Paylaş
Tatili sevmişimdir hep.
Benim için okuma ve yazma günleridir.
Hem, karton bir kâğıda yazılmış ve eline tutuşturulmuş, uymak zorunda olduğun “günlük program” da yoktur tatil günlerinde.
İstediğin saatte kalkarsın.
Oturur, ailenle birlikte, en sakin halinle kahvaltını yaparsın. Gazeteleri açar, istediğin bir köşe yazarını okursun.
İster televizyon izlersin, istersen gider tekrar yatarsın.
Eşini, çocuklarını ikna edebilirsen eğer, gider bir yerlerde oturur, kahve içer; gerekli, gereksiz konular üzerinde sohbet edersiniz.
Gönlünden geçeni yapabilirsin.
Çocuklarını, arkadaşlarını, dostlarını mutlu edecek, onların arasına karışacak bir durum oluşturabilirsin.
Tiyatroya, sinemaya da gidebilirsin.
Üzerinde rahat giysilerle, yıllardır gitmediğin yerlere gider, kentin yeni hâliyle tanışabilirsin.
İnsanların arasına karışır, tanımadığın insanlarla selâmlaşır, gülümsersin. Espriler yapabilirsin.
“Telefon çalacak, canımı sıkacak” kaygısından uzak, kendi hâlinde geçirirsin günü.
“Fabrika ayarlarına”, yani fıtratına, yaratılışına dönersin.
Doğal, katıksız, rolsüz, üzerine sıçramış formalitelerin tozlarını temizlemiş olarak yaşarsın.
* * *
Ya da bütün bunların yanında daha iyi bir iş yaparsın.
Oturur, yarım kalmış bir kitabı bitirirsin.
Dostoyevski’nin Ecinniler’ini, Balzac’ın Eugénie Grandet’sini, Camus’nun, Kafka’nın herhangi bir kitabını yeniden okumaya karar verirsin.
Ya da İbn-i Sina, Farabi, İbn-i Arabi, Bîrûnî, Gazali’yi, İbn-i Haldun’u keşfetmeye karar verir, yeni bir dünyanın eşiğinden adımını atabilirsin.
Asıl o vakit, içinde sürüklendiğin hayatın anlamıyla tanışabilirsin.
Bütün bunlar, tatil günleri içinde birkaç saatini alabilir.
Tatil, rüya gibidir.
* * *
Ya da bunların içinde ama bunlardan çok daha anlamlı bir eylem yaparsın.
Uzak bile olsalar, atlar gidersin anne-babanın yaşadığı yerlere.
Onların, seni her zaman kucaklamaya hazır “manevî” iklimine dalarsın. Bir an bile yanlarından ayrılmadan, başka hiçbir şeyle meşgul olmadan, girersin onların dünyalarına, zihnin berraklaşır, huzur bulursun.
* * *
O vakit bayram, gerçekten bayram olur.
Kutlu olsun.
ORADA BİR OKUL VAR, UZAKTA
Altındağ ilçesine bağlı Kavaklı köyü vardır.
Tepelerin ardındadır.
Kentin gürültüsünden çıkar çıkmaz, Karapürçek’ten çevre yolunu geçtiğinizde, sükûnet başlar.
Tarlaları, bahçeleri, hatta başında çobanlarıyla hayvanları görürsünüz.
Bir de, sürüler halinde, kendilerine özgü gürültüleriyle havalanan ve gökyüzünde disiplin içinde uçan kuşları.
* * *
Kavaklı İlköğretim Okulu, bir köy okuludur.
Giderken, anılarınızdan kalma bir köy okulu canlandırırsınız zihninizde. Bahçesi toprak, çitlerle çevrili, iki sınıflı, küçücük bir okuldur diye düşünürsünüz.
* * *
Kavaklı köyünün okulu, Ankara’nın prestij okullarından farklı değildir.
Teneffüste varmışsanız, çocuklar hep birlikte karşılar sizi. Bazıları elini uzatır, “Okulumuza hoş geldiniz” der, büyümüş insanlar gibi.
Çevrenizi sararlar, “Okulumuzu nasıl buldunuz?” diye sorarlar. Fotoğraf çektirirler. Okullarını çok sevdiklerini söylerler.
Nöbetçi öğretmenler alır sizi, okulun içinde, modern bir kafe tarzında düzenlenmiş, yerli motiflerle süslenmiş “mekâna” götürür.
Orada kitaplık, bilgisayar; düzgün bir şekilde dizayn edilmiş oturma grupları vardır.
Kitaplıklar boştur; bu, dikkatinizi çeker.
İlgililer anlarlar bunu ve “Yok yok boş değil aslında. Yeterli olmasa da, epeyce kitabımız var ama okumak üzere çocuklar aldılar. Okudukça kendi aralarında değiştiriyorlar.” diyerek, hayretinizi giderirler.
* * *
Öğretmenler de mutludur.
“Aslında, evime epeyce uzak ama buradaki huzurlu ortamdan ayrılmamak için tayin istemiyorum.”
Hemen hemen hepsinin ortak düşüncesi budur.
Okulun müdürü Özlem Hanım, mutlu, vakur, ağırbaşlı bir yöneticidir.
Bir ortamda huzur, mutluluk hâkimse, bilirsiniz ki, bu, aslında bir kişinin yaydığı enerjinin toplamıdır.
Paylaş