31 Temmuz 2006
Knidos ve bir kanat uçumluk mesafedeki Yunanistan’ın Kos adası, o kadar yakın ki birbirine, aralarındaki akıntılar, teknenizi bazen Kos, bazen Knidos kıyılarına yönlendirir. Zaman zaman Knidos Feneri’ni o kadar çabuk dönersiniz ki, dümen tutmanıza bile fırsat kalmaz. Knidos, daima, Sadun Boro’nun "deli meltem" dediği, kuvvetli rüzgarlar alır. Meltem senfonisi, dağlardan gelen kekik ve lavanta kokularına karışır. Lavanta kokuları uçağımıza kadar ulaşırken, pilot arkadaşım Gökmen Mıhçıoğlu’yla Knidos semalarında dolaşıyoruz. Buralarda uçmak ayrı bir zevk; derin mavi bir yanda, yüksek dağlar bir yanda. Öte tarafta Kos ve Simi adaları.
Ege ile Akdeniz’in coğrafi olarak birbirinden ayrıldığı yer olan Datça ya da Reşadiye Yarımadası’nın en uç noktası Knidos. Can Yücel’in dediği gibi, "Durdukça yosundan yeşil / Kulaç attıkça mavi" kıyılara sahip. Bölge halkına göre "Afrodit’in yüzdüğü sular" bunlar. Batı’dan göç eden Dorlar, Rodos ve Simi üzerinden MÖ 12. yüzyılda, bugün Datça (Reşadiye) diye anılan yarımadaya gelmiş, MÖ 8. yüzyılda Eski Knidos denilen yerde bilinen ilk Knidos kentini kurmuşlar. Knidos kurulurken Ege ile Akdeniz’in birbirine kavuştuğu burun, ucundaki adayla birleştirilmiş. Adayla yarımada arasında bir kanal bırakmış, üstüne de bir köprü yapmışlar. Böylece iki liman oluşmuş. Biri ticaret için, diğeri savaş gemileri için kullanılmış. Güney limana bakan tarafta Roma, daha yukarıda ise antik dönemden kalma tiyatro bulunuyor. Aristo’nun "gerçek demokrasi burada" dediği Knidos, sarnıçlar, heykeller ve tapınaklarla donatılmış.
Bilimle sanatın, güzelliğin buluştuğu nadir kıyılarımızdan biri olan Knidos’un yıldızlara yakınlığını ilk coğrafyacı, astronom ve matematikçi Eudoksok keşfetmiş ve bir rasathane kurmuş burada. Yani Knidos, antik dünyanın önemli bir noktası. Çıplak Afrodit heykeli burada sergilenmiş. Kos’ta ünlü heykeltıraş Praksiteles’e yaptırılan heykeli görmek için civar adalardan gelenler, tarihte ilk turizm hareketini de oluşturmuşlar. Bugün maalesef ilk sergilendiği yerde değil de Londra’daki British Museum’da bulunan heykeli görmeye halen milyonlar gidiyor.
LİMANLAR Sırt sırta iki limandan biri Büyük Liman olarak geçiyor. 25 metrelik derin suları, bağlama yerleriyle denizcilerin soluk alacağı bir sığınma yeri. Çünkü söylemiştim, açıklarda deli meltem ve karayel var. Onlar yüzünden bir an önce limana girmek istersiniz. Acele acele dümen tutarken, burnu geçmek ve sakin limana girmek telaşından, hata üstüne hata yaparsınız. Usta denizciler bunları ezbere bilir ama acemiler tekne bile batırır buralarda. Şafak vakti yelken veya motor çalıştırmak gerekir; öğlen çıkılan seyirlerde ise denizci tabiriyle çok tokat yersiniz.
Büyük Liman’da tam karşınızda antik tiyatro ve Knidos tapınakları görülür. Sahilde bulunan ahşap iskeleli lokanta çok şirindir. Eski Liman ise antik çağların kalıntılarıyla sığlaşmıştır. Ancak küçük balıkçı tekneleri giriş çıkış yapabilir. Burada da şiddetli rüzgarlar hiç eksik olmaz. Eğer fenerin bulunduğu tepelere doğru yürüyüş yaparsanız ve günbatımını izlerseniz, muhteşem bir manzaraya şahit olacağınızı bilin.
PALAMUT BÜKÜ Yaklaşık 20 yıl önce ilk mavi yolculuğumda, şimdi arkeolog olan oğlumla birlikte buradaki bağlara ve yeşil vadiye hayran kalmıştık. O zamanlar gözüme çok büyük gözüken Palamut limanı, şimdi havadan bakınca o kadar da büyük gelmedi. Ama yeşil vadi hálá duruyor. Sarı beyaz renklerdeki Palamut Bükü adası tam karşıda; buna adadan çok adakayalık demek daha doğru. Limanda deniz beş altı metre derinlikte ama tekneler sabaha kadar sallanıyor, 20 metreden büyük tekneler giremiyor. Yakıt ve su ikmali ise sınırlı.
Tüm sahil tabii ki plaj. Bademi ise çok meşhur buraların. Zaten Datça deyince insanın aklına hemen gelmez mi badem ağaçları... Bir de yabani lavantanın vatanıdır Datça.
HAYIT BÜKÜ’ne ise iki burun arasından giriliyor. Koyun ortasında bir kayalık bulunuyor ve burayı ikiye ayırıyor. Melteme karşı korunaklı. Tahta iskeleden çıkıyorsunuz karaya; bakkala ve küçük lokantaya ulaşıyorsunuz. Yamaçta tek tük yerleşimler göze çarpıyor.
KARGI KOYU ise Karataş burnunda ve onun da civarı kayalıklarla dolu. Bazısı görünüyor, bazısı ise saklı silah gibi. Datça’ya 1,5 mil uzaklıkta. Dipler yosun, yer yer kumluk olan bu bölgede yerleşim çoğalıyor. Datça’ya düzgün bir yolla bağlı.
Denize adam düştü eğitimi için ideal bölge
Buralarda çok kayalık olduğu için dikkat gerektiriyor. Açık denizden geçmekte fayda var. Gözleriniz derinliklerde ve derinlik ölçen aletlerde, kulağınız motor sesinde veya yelkenlerde, burnunuz ise lavanta kokularında olsun. Elleriniz dümene yapışmış, ayaklarınız sağlam basmak için tam açık, hatta mümkünse tam teşekküllü seyir giysili olun. Polarize gözlük ve korumalı şapka... Yani biraz yarış havasında olmalısınız. Çocukların can yelekli olması, ayrıca tavsiye edilir. Buralar "denize adam düştü" eğitimi için ideal bölgedir.
Can Yücel, Afrodit ve badem çiçekleri
DATÇA
Teknelerin mavi yolculuk rotasında küçük mendirekli bir mola limanı, güzel Datça. Sırtını karayele vermiştir. Yatlar kıçtan kara demirlerler. Su ve yakıt ikmali, alışveriş yapılabilir. Yakıt sadece tankerden sağlanır, küçük tekneler kuzey limanda durur, balıkçılar tiyatro bölgesinde. Gümrük ve giriş çıkış işlemlerinin yapıldığı limanda, Sahil Güvenlik 24 saat görevdedir. Karayel ve meltem, sörf ve yelken sporları için ideal bir ortam oluşturur burada. Simi Adası çok yakındır. Dilerseniz günlük sefer yapan tekneler de bulunur. Simi’de oturanlar, genellikle cumartesi kurulan pazara alışverişe gelirler.
Datça- Knidos arası 19 mildir. Yalnız dikkat, Datça-İnceburun arasında dalış yasağı vardır. Datça karayolu 80 kilometre ama biliyorsunuz çok kıvrımlı bir yoldur. 2,5 saatte zor gidilir. Yolu genişletme çalışmaları bitmek üzeredir. Belki de bu yazı yayınlandığında süper manzaralı bir rüya yol tamamlanmış olacaktır. Hem Gökova, hem Hisarönü koylarını gören bu yollarda mart-nisan aylarında badem ağaçlarının çiçek açmış halleri bana Fellini’nin filmlerini hatırlatır hep. Bir dizi film de Datça’da çekilse diye düşünürüm. Adı Badem Çiçekleri olsa... Can Yücel’den, Knidoslu Afrodit’ten bahsetse... British Museum’da başlayan bir macera filmi olsa... Seyrederken salonun içine lavanta kokuları yayılsa, diye... Hayal işte.
Yazının Devamını Oku 24 Temmuz 2006
Portakalıyla ünlü olan ve geçtiğimiz haziran ayında Arykanda antik bölgesinde gerçekleştirilen Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın Mozart konseriyle adını bir kez daha duyuran Finike’deyiz bu hafta. Tekne yapımında kullanılan sedir ağacı ormanlarına sahip olmasıyla da ünlü olan Finike, Antalya’ya bağlı Kaş ilçesi yolu üzerinde, mütevazı bir belde. Kısa bir süre sonra burayı, çok iyi nar yetiştiren bölge olarak da duyacaksınız, benden söylemesi. Heybetli bir tarih ve insan zenginliğine sahip Finike sınırları içinde iki antik bölge bulunuyor: Limra ve Arykanda. Burası öyle bir yer ki, dağlara kar yağarken, siz denize girebilirsiniz. Aralık ayında bile denize giren insanlar görebilirsiniz.
20 yıl önce, sahillerinde yelken yaparken, sıcaktan bunalmış olarak, o günlerde birkaç mavna ve takadan başka bir deniz aracının olmadığı Finike limanına girmek istememiştim. Su ve yakıt ikmalini eşek sırtında yaptırmıştık, hatta yakıt bulmak ve ikmal yapmak çok zordu. Ağustosta Finike yanıyordu. Şimdi gururla baktığım narin ve zevkli Finike’yi o vakitler görememiştim.
Bugün Finike’nin, Türkiye için hatırı sayılır ölçekte, 800 yat kapasiteli bir marinası var. On yıl önce tek tük teknelerin yanaştığı Setur Finike Marina, şimdi dünya yatçılarını ağırlıyor. Kapasitesi ikiye katlanacak durumda olan marina, servisleri ve fiyatlarıyla oldukça cazip hizmetler sunuyor. Bunda Setur’un dinamik yöneticileri kadar, Finike’ye 17 yıldır belediye başkanlığı yapan Nail Dülgeroğlu’nun da payı büyük. Marinanın müşterisi yüzde yüze yakın düzeyde yabancı. Japonya’dan Finli’ye kadar her milletten insanı burada görmek mümkün. Çünkü Finike dünya turuna çıkmış yatçılar için bir etap yeri; buradan Kıbrıs, İsrail ve Kızıldeniz rotası daha kolay.
Marinanın 4 -5 mil açıklarında yunuslar teknenizle yarışır, oynarlar. Salih Güvenlik 24 saat hizmet yapar. Gümrük pasaport işlemleri Marina tarafından halledilir, ücrete tabi değildir. Buradan Yunanistan’ın Meis adasına, çok iyi bir seyirle Kekova’ya gidebilirsiniz.
SADECE YAZIN DEĞİLKIŞIN DA ATLA GEL
Sadece yazın değil, hatta özellikle kışın, kar kış kıyamette, bir uçağa atlayıp, toplam 2.5 saatte buraya ulaşın. Söylediğim gibi, defalarca yaptım ben bunu; aralık ayı dahil denize girdim bu koylarda, yelken yaptım. Finike, kış aylarında, belki de Türkiye’nin en sıcak ve parlak güneşine sahip, korunaklı bir marinası var. Kışın dağlardan sedir kokusu, portakal, limon çiçeği kokusu gelir. Nadide meyvalar ve taze balık da olunca, yabancı yatçılar buradan ayrılmıyorlar. Hatta çoğu ev alıp oturuyorlar. 25 yıl Arykanda’da kazı çalışmaları yapan Prof. Cevdet Bayburtluoğlu gibi akademik isimlerden başka, yabancılar da Finike nüfusuna geçiyorlar. Ünlü dağcı Nasuh Mahruki de burayı mesken tutanlardan. Mahruki şu sıralar tekneyle bir dünya turuna çıkma hazırlıkları yapıyor. Finike koyları ve marinası ideal bir antrenman bölgesi denizciler için.
Bu uzun girişten sonra artık ana partisyonlara geleyim. El değmemiş Finike ve Gelidonya kıyılarını sizlere takdim etmek isterim, rüzgar sesi eşliğinde... Çünkü çoğu, kitaplarda yer almadı henüz. Buraları havadan defalarca görmüş biri olarak, ses, yeşil ve denizin derin renklerinin birleştiği nefes kesen koyla gördüğümü söylemeliyim. Akdeniz’e uzanan dev pençe gibi duran Gelidonya Burnu, tüm heybetiyle heyecan veriyor.
DENİZCİLERİN ÜRKTÜĞÜ YER
Finike koylarını benim diyen yatçılar bile tam olarak dolaşamadılar aslında. Çünkü üzerinde bir fener bulunan Gelidonya Burnu, bir doğa harikası olduğu kadar, bir an evvel kaçma hissi veren bir yer. Teknelerin ve uçakların korkulu rüyası. Çünkü burası en hırçın dalgaların mekanı, sakin halini çok az yakalayabilirsiniz. Yine de bazı sabahlar çok sakin oluyor. Günübirlik motorların taşıdığı yolcular, Beş Adalar bölgesinde denize giriyorlar. Muhteşem berraklığa sahip denizin dibini 20 metreden görmek mümkün. Dalışa çok uygun. Ancak anafor ve değişen rüzgarlar çok olduğundan, güçlü motor teknesiyle gezmekte yarar var. O zaman keyfine doyum olmuyor.
Karadan fenere gidiş uzaklığına ise Likya Yolu üzerinde iki kilometre dense de, 12 kilometreyi geçiyor. Bazen geceleri aş ışığı yeterli olmuyor, o yüzden yanınıza fener almalısınız. Hatta cep telefonunuz GPRS olarak kodlanmamışsa yolu bulmanız zor, kaybolmanız kolay olabilir. Trekkingcilerin gözdesi olan bu yol, yüksek irtifa nedeniyle oksijen fazlası içeriyor ve rüzgar genellikle sizi havaya kaldıracak kadar güçlü oluyor. O yüzden toplu trekking yapmakta da fayda var.
Şimdi etrafı biraz tanıyalım... Papaz koyu, etrafı çam ormanlarıyla kaplı, bazen dev dalgaların dövdüğü, bazen de sakin sakin duran bir kıyı. Bazıları kumlu, bazıları taşlı kumsalları olan küçük koylara sahip. Bir bölümünde bulunan Amalfi kıyılarında ise dik yamaçlı derin koylar ve trafiği çok az olan bir yol var. Araba kullanırken etrafı fazla seyretmeyin, tehlikeli olabilir.
Karagöz limanı ise, yüzmek ve dinlenmek için uygun, şirin bir yer. Ancak gecelemek için asla düşünmeyin. çünkü siz teknenizde uyurken aniden fırtına çıkabilir ve kayalara çarpabilirsiniz. Ne kadar zincir döşemiş olursanız olun, tehlikeli rüzgarların olduğu bir bölge, güvenmeyin. Zaten dağlardan gece inen uğultulu koro, teknenizde sizi sabaha kadar uyutmaz.
DENİZDE BİLGİ AKIŞI ŞART
Tekneniz bu kıyılara düşerse, mutlaka Finike Setur Marina’ya uğrarsınız, hatta uğramak zorunda kalırsınız. Önceden bilgi, denizcilikte esastır. Denizde istihbarat CIA veya MOSSAD’dan daha iyi tekniklerle yapılır. Mesela fırtına ne zanan çıkacak, marinaya nasıl kaçılır veya hangi koya girelim diye sürekli deniz istihbaratı yapmak gerekir. Bu bilgiler size diğer denizciler tarafından telsizle, bazen de el kol hareketiyle ya da maille gelir. Güvenlik için bilgi akışı şarttır. Hava biraz bozuk olunca, eskiden fenerden fenere bile gidilmiyordu. Şimdi süper radar sonar vs. gibi seyir cihazlarıyla denizleri adeta yarıyor insan. Artık her havada seyir yapabilen tekneler imal ediliyor.
Yazının Devamını Oku 17 Temmuz 2006
Bölge halkı arasında Geyikova olarak bilinen Kekova, keklik ve geyiklerin mitolojinin gölgesinde dans ettiği bir sahil şeridi. Aynı zamanda antik Likya bölgesi. Yat turizminin vazgeçilmez durağı. Turkuvaz rengi denizi, kıyının hemen açığındaki antik lahitleri, amforalar, bina kalıntıları ve birçoğuna sadece sudan ulaşılabilen köyleri ile benzersiz bir cennet. Yatçıların olduğu kadar, günübirlik tekne turlarının da sevilen adreslerinden. Bu körfeze Ölüdeniz de deniyor ama bunun sebebi Fethiye Ölüdeniz’den çok farklı; kıyının hemen açığındaki batık antik şehir yüzünden.
Gökkaya
Asırlık Adası karşısında düşen Gökkaya’da irili ufaklı birçok kaya var. Meltem burada daha yavaş eser. Koya hem Çayağzı’ndan (Andraki) hem de Kaleköy tarafından girebilirsiniz. Yaz aylarında Çayağzı mevkiinden kalkan dolmuş motorları burada mola verir, o yüzden bazen kalabalık olabilir. Kış aylarında ise sadece yabancı tekneler çıkarır buranın keyfini. Gökkaya’da her boyuttaki tekne için uygun bağlanma yeri var. Etrafta birçok restoran bulunuyor ancak bunların çoğu kaçak yapılar olduğu için, ben gitmiyorum. Gökkaya’da denizin zemininde birçok su kaynağı bulunuyor. Temmuz-ağustos güneşinin ısıttığı suda yüzerken, birden buz gibi bir kaynağa denk gelip, denizden titreyerek fırlayabilirsiniz.
Hamidiye Koyu
Osmanlı donanmasına ait Hamidiye gemisi burada saklandığı için, Hamidiye Koyu’nda taş üzerine boyanmış bir Türk bayrağı karşılar sizi. Hamidiye, Kaleköy’e çok yakın ve güzel bir bağlama yeri. Burası, özellikle mehtaplı gecelerde harika. Antik şehir kalıntılarını denizi dibinde görebilirsiniz.
Sıcak Koyu
Sahilindeki zeytin ağaçları, Sıcak Koyu’nun sığ denizini safir renge boyar. Safir Koyu’nun sonunda antik şehir Aperlai’nin kalıntılarını gezebilirsiniz. Karaya çıkmayı düşünmeseniz bile, adaçayı ve defne toplamak için bir kereliğine inin tekneden. Kıyıdaki çalılardan korunmak için pantolon giymenizi öneririm. Bir de arıları kovalamak için sopa edinin. Arı sokmasına karşı alerjikseniz bu kıyılara ayak basmayın.
Kaleköy
Kaleköy’ü hangi kelimelerle tasvir etmeliyim bilmiyorum. Muhteşem bir denizin kıyısında, yamaca kurulu bu köyde kendinizi iyi hissetmemeniz mümkün değil. İsmini aldığı kaleye tırmanmaya nefesiniz yeterse, yolda Rahmi Koç’un yaptırdığı ve kendi adını taşıyan küçük ve sempatik ilkokulu görebilirsiniz. Okul, o kadar güzel bir binada ki, burada eğitim almak başka bir duygu olsa gerek. Kaleköy’ün karşısında ve yanındaki koylarda denize girmek için çok güzel noktalar var. Rahmi Koç’un evi, İtalya’nın batı sahillerindeki evleri andırıyor. Keşke bir gün burası müzeye dönüştürülse... Kaleköy’de kadınların aktifliği ve becerisi sizi şaşırtacak. Hepsi doğuştan denizci olan kadınlar harika motor kullanır, yaptıkları elişlerini kıyı kıyı gezerek satmak için kocalarına mahkum olmazlar.
Karaloz Koyu
Karaloz koyu, benim favorilerimden. Kekova’ya gidiyorsanız, mutlaka görün. Uzaktan baktığınızda, bu koyun girilmez olduğunu düşünerek rahatlıkla pas geçebilirsiniz. Aslında koyun girişi bir şiir gibidir; tekne adeta kıyıdan saklanarak, döne döne girersiniz içeri. Büyük tekneler biraz zorlanabilir çünkü manevra alanı dar. Bu yüzden çoğunlukla boştur ama bu yazıdan sonra ne olur, bilemem! Su derinliği fazla, zemini kum ve taşlık, en fazla birkaç tekne barınabilir. Dışarıda fırtına kopsa, burada duymazsınız bile. Sadun Boro’nun da favorilerinden olan Karaloz’un yamaçlarına tırmanamadım, herhalde ancak Nasuh Mahruki becerir buraya tırmanmayı.
Üçağız Limanı
Üçağız, karadan da ulaşılabilen bir yerleşim. Yıllar içinde çoğalan kalabalıklar yüzünden köyün antik havası eskisi gibi değil. Lokantalar bir alem, iskeleler kaçak, üstüne bir de otopark kahyaları ve seyyar satıcılar eklenince, durum bazen sevimsizleşebiliyor. Eskiden Akdenizliliği soluduğunuz köy SİT alanı olması gerekirken, sirk alanına daha çok benziyor. Üçağız’a gelen yatlar genellikle Gökbucak yakasında demirler. Bir de, Kaleköy’ün güneyinde, denizin içinde Likya lahitlerini göreceğiniz Irmakbaşı sığlığı var. Akdeniz’in her mevsimi güzel ama bu diyarlar için en güzel zamanlar kasım ve aralık ayları. Denizler coşarken, bile bu koy sakindir.
Kabak çiçeği kızartması
Sadun Boro, mükemmel bir denizci olduğu kadar iyi bir aşçı ve yemek uzmanı. Rakı biter korkusuyla teknede sürekli bir kasa rakı tutarmış. Bugün size onun favorilerinden kabak çiçeği kızartmasının tarifini vereceğim. Yaz aylarında bu kıyılarda rahatlıkla kabak çiçeği bulabilirsiniz. Yapılışı: Un, tuz ve dereotunu karıştırın. Sonra kabak çiçeklerini bu karışıma bulayarak kızgın yağda kızartın. Ilıkken üzerine sarımsak ve soğuk yoğurt ilave ederek servis edin.
MERAKLIDALGIÇLARA UYARI
Suyun altındaki şehri görüp heyecanlanmayın, bu noktalarda dalış kesinlikle yasak! "Aman ne olur" da demeyin, çevredeki eli dürbünlü meraklı komşular ve komşu tekneler tarafından anında ihbar edilirsiniz. Zaten sahil güvenlik tekneleri de Kekova kıyılarında 24 saat görevde.. Dipteki kalıntıları görmenin en güzel yolu, küçük bir botla gezmek. Evlerin duvarlarını, merdivenlerini, şapel kalıntıları görebilirsiniz. Eğer küçük gezinizi jet ski ile yapacaksanız, lütfen diğer teknelerdeki yolcuları rahatsız etmeyin.
Yazının Devamını Oku 10 Temmuz 2006
Uzun yıllar denizciler, gezginler ve mitolojik tanrılar tarafından sık sık ziyaret edildiği rivayet edilen ve çok önemli bir yerleşim bölgesi olan Edremit Körfezi muhakkak ziyaret edilmesi gereken bir kıyı şeridi. Hálá keşfedilmemiş bakir koyların bulunduğu bu bölgeden kısa bir yolculukla Midilli adasına da gidebilirsiniz. Yelken ile seyir için mükemmel koyların ve adaların bulunduğu Ayvalık kıyıları, meltem rüzgarlarıyla sürüklenen ince kumla örtülü ve çam ormanlarıyla çevrilidir.
Bir kahve yudumlamayı bahane edip, teknemizi Ayvalık Marina’ya kıçtan kara bağlıyoruz.
Ayvalık Setur Marina Müdürü uzun yıllardır burada görev yapan Kaptan Yücel Alibeyler. Marinanın kış aylarında esen şiddetli poyraz ve lodos dışında genelde sakin olduğunu anlatıyor. Yücel Kaptan’la sohbetten sonra Ayvalık koylarına doğru avara ediyoruz. Ayvalık’ın muhteşem günbatımlarına ve güneş doğuşuna tanık olmak umuduyla...
PAŞA KOYU
Paşa Koyu, deveyi andıran enteresan kayalığı ile dikkati çekiyor. Kıyı şeridini takip ederseniz, Sig ve Sarımsaklı plajına giden doğal su yolunu keşfedeceksiniz. Ancak dikkat, arada bazı sığlıklar var. Paşa Koyu’na demirlediğinizde gözünüze çarpan, geceleri ay ışığıyla aydınlanan, gündüzleri de güneşin altında yemyeşil parlayan çam ormanları. Bir de günbatımında ava çıkan balıkçı tekneleri.
ALİBEY YARIMADASI (CUNDA)
Ayvalık, balık, meze ve zeytinyağı cennetidir. Damak zevkine düşkün olanlar her akşam Cunda’da -şimdiki adıyla Alibey Adası’nda- keyiflerine uygun bir yer bulacaklar. Ayvalık Limanı içindeki ikinci bağlama yeri olan Alibey Limanı civarında çok keyifli yürüyüşler yapabilirsiniz. Muhteşem mezelerle akşam yemeğinden sonra meşhur kahvesine uğramayı unutmayın. Son yıllarda gittikçe artan sayıda kafeler de var. Buralarda buzuki eşliğinde Midilli ezgileri söylenir.
Tekneyle Alibey Adası’nın güney tarafına gittiğinizde yerleşime izin vermeyen bir doğayla karşılaşacaksınız. Bu kıyılarda da zaman zaman tehlike yaratabilecek sığlıklar var, o yüzden dikkat! Gökçeliman Patrıca koyunu muhakkak görmelisiniz. Kıyıda antik kalıntılar da var. Göreceklerinizin biri de, yakın zamanda restore edilmesini umduğum Ortodoks kilisesi.
CENNET KOYU
Yuvarlak bir gölü andıran Cennet Koyu’nun diğer adı Kumru. Su derinliği bazı kısımlarda üç metre civarıdır. Sert havalarda sığınmak için çok iyi bir yer olan Cennet Koyu’nda karaya çıktığınızda, toprak yolu takip ederek küçük bir yürüyüş yapabilirsiniz.
MADEN KOYU
Burası dik ve kayalık bir bölge. Bir o kadar da güzel. Sığlıklarda seyrederken suda gizlenen kayalara dikkat edin. Güzel ve huzur dolu Maden Koyu’nun kıyısında bir kumsal var. Tepede ise antik dönemlerden kalma kalıntılar. Koy, ismini eskiden orada olduğu rivayet edilen bir madenden almış. Ama bu madenin varlığı hiçbir zaman doğrulanmamış.
SARIMSAKLI
Kilometrelerce uzanan Sarımsaklı kumsalı için bir benzetme yapmak isterseniz, rahatlıkla denize dökülmüş pırlantalar diyebilirsiniz. Sarımsaklı, yosundan ve kayalıklardan hoşlanmayanlar için ideal bir kumsal. Tekne ile yolculuk ederken tüm günü Sarımsaklı kıyılarında geçirebilirsiniz ancak gece orada kalmanızı pek önermem. Sahilden gelen ve bir süre sonra gürültüye dönüşen sesler sizi rahatsız edeceği gibi, göğü aydınlatan ışıklar moralinizi bozabilir. Ne de olsa, teknede geçirilen bir gecede insanın tek görmek istedikleri pırıl pırıl parlayan yıldızlar ve yakamozlar. O yüzden Sarımsaklı’dan gece olduğunda ayrılmakta fayda var.
TEKNELERDE NEZAKET KURALLARI
4 Arkadaşınız bile olsa, eğer başka bir tekneye davetliyseniz birinci kural, yanınızda misafir getirmeyin.
4 Daima sizi davet edenden evvel masadan ayrılın, kamaranıza çekilin.
4 Ayakkabılarınızı çıkarın, teknede çıplak ayakla dolaşın.
4 Yandaki teknelerle ilgilenmeyin. Rahatsız olabilirler.
4 Teknede sizi göremeyecekleri yerlerde güneşlenin, sofraya mayoyla oturmayın.
4 Tekne sahibine, ondan daha bilgili olsanız dahi, asla denizcilik dersi vermeyin, rota bildirmeyin.
4 Teknede kaptan önemlidir, tekneye giderken kaptan için küçük bir hediye almayı unutmayın.
4 Teknede kumanya olsa bile, yanınızda değişik ve hoş yiyecekler getirebilirsiniz. Tabii tekne koşullarında muhafaza edilmesi mümkün olsun.
4 Erken kalkarsanız gürültü yapmayın, kimseyi uyandırmayın.
4 Tekneyi kullanmayı bırakın teklif etmeyi, aklınızdan bile geçirmeyin.
4 Duş alırken çevreyi zarar vermeyen şampuan ve sabun kullanmaya özen gösterin.
4 Müziğin sesini açmayın, gece yarısından sonra jeneratörü asla çalıştırmayın. Tekne yolculuklarının bir amacı da doğanın sessizliğiyle buluşmak değil midir?
4 Kabinler ses geçirir. Kabinde vakit geçirdiğiniz sürede yüksek sesle konuşmayın, gürültü yapmayın.
Yazının Devamını Oku 3 Temmuz 2006
Bodrum’un şöhreti hiç bitmeyecek sanırım. Her yıl artan yapılaşmaya rağmen, Bodrum koyları güzelliklerinden bir şey kaybetmeden gezilmeye devam edilecek bölgeler olacak. Bodrum öncelikle Yunanistan’ın Kos adasına yakınlığıyla cazip bir merkez. Havaalanı şehre yakın. Tüm koylara 40 dakikada ulaşmak mümkün. Bodrum birçok tekne yapımcısını da barındırıyor ve Bodrum guletleri ve yüksek kalite tekneleri, gün geçtikçe tekne yapımcılığında bir numara olmaya doğru ilerliyor. Bunlar da Bodrum’un ününde önemli bir role sahip. Mesela 40 kadar çeşitli boyda tekne yapıp satan Sinan Özer, Akdeniz çanağında oldukça ünlü. Bodrum’un tekne yapımcılığı öyle gelişti ki, Dubai’ye bile tekne sattı. İçmeler, tekne ve tersanelerin bölgesi. Karaada ise ünlü fok balıklarıyla anılıyor. En çok kaptan ise hemen hemen tüm ailelerin ekmeğini denizden çıkardığı Mazı köyünden çıktı. Bu hafta, güzelliğine doyulmaz Bodrum koylarında geziniyoruz...
TORBA KOYU
Bodrum Yarımadası’nda korumalı bir koy olan Torba, son yıllarda daha bir keşfedildi. Yani yerleşim arttı ve yapılaşma çoğaldı. Ama koy buna rağmen temizliğini koruyor şimdilik. Maalesef, başta Cennet Koyu olarak da bilinen Comca Koyu olmak üzere, bir süre yangınlarla anıldı. Eskiden yamaçlarda bulunan çam ormanı, şimdi yeni yeni yeşermeye başlıyor. Küçük bir balıkçı barınağı var burada. Fener kuleleri düzenli, meltem rüzgarına açık. Torba ayrıca, antik kaya mezarları, manastır kalıntılarıyla tarihi açıdan da öneme sahip.
TÜRKBÜKÜ
Son yıllarda sosyetenin uğrağı oldu burası. Melteme açık bir koya sahip, dip maalesef karışık ve demirlemek için melteme dikkat etmek gerekir. Bir de o kadar çok tekne vardır ki, bilmem bu kadar kalabalık hoşunuza gider mi? Bu kadar pahalı, lüks teknenin neden sürekli burada durduğu, hep merak konusudur. Türkbükü, daha çok kara hayatını seven, denizlerde kısa sürelerle kalanlara tavsiye edilir.
YALIKAVAK
Bir zamanlar sünger avcılarının köyü olan Yalıkavak şimdi marinasıyla ünlü. Burası, Akdeniz tipi bir bağlama yeri. Yeşil alanı bol. Eskiden salaş balık lokantası Çimentepe’den başka hiçbir yerde yemek yiyemeyeceğiniz Yalıkavak’ta artık, saç kestirmekten para çekmeye kadar tüm ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz bir alışveriş merkezi var. Bunun yanında eğlencesi ve sosyal etkinlikleri de oldukça gelişmiş bir marina burası. Görmek istediğiniz ünlüleri burada görebilirsiniz. Avrupa jet seti de zaman zaman buraya geliyor. Havalı bir marina yani. Birçok butik ve lüks otele sahip Yalıkavak’ta, yine de eski sakinliğinden izler bulabileceğiniz bölgeler var. Karaya çıkarsanız, 10 dakika yürüyüşle ya da toprak yoldan ciple çıkılabilen Sandıma kentini gezebilirsiniz. Rivayete göre, bir gemi kaptanı burayı uzaktan görüp ’’buranın cennet olduğunu sandım ha!’’ demiş...
GÜMÜŞLÜK
Balık ve meze cenneti. Rüzgarı ve günbatımıyla, Bodrum Yarımadası’nın en huzurlu noktası. Antik bakımdan da çok önemli; kalıntılar denizin altında. Sığ denizde iyice belirginleşen antik çağın mermer caddesinden yürüyerek Tavşan Adası’na ulaşılabiliyor. Limanı çok güvenli ve korunaklı. Koy derinliği 7-14 metre, dibi kum. Kıçtan karaya bağlanacak yerleri var. Ancak bu çok tavsiye edilmiyor. Myndos diye anılan bölge, tarihi açıdan çok önemli ve dalmak yasak. MÖ 4. yüzyılda, Halikarnas Kralı Mausolos’un kurduğu Myndos şehri, antik yazarların sıkça sözünü ettiği kentlerden biriymiş. Sanatçıların, aydınların, müzisyenlerin tercihi olan Gümüşlük’ün bu kadar doğal kalabilmesi, arkeolojik sit alanı olmasından kaynaklanıyor. Karaya çıkarsanız, Gümüşlük sırtlarındaki Karakaya köyü’nde, kentliler tarafından restore edilen taş evleri görebilirsiniz.
TURGUTREİS
İlk adı ’’Karatoprak’’ olan Turgutreis, bugünkü adını batı dünyasının ’’Dragut’’ olarak bildiği Kaptan-ı Derya Turgutreis’ten alıyor. Burası Kos adasına gidiş için en elverişli yer. Gümrük sahası bulunuyor. Doğuş Turgutreis Marinası, mühendislik adına en iyi çalışmalardan biri. Marinada Armani Cafe ve restoranlar, alışveriş yapabileceğiniz mağazalar var. Ayrıca tekneler için tamir ve bakım işleri de yapılıyor. Plajının uzunluğu 2,5 kilometreyi aşıyor. Yürüyüş yapmak isterseniz, hemen yakınındaki Kadıkalesi’ne, Bodrum Yarımadası’nın en uzun plajına kumsaldan yürüyebilirsiniz.
BARDAKÇI
Bodrum liman girişindeki Bardakçı koyu, hem Bodrum’a yakınlığı, hem de temiz deniziyle ideal. Eski adı Salmakis. Mitolojiye göre Hermes ve Afrodit’in oğlu burada doğmuş. Babası ve annesinin isimleri birleştirilerek ona Hermafrodit denmiş. Salmakis koyundaki sudan içenlerin erkekse kadın, kadınsa erkek olacağına inanılmış. Ama artık bu suyun bulunduğu yerlere oteller yapıldığı için böyle bir sorun yok. Ayrıca ben gece kalmanız için Haremtan koyunu tavsiye ederim.
TEKNEDE NE YENİR NE İÇİLİR
Mavi yolculuğa çıkanlar, ne olur ne olmaz diye gereğinden fazla kumanya alırlar. Hatta karada yediklerinden fazla yerler denizdeyken. Bu nedenle de yolculuktan döndüklerinde dört beş kilo almış olurlar. Bu nedenle teknedeyken yeme içmeye dikkat etmek gerekir. Birinci çözüm, tekneye az erzak almaktır. Tekneniz beş yıldızlı yemek servisi verebiliyor olsa da limitli servis yaptırın veya yapın. Siz istikrarlı olun, yoksa kilolarınızla başınız derde girer. Yine de lezzetin bol olduğu bölgelerde dolaştığınızdan, tavsiyem karada yiyemeyeceğiniz yemekleri tatmanızdır.
Hiçbir bölgede deniz ürünlerini ihmal etmeyin. Ahtapot ve balık en önde gelir. Genelde kıyı balığı avlayan balıkçılar teknenize gelir, tuttukları günlük balıkları gösterir. Her balığı alabilirsiniz. Görünüşüne bakmayın, diyelim ki çirkin görünümlü fener balığı satın alırken şühpe edersiniz, ama çok lezzetlidir. Buna karşılık renkli görünümlü bazı balıklar da lezzetsiz olabilir.
Deniz üstünde balık yemek çok zevklidir, arta kalanlar diğer balıklara ziyafet olur.
SADUN BORO USULÜ AHTAPOT SPAGETTİ
Ünlü denizci, dünyayı teknesiyle dolaşan ilk Türk Sadun Boro, bana bir gün teknesinde süper bir ahtapot spagetti yapmıştı. Teknesi Kısmet’te birkaç gün kalmıştım, bizzat kendi tuttuğu ahtapotla yapmıştı ve hayatımda bu kadar lezzetlisini yememiştim. İşte tarifi:
Linguine tipi bir paket makarna tuzlu suda haşlanır. Diğer tarafta, haşlanmış ahtapot, küçük dilimler halinde kesilir, bir tavada az miktar sızma zeytinyağı, dört beş diş sarımsak, iki soğan, yeşil biler, bol karabiber ve birkaç kaşık biber salçasıyla sote edilir. Bu malzeme makarnayla karıştırılarak tabaklara konur. Üzeri fesleğenle süslenir. Yanında iyi bir kırmızı şarap iyi gider.
Yazının Devamını Oku