Paylaş
On yaşlarında ya var, ya yoktu.
Günlerce, belki aylarca yıkanmamış saçları, yapış yapıştı.
Derin bir sorumluluk acısıyla kıvrandım.
Birkaç saniyede, içimden, kendi sorumluluklarımla ilgili yığınla düşünce geçti.
“Bu çocuğun burada olmasının sorumlusu, suçlusu benim.” diye bağırıyordu içimdeki ses.
Suçluluk duydum, telaşlandım.
Adını, okulunu sordum.
Süratle ve hiç tökezlemeden söyledi.
Annesini, babasını sordum.
Yine süratle ve hiç duraksamadan cevap verdi. Yüzünde, acındırma ifadesi vardı.
Durumuyla ilgili birkaç cümle söylüyor, ardından, keder katılmış ve masum yüzüyle “Bana yardım edin lütfen.” diyordu.
“Sana yardım edeceğim.” dedim ve ayrıldım.
Adını verdiği okulu aradım, böyle bir öğrenci yoktu.
* * *
Bu yaşta, beni inandıracak kadar samimi ve içten ifadelerle, uydurulmuş senaryoları bana anlatan bu kız çocuğuna, bu “inandırma eğitimini” kimlerin verdiğini merak ediyorum.
* * *
Buralarda karşılaştığınız çocukların gerçek adını ve okulunu bileniniz olursa, lütfen bana mesaj gönderiniz. Eğitimciler olarak, bu konuyla yakından ilgileneceğiz.
Okulu yoksa da, onu okullu yapmak zaten görevimiz.
TORUNLARIMI BİR KEZ GÖREYİM YETER
Bayram tatilinde haberlerde izledim.
İçim parçalandı.
Huzurevinde kalan bazı yaşlılar, bayramda yanlarına hiç kimsenin gelmediğini, derin bir hüzünle anlatıyorlardı.
Çocuklarının bazılarının tatilde, bazılarının da yurt dışında olduklarını bahane ederek gelmediklerini söylüyorlardı.
Ağlıyordu bir teyze de.
“Çocuklarım gelmiyorsa da, hiç değilse torunlarımı şöyle bir kez gösterseler, onlara bir kez olsun sarılsam, koklasam…” diyordu.
Bir insan için, hayatın en travmatik yanlarından birini gördüm.
Hayatta ne ekersen onu biçersin.
Anne babamıza nasıl davrandıysak, yaşlanınca, çocuklarımız da bize öyle davranacaklar.
Bunda hiç kuşku yok.
Sezai Karakoç’un
“Çocukluğumuz” şiirinden:
Şimdi hiçbirinden eser yok
Gitti o geceler, o cenk kitapları
Dağıldı kalelerin önündeki askerler
Çocukluk, güzün dökülen yapraklar gibi
İRFAN
İrfan, gerçeği anlama, sezme gücüdür.
Başka bir deyişle, gerçeği anlamaya yarayan güçlü sezgiye “irfan” deniyor.
Eğitimden, sadece sınav kazanmayı, test çözme becerilerini geliştirmeyi anlar olduk.
İrfan, toplumun belleğinde de, algısında da yeri olmayan bir kavram.
Hayatın merkezinde, başkalarını geride bırakmak, başkalarını yenmek olmamalıdır.
Hayatın merkezinde, gerçeğe ulaşma gayreti ve bu gayreti destekleyen güçlü sezişler olmalıdır.
Asıl büyük paradigma değişikliğine, işte bu noktada ihtiyaç vardır.
Eğitimin yönünü irfana çevirdiğimizde, okul çeşitlerinin de, alınan puanların da, hangi mesleği seçtiğimizin de fazla anlamı kalmayacaktır.
Gerçeğin peşine düşmüş insanların, ne iş yaptıklarının ne önemi olabilir ki?
İşin özeti budur.
Paylaş