Paylaş
Bir zamanlar farkında bile olmadığımız konular, önemle üzerinde durduğumuz, takip ettiğimiz uygulamalarımız oldu.
Yakın zamana kadar, engelli çocuklarımızın sayısı bile bilinmezken; bugün bu çocuklarımızdan eğitim çağında bulunup da, eğitimden faydalanmayanı kalmadı.
Her okulda kaynaştırma eğitimi veriliyor. Özel eğitim veren sınıflar, süratle yaygınlaşıyor.
Sağlık kuruluşlarıyla işbirliği yapılıyor.
Tedavisi uzun sürecek çocuklarımıza hastanede eğitim veriliyor.
Daha da önemlisi, eğitim çağına geldiği halde ağır düzeyde bedensel yetersizliği bulunan çocuklarımıza eğitim, evinde veriliyor.
Bu durumdaki çocuklarımızın aileleriyle işbirliği yapılıyor. Aile bilgilendiriliyor, destekleniyor, eğitimin her aşamasına katılımları sağlanıyor.
Evdeki eğitimin verimli olması için, aile, öğretmenin önerilerini dikkate alıyor ve ortam buna göre hazırlanıyor.
Gönüllü öğretmen, kendi imkânlarıyla çocuğun evine gidiyor; engelli çocuğumuzun eğitimini veriyor; sınavını yapıyor, çocuğun ihtiyaçlarıyla ilgileniyor, aileye önerilerde bulunuyor ve çocuk, okulda hangi eğitim alınıyorsa, aynısını evinde alıyor.
Sadece temel eğitim değil, zorunlu eğitim on iki yıla çıktıktan sonra, lise eğitimi de, şayet durum onu gerektiriyorsa, çocuğa yine evinde veriliyor.
Farklı branşlardan, farklı öğretmenler, üstelik okullarındaki derslerini de aksatmadan; özel durumu olan çocuğumuzun evine gidiyor, eğitimini veriyor.
Ankara’da, bu şekilde, yüz elliye yakın çocuğumuz evinde eğitim alıyor.
Sosyal devlet, bedensel durumu ne olursa olsun, bir tek çocuğumuzun bile eğitim sürecinin dışında kalmaması için her türlü önlemi alıyor.
GÖZÜME TAKILANLARDAN
Geçtiğimiz yıllarda gittiğim Finlandiya’da, bir husus dikkatimi çekmişti.
Okullara, ayakkabısız giriliyordu.
Liselerde de, ilkokullarda da, hem öğrenciler, hem de öğretmenler, okula geldiklerinde, ana giriş kapısında ayakkabılarını çıkarıyor; terlikle, içeri ayakkabısıyla veya çorapla dolaşıyordu.
Derslikler ev ortamına dönüştürülmeye çalışılmış, ona göre düzenlemeler yapılmıştı.
Yerlerde, minderlerde oturanlar da vardı; sırada, masada oturanlar da.
İlginçti; paylaşayım istedim.
MUTLULUK DA MÜCADELE İSTER
Davranışlarımız, duygularımızın ürünüdür.
Öfke, sevinç, kızgınlık anlıktır; görünür, geçer. Karşımızdakilere de yansır geçiciliği; etkisi, tahribatı da geçici olur.
Kin, nefret, haset, kıskançlık gibi duygularsa, inatçıdır; kurtulmak için mücadele etmeyi gerektirir.
Mücadele ise, fark etmekle olabilir.
Bir dostumuzun, bir yakınımızın, bir arkadaşımızın ya da bir tanıdığımızın başarı elde etmesini; bizde olmayan bir şeylere sahip olmasını içimizin karşılama biçimi, duygularımızın kalitesini ortaya koyar.
Sadece kendimiz biliriz bunu da.
Kin, nefret, başkalarının başarılarını kıskanma duygusu, içinde barındığı kişiyi yakar, mutsuzluk kaynağı olur.
Mutluluksa, başkalarının sevincine, başarısına, hatta kederine ortak olmaktır.
Mutluluk, katkı vermektir, yardım etmektir.
Mutluluk, dostlarımızın, tanıdıklarımızın, yakınlarımızın “yarasına merhem olmak” ve uzaktan onların mutluluğunu izlemektir.
* * *
Zor, biliyorum ama, huzurlu bir hayatın anahtarı işte.
Paylaş