayin etme arzusuna verdiği destek İspanya hükümetini oldukça rahatsız etti. Barcelona şehri üzerindeki baskıyı bir anlamda kulüp üzerinden yapmaya çalıştılar. Yetmezmiş gibi FC Barcelona’yı ligden atmakla bile tehdit ettiler.
FC Barcelona maçın tatil edilmesini istedi, federasyon buna izin vermediği gibi karşılaşmanın seyircisiz oynanmasına hükmetti. Maç cumartesi de oynatılabilirdi ancak La Liga yönetimi bunu yapmak yerine olayı çığırından çıkartmaya çalıştı.
SADECE DEMOKRASİ DEDİLER
Las Palmas bile o kadar etki altındaydı ki bir futbol kulübü olduğunu unutarak ilk kez bir maça İspanya bayraklı formalarla çıkma kararı aldı.
Bu gerilimin başında kuşkusuz La Liga’nın tepesindeki isim Javier Tebas vardı. Büyük bir Real Madrid taraftarı olan ve bunu her ortamda açıklamaktan çekinmeyen Tebas ile FC Barcelona arasındaki fay hattı bu hafta tamamen kırıldı.
Nike ve NBA işbirliği muazzam bir koleksiyon yaratmakla kalmamış, her bir forma takımların mirasını yansıtan ince ayrıntılarla süslenmiş.
Çocukluk yıllarımın Chicago Bulls formasının yeniden hayat bulduğunu görmekten ne kadar mutlu olduysam, Warriors’un Oakland'ın meşhur Meşe Ağacı'nı kullanmasından da bir o kadar heyecan duydum.
Sony Stüdyoları’nda haftalar öncesinden yapılan hazırlıklar ve sonrasında ortaya konan kusursuz sunum ise salonda benimle beraber bulunan 700 gazetecide büyük bir hayranlık uyandırdı.
Bir yanımızda Kevin Durant, öteki tarafımızda Blake Griffin. Tam 30 NBA yıldızıyla çevrili bir haldeydik. Travis Scott’un sahnedeki performansı ise tüm salonu coşturmaya yetti.
Öyle ki gözümüz ne Irina Shayk’ı ne de Mark Wahlberg’ü gördü.
Sacremento’nun 5 numarası De’Aaron Fox’un bir hayranıyla görüntülü konuşma yapması ardından bir gazetecinin ayakkabısına attığı imza, Orlando’nun yıldızı Elfrid Payton’a ‘saçlarına bayıldım’ dedikten sonra verdiği ‘bende seninkilere dostum’ cevabı gecenin herkes için keyifli olduğunun en somut göstergesiydi benim için.
Hepimizin YouTube ile birlikte hayatlarında sevimli bir yer edinen Orkun Işıdmak’ın yaptığı çekimlerse sadece bizleri değil NBA oyuncularını da kahkahalara boğdu. Sürprizi mahvetmemek adına işin o kısmını Orkun’un videolarına bırakıyorum.
Hem Dortmund – Bayern Münih arasında oynanacak Almanya Süper Kupa maçını izlemek hem de Emre Mor ile röportaj yapmak için istikametim Dortmund’du.
Kulüp binasının hemen karşısında bulunan ve Dortmund takımı tarafından da kullanılan Arcadia Hotel’de kalıyordum. Maçtan bir gün önce Emre ile bir araya geldik. Annesi, babası, kardeşi ve sevdiği herkes yanındaydı. Mutlu olduğu kadar heyecanlıydı da. Futbolun en büyük okullarından birine transfer olmuştu.
Emre gibi Dortmund’a yeni transfer olan bir diğer oyuncu da Ousmane Dembele’ydi. Ve bu iki genç yetenek aynı odayı paylaşıyorlardı. Her sabah erkenden kalkıp beraber kahvaltı edip ardından antrenmanın yolunu tutuyorlardı.
Oteldeki ilk sabahımda odamdan çıkıp asansöre doğru yürürken bir gün önce tanıştığım Dembele ile göz göze geldim. Antrenmana gidecekti ama çantasını unutmuştu. Günaydın demesiyle koridorun en sonundaki odasına doğru depar atması bir oldu. Abarttığımı düşünenler olabilir ama birkaç adım atıp asansörü çağırmak için tuşa basmamla birlikte Dembele’nin gelmesi bir oldu. Lobiye indiğimizde Emre onu bekliyordu. Birlikte taksiye bindiler ve maç öncesi son antrenman için tesislere gittiler.
Benim yaş grubumdakiler hatırlar o muhteşem arsa yıllarını. Hepimizin arsa hayatında futbol topuyla kariyer yapmışlığı vardır. Bizler için maçı bitiren hakemin düdüğü değil müezzinin okuduğu ezan sesiydi. Müezzin sesine ise ‘FIFA Oklavalı’ annelerimizin ‘ezan okunuyor hadi eve’ nidaları eşlik ederdi.
O arsanın yetenekli, kırılmadık cam bırakmayan çocuklarının yerini şimdilerde ellerinde kırılmaz camlı tabletler olan nesiller aldı. Arsaların yerini de 20-25 katlı rezidanslar. İşte o nesiller sokağın havasını solumadan, yüksek katlı binalarda ellerinde tabletlerle büyüdü. O kadar teknolojiyle iç içeydiler ki onların da gelişeceği bir alan olmalıydı, oldu da;
Ve Espor doğdu!
Espor’la birlikte keyif kaynağımız oyunlar eğlence olmaktan çıktı. Bilgisayar ve konsol üzerinden oynanan oyunlar profesyonel olarak düzenlenen lig ve turnuvalarda kulüplere bağlı lisanslı oyuncular tarafından icra edilmeye başladı.
‘Yani, arsanın amatör ruhu yerini teknoloji çağının profesyonelliğine bıraktı’…
Böylece espor hayatlarımızda vazgeçilemez bir realiteye dönüştü. Bu kavram o kadar çok büyüdü, sınırları o kadar çok genişledi ki 1,5 milyar dolarlık bir pazar haline geldi. Juniper Research’ün yayınladığı son rapora göre bu rakamın 2021 yılına kadar 3,5 milyar dolara ulaşması bekleniyor.
Espor sadece pazar payıyla değil izlenilirlik oranlarıyla da dünyanın en önemli spor organizasyonlarına kafa tutmaya başladı. 2016 yılında dünyanın en çok izlenen etkinliği SuperBowl’un ardından en çok seyredilen spor organizasyonu oldu. Kalabalık ve genç kitleler beraberinde bireysel yayıncılığı da getirdi. Sadece Twitch üzerinden yayın yapan kişiler milyonlarca insana ulaştı ve kendilerine büyük kazanç kapıları açtı. Dünyanın en büyük markaları da bu büyümeye kayıtsız kalamadı. Espor organizasyonlarında yer alan takımlar markaların sponsorlukları altına girmeye başlarken, dünyanın en büyük futbol ve basketbol kulüpleri de yavaş yavaş bu oluşumun içine dâhil olmaya başladı.
Ve reddedilemeyecek tüm bu gelişmelere rağmen espor hakkında oldukça sığ bir tartışma başladı;
Okul tatillerinin büyük bölümünde soluğu Barcelona'nın Camp Nou Stadı'nda alıyordu. Futbolun mabedinde attığı her depar onu daha da teşvik ediyordu. Barcelona forması giyemese de ilk adımlarını babasının antrenörlük yaptığı ES Blanquefort’ta atıyordu.
Yaşıtlarına göre gelişimi yetersizdi. Onlardan daha kısa ve zayıftı. Ancak yetenekleri ise bir o kadar farklıydı. Daha 9 yaşında bir yaz tatili onun neredeyse kariyerine mal oluyordu. Yüzerken yaşadığı talihsiz kaza bacağına 50 dikiş atılmasıyla sonuçlandı. Başta babası olmak üzere herkes onun bir daha futbol oynayamayacağını düşündü. Ancak Valbuena yılmadı. Beklenenden de kısa sürede sahalara geri döndü.
Takvimler 1998'i gösterdiğinde Valbuena takımıyla birlikte katıldığı bir turnuvada en iyi oyuncu seçildi ve Bordeaux tarafından fark edildi. Onun gelişimini yakından takip eden kulüp aradan geçen 3 yılın ardından genç oyuncuyu kadrosuna kattı.
Takımda pek çok genç yetenek vardı ama Valbuena tüm çabalarına rağmen bir türlü hocasının gözüne giremedi. Artık bir şeyler yapma zamanı diyerek profesyonelliği bir kenara bıraktı ve amatör bir kulüp olan Langan-Castets’in yolunu tuttu. Burada sadece futbol oynamadı. Antrenmanlardan arta kalan zamanlarında da bir spor mağazasında çalıştı Valbuena. Bordeaux'un göremediği potansiyeli herkese gösterdi ve kısa boyunu avantaja çevirerek kısa sürede Libourne’a imza attı.
***
Sonrasında ise Valbuena olacağı Marsilya’ya geçen yıldız, 8 sezon boyunca buradaki performansıyla taraftarın sevgilisi haline geldi. Humprey Bogart’ın unutulmaz filmi Marsilya Geçidi bir anlamda Valbuena'yı anlatır. Mahkum edilmek istendiği hayattan kaçıp yılmadan mücadele eden ve sonunda istediği yere gelen bir adamın öyküsünü.
Valbuea'nın yolunun kesiştiği isimlerden biri de Eric Gerets'tir. Hani İstanbul'da Galatasaray'ı çalıştırırken elinden düşürmediği purosuyla hafızalarımıza kazınan Gerets. Daha ilk görüşte aşık olur Valbuena'nın oyun stiline. Belkide damarlarında akan Belçika kanını hemen hissetmişti onda. Topla yaptığı ters dönüşler, tekniği ve hızı Gerets'i o kadar etkiler ki ona 'küçük bisiklet’ (Petit Velo) adını verir. Ne zaman ona Valbuena sorulsa cevabı hazırdır Gerets'in; 'o fazlasıyla mobil bir oyuncu benim için'...
Marsilya'da takımın değişmez isimlerimden biriyken Ağustos 2014’te sürpriz bir şekilde Rusya’nın köklü ekiplerinden Dinamo Moskova’ya transfer olur Valbuena. Kariyerinde başka yollar arıyordur aslında. Ama Rusya ile tutmayan kimyası eve dönüş vaktinin geldiğinin işareti olmuştur onun için. Marsilya tekrardan onu bekliyordu hatta küçük yaşlarda ona kapısını kapatan Bordeaux bile hazırdaydı. Ama o projesi olan Lyon'u tercih etti. Gençlerle yoluna devam edecek olan Lyon'da liderlik ona ait olacaktı. Hiç düşünmeden 'Evet' dedi...
Henüz 18 yaşında olan Kylian Mbappe’yi 100 milyon Euro’nun üstünde bir değere ulaştıran, Bernardo Silva’yı 50 milyon Euro’ya Manchester City’e satan Monaco, yeni yıldız adaylarını kadrosuna katmaya devam ediyor.
Önce Belçika Ligi’nden Youri Tielemans ile Soualiho Meite’yi kadrosuna katan Monaco en büyük sürprizi ise yeni bir Mbappe adayı olan Barcelona’lı Jordi Mboula’yı transfer ederek gerçekleştirdi. Hem de sadece 3 milyon Euro gibi oldukça düşük bir rakama…
Peki, kim bu Mboula?
Mboula ilk olarak geçen sezon UEFA Gençlik Ligi'nde ortaya koyduğu performans ve Borussia Dortmund’a attığı inanılmaz golle tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başardı.
Katalan bir anne ve Kongolu bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Mboula, daha 9 yaşında Barcelona saflarına katıldı. Ve büyük bir ilerleme kaydederek genç takıma kadar yükseldi. Yeteneği o kadar büyüktü ki son yıllarda ismi pek çok önemli takımla gündeme geldi. Ancak genç yıldızlara verdiği değerle bilinen Barcelona belki de tarihinde ilk kez çok önemli bir hata yaptı ve Mboula’nın sözleşmesini yenilemeyi unuttu.
Bunu fırsat bilen Monaco, genç oyuncunun serbest kalma maddesinden yararlanarak çok önemli bir yeteneği transfer etti. Sözleşmesinde geri dönüş maddesi de olmadığı için Barcelona çok önemli bir yeteneği hem de 3 milyon Euro gibi bir rakama kaybetmiş oldu. Şimdilerde Ousmane Dembele için 90 milyon Euro harcamayı düşünen Barcelona, çok daha büyük bir yeteneği ellerinin arasından kaçırdı.
Durdurulamaz bir yetenek!
18 yaşındaki futbolcunun özellikleri saymakla bitmiyor. Kusursuz top tekniğine sahip olmasının yanı sıra aynı zamanda da iyi bir top çalma ustası olan Mboula, geniş alanlarda yaptığı driplinglerle de kusursuz bir hücum silahı. Ama onu durdurulamaz bir yeteneğe dönüştüren özelliğiyse sahip olduğu sprint gücüne rağmen vücut ağırlığını hızlı bir şekilde ayaklarıyla değiştirebilmesi.
Arjantin Milli Takımı, Güney Amerika elemelerinde Kolombiya’yı 3-0 yenmiş ancak Messi liderliğindeki oyuncular sevinip dinlenmek yerine toplu halde basın mensuplarının karşısına çıkmışlardı;
‘Medyayı boykot etmek için…’
Haklarında çıkan asılsız haberlerin önüne geçmek, bu gidişe bir son vermek istiyorlardı. Özellikle Lavezzi’nin antrenmanların ardından uyuşturucu kullandığı yönündeki asılsız haberler sonrası böyle bir karar almışlardı.
Mikrofonu eline alan Messi’nin ağzından şu sözler dökülüyordu;
“Bundan böyle basına konuşmama kararı aldık. Neden böyle bir karar aldığımızı sizin de tahmin ettiğinizi düşünüyorum. Bugüne dek birçok suçlamayla karşılaştık. Ağır eleştiriler aldık. Ancak tüm eleştirileri saygıyla karşılayıp; yanıt vermedik. Birçok basın mensubunun bize saygıyla yaklaştığını biliyoruz. Ancak artık sınır aşıldı. Lavezzi'nin uyuşturucu kullandığı iddialarına güçlü bir yanıt vermek zorundayız.
Çünkü suskun kalmamız halinde, insanlar suçlamaların doğru olduğunu düşünecek. Tüm takım burada ve güçlü bir şekilde artık medyanın oyununu oynamayacağımızı söylüyoruz. Bize istediğiniz kadar saldırabilirsiniz. Ancak hiçbirimiz artık medyayla konuşmayacağız"…
Lavezzi de hakkında
Bir övdüysek, 10 kez yerdik.
Ama yılmadı, yıldıramadık Arda Turan’ı…
Atletico’ya transfer olduğunda ‘oynayamaz’ dedik.
İsmi Barcelona ile anıldığında ‘Camp Nou’ya ancak maç izlemeye gider’ diyerek bastık kahkahayı.
Barcelona’ya imzayı atması bile yetmedi.
Nasılsa 6 ay forma giyemeyecek, futboldan uzak kalacaktı.
Sonrası malum, onu bekleyen bir ‘yedek kulübesi’ vardı.
Formayı sırtına geçirince