Paylaş
Geçenlerde bir akşam, yeğenim Sevde, kızlarım Merve, Ayşe ve Hicran’la ansızın yola çıktık.
“Haydi, dedelerinize gidiyoruz.” dedim. Hepsi, bir günde hazır oldu.
Yola çıktık. Sekiz saat.
Ömrümün en huzurlu yolculuklarından biri oldu.
Ve belki en çok konuştuğum yolculuklardan biri.
Kızlarım yanımda. Yeğenim, gözümün nuru Sevde yanımda ve ben araba kullanmıyorum da, sanki uçuyorum.
Hayatın fırtınası içinde unuttuğumuz, en önemli şeyleri yaşıyoruz.
Evlatlarımla, yeğenimle beraberiz ve aynı zamanda birilerinin evladı, torunuyuz; onlara koşuyoruz.
Gecenin karanlığında, aydınlık bir yola çıkmışız.
Dünya umurumda değil.
Ankara’nın entrikal ve zor bürokratik hayatı geride kalıyor. Uzaklaştıkça rahatlıyorum.
Çocuklarımlayım.
Tertemiz bir hayatın kollarındayım.
Kahramanmaraş’a vardık.
Sabah kahvaltısını, Kahramanmaraş’taki yeğenlerimle birlikte, abim Mehmet Usta’nın evinde yaptık.
Sonra, heyecanla beklenen an geldi.
Babam, iki odalı evinin küçücük odasında, geniş kalbiyle bizleri karşıladı.
Soba yanıyordu ve babam zaten sıcacıktı.
Yaşlıydı, hastaydı ve her zamanki gibi mübarekti.
“Mütevekkil” ve mutluydu.
Bizleri kucakladı, huzur verdi.
Sevde’yi daha çok kucakladı.
“Feramuz’uma ne kadar benziyor” dedi, bir daha kucakladı.
Feramuz’una kavuşmuştu.
On iki yıllık ayrılık bitmişti sanki.
Sevde’yle uzun uzun konuştu.
Sevde de, babam da ağladı.
Sevde dedi ki “Dede, ben de babam gibi bilim insanı olacağım, söz veriyorum sana.”
Babam dua etti.
Sevde, bence, babası gibi bilim insanı oldu bile.
Elli yıla aklım eriyor, babamın hiçbir duası geri çevrilmedi.
Şeyhadil mezarlığına gittik.
Abim, yengem de var.
Feramuz’la buluştuk.
Mezarında huzur içinde yatıyordu.
Defnettiğimiz günü hatırladım. Nasıl bir gündü öyle. Seyda’nın konuşmasını hatırladım. O konuşma beni kendime getirmiş, aklım aydınlanmıştı.
Sevde, sekiz dokuz yaşlarındaydı.
Şimdi üniversiteyi bitirdi, devlet bursunu kazandı, yüksek lisans için Amerika’ya gidecek.
Sosyolog oldu.
Dünyayı, toplumları, toplumların davranışsal özelliklerini; insanı ve insanın derinliklerini tanıyacak.
Babası, merhum Doç. Dr. Feramuz Aydoğan gibi olacak.
Ve dedesi bu kez de, torunum doçent oldu diye ağlayacak.
Babam, iki odalı yoksul evinden, dünyaya ışık saçmaya devam edecek.
Duygu dolu dünyasını hiç yitirmeyecek.
Hepimiz duyguluyuz işte.
Babamızdan, babamızın garibanlığından geçti bize.
Kahramanmaraş’ın çarşılarında dolaştık.
Taşhan’a gittik.
Kâhyaoğlu Ahmet’in serüvenlerini konuştuk.
Kızlarım ve yeğenimle, ait olduğumuz şehrin ruhuyla tanışmaya çalıştık.
Dondurma ve paça yedik.
Öğleden sonra Andırın’a geçtik.
Küçük, şirin ilçede, yıllar önce lise müdürlüğü yaptım.
Merve ve Ayşe burada doğdu.
Ömrümüzün en heyecanlı yıllarıydı.
Kasabada arabayla tur attık.
Kızlarım, doğdukları evleri, dışardan gördüler.
İçlerinde ne duygular coştu bilemiyorum.
Ama Hicran, “Şu markette alışveriş yapardık, şu sokakta oynardık, şu okulda ilk dersi hatırlıyorum.” dedi durdu.
Oturduğumuz evin önündeki servi ağacı kesilmişti.
Belli ki, servi ömrünü tamamlamıştı.
Bütün güzel şeylerin de bir ömrü oluyor işte.
Yokuş Sokak’tan indik.
İkindi Yazılarını ve Nedim Ali’yi andık. Uzun uzun anlattım.
Hayber Kitabevine girdik.
Bilal Öksüz’ün çayını yudumladık. Küçük iskemleli çayevlerini sordum. Bir tane kalmış. “Bu çaylar da oradan geldi.” dedi. Diğer çayevleri, masalı, sandalyeli kahvehaneye dönüşmüş. “Desene Andrın’da insanlar birbiriyle sohbet etmiyor artık.” dedim.
Bir tane küçük iskemleli çayevi kalmış.
“Bari ona sahip çıkın, hatıralar da kesilmesin, servi gibi.” dedim.
Kızım Merve dinliyor.
Andırın’da anısı yok.
Sevde meraklı. Babasıyla ilgili sorular soruyor. Annesiyle babasından kalan anıları arıyor.
Ayşe heyecanlı ve her şeyden haberdar.
Hicran’sa en büyükleri ve Andırın anıları en çok onun unutulmazları içinde yer edinmiş.
Akşamın alacakaranlığında, Beşbucak köyünde oturan kayınpederimin evine ulaştık.
Burada da dede ile torunların aşkı depreşti.
Torun sevgisini, torun sahibi olmadan anlamak mümkün değildir.
Bir dede için torun, dünyanın en tatlı meyvesidir. Dede, torun için bir emanettir.
Torun, dedenin ruhundan kopup gelir.
Torun, dedeye koşar gelir.
Ve dede huzur bulur.
Kayınpederim Yusuf Efil, hayatın fırtınaları içinde geçirdiği seksen yılın en kıymetli vaktine, torunlarına kavuşmuştur.
Birkaç saatlik hasret şöleninden sonra ayrıldık.
Yol uzun.
Adana, Aksaray üzerinden Ankara’ya döndük.
Bir güne sığdırdığımız, aslında koca bir ömrün özetiydi.
Dedelerini torunlarına kavuşturmaktan daha güzel ne olabilir.
Yorucuydu ama, olsun.
İyi bir iş yaptık.
Paylaş