Paylaş
Bu işin planlı programlı olduğu belliydi. Tahran-Dallas hattı, Merve olayının ‘ipliğini pazara’ çıkardı.
5 Mayıs günü, İstanbul'dan faks çeken eski Harbiyeli arkadaşım Mustafa Yetişmişoğlu, perşembenin gelişini çok önceden önüme seriyordu:
‘‘Türbanlı Meclis'e girdi, ya sonra? Sarıklı milletvekili mi?’’
MOLLANIN GERÇEK YÜZÜ
Yetişmişoğlu, devam ediyordu:
‘‘O türbanlı kadını genel kurulda görünce, hafızam beni 15 yıl geriye götürdü. 1984'te Tahran'da, bir İranlı dostumun evinde duyduğum sözleri ve oradaki aydın İranlıların Türkiye ile ilgili kaygılarını hatırladım.’’
Yetişmişoğlu, kendi şirketinin işleri için Tahran'da bulunuyordu:
‘‘Evde, Ayetullah Keni de vardı. Keni, 1982-83 yıllarında 15 ay İran'da başbakanlık yapmıştı. Ancak, ‘İslam Devrimi'ne yeterince hizmet etmediği' suçlamasıyla Humeyni görevden almıştı. Sonraları iyice gözden düşürüldü.’’
Keni’ye bile tahammül edilmediğini vurguluyordu:
‘‘O ocaktan; babadan veya dededen Ayetullah değildi. Medreseden gelmiş Ayetullahlar beyaz sarık takıyordu. Ocaktan olanların sarığı siyah idi.’’
Ev sahibini de tanıtıyordu:
‘‘Evinde kaldığım İranlı, benim acentamdı. Transport firmasının genel müdürü ve iktisat doktoru olan Aziz Selahi, Şah'ın İran'dan kaçmasından, Humeyni'nin gelmesinden beş ay önce emekliye ayrılmış havacı generaldi. Molla dönemindeki ünlü general katliamından da tesadüfen kurtuldu.’’
Eski Hava Harp Okulu Komutanı olan bu general şimdi ABD'de idi:
‘‘Konu şeriat rejimi ve Türkiye'deki laik demokrasiye geldi. Evde herkes bizim laik rejimimize gıpta ediyordu. Atatürk'ten övgü ile söz ediyorlardı. Rıza Şah ve babasının mollalara karşı başarı sağlayamadığını söylüyorlar ve bizim için çok kaygı duyuyorlardı.’’
Adamların, geleceği gördüğü anlaşılıyordu:
‘‘İran rejimi yalnız bu sınırlar içinde kalmayacak, fanatik yobazlar diğer İslam ülkelerine de ihraç edecekler, diyorlardı.’’
İranlı dostları üstüne basa basa uyarıyordu:
‘‘İran mollalarının ilk ve en büyük hedefi, dünyadaki yegane laik İslam ülkesi olan laik Türkiye Cumhuriyeti'dir. İlk hedefleri, bunu yıkmaktır.’’
Nasıl yıkacakları o zaman anlatılıyordu:
‘‘Önce demokratik yollar denenecek. Türkiye'deki dinci partiye destek verilecek. Bu partinin Meclis'teki gücü artırılacak, dini eğitime önem verme konusunda çaba gösterilecek...’’
Biz bunları hiç umursamadık. Şimdi sıkı durun:
‘‘Tesettürlü kıyafet giyenlerin sayısı artırılacak. Türk halkına önce türban ve uzun gri renkteki pardesü ve yeşil namaz takkesi tedrici olarak enjekte edilecek; sonra yeşil takkeler yerine beyaz sarık, gri pardesüler yerine de kül rengi veya kara çarşaflar giydirilecek.’’
KANLA, İRFANLA KURDUK
O gece, ‘zaferin ilk işareti’ de açıklanıyordu:
‘‘İlk önemli işaret, Türk parlamentosunda, halkın seçtiği beyaz sarıklı bir milletvekilinin kürsüde söz almasıyla görülecek.’’
Sarık olmadı, türban oldu. İşaret, Tahran'dan Dallas'a, oradan Büyük Meclisimize uzandı. Harbiyeli arkadaşım Yetişmişoğlu haykırıyordu:
‘‘Sevgili arkadaşım. Kanla irfanla kurmadık mı, biz bu cumhuriyeti?’’
Paylaş