Paylaş
Hasan Denizkurdu, kısa süre Adalet Bakanlığı yaptı. Önemli ve olumlu izler bırakıp siyasetten koptu. Çünkü, bu izler ona pahalıya mal oldu.
Böyle politikacıları liderler istemez. Ayaklarının altına anında karpuz kabuğu konur. Kondu da. Halk onu sevdi. Buna rağmen, Meclis dışında kaldı.
Liderler neden istemez? İşlerine gelmez. Yarın bela olurlar!
Denizkurdu'na TV-8'deki program öncesinde sordum:
- Bu af yasasının istikbali nedir?
‘‘Af adil olmalı. Eşitlik sağlamalı. Siyasi irade, ‘Seni affettim, sana af yok' diyemez. Derse! Ya veto yer, ya da Anayasa Mahkemesi iptal eder.’’
- Yani? Bu veto yemiş yasa ne olacak?
‘‘Kapsamın çok daraltıldığını duydum. Sonunda af yerine vatandaşa gidip, ‘Afedersiniz' diyebilirler.’’
Gülüştük... Af konusunun ilk dönemini anlattı:
‘‘Ben, bakan olarak göreve başladığımda, Sayın Ecevit bunu bana getirdi. İncelememi istedi. Acemice hazırlanmış bir taslaktı.’’
Geçmiş günün gerçeğini açıkladı:
‘‘Bakanlıkta, af işini çok iyi bilen hukukçularımız var. İncelettim ve imzasız gerekçeyi Ecevit'e yolladım. ‘Vazgeçin bundan, böyle af olmaz' dedim. Belki kendisini üzdüm, ama gerçek buydu.’’
Af yine gündemde. Ama başta çeteler ve hırsız müteahhitler olmak üzere, kamuoyunun büyük tepkisini çeken pek çok madde kapsam dışında kalıyor.
Yasanın mutlaka çıkarılması gerekiyor. İçerdeki insanlara ve yakınlarına bu ışık bir kez yakıldı. Denizkurdu da, ‘‘Artık geri dönülemez’’ diyor:
‘‘Umut işkencesine bir an önce son verilmelidir.’’
* * *
Cumartesi günü de NTV'deki konuğum, DSP Sıvas milletvekili Prof. Cengiz Güleç idi. Güleç, bir derya deniz... Ama bu yönünü kaç kişi biliyor?
Çocukluğu Şarkışla'da geçmiş... Küçük bir icra memurunun oğlu. Dedesi ise ünlü halk ozanı Serdari:
‘‘Nesini söyleyim canım efendim/ Gayri düzen tutmaz telimiz bizim.../ Arzuhal etsem deftere sığmaz/ Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim...’’
Yıllardır çalınıp söylenen bu dizeler Serrari'nin.
Prof. Güleç, felsefeye düşkün. Ama annesi doktor olmasını istiyor... Ve Psikiyatri uzmanı oluyor. Doktora için Paris'e gidiyor. Zaten, hayatı da orada değişiyor. Dünyaya bakışı değişiyor:
‘‘Dünya Psikiyatri Birliği Başkanı da olan hocam Prof. Pierre Pichot, evinde verdiği bir yemeğe beni de davet etti. Gittim. O sırada 80 yaşına yaklaşmıştı. Her gittiği ülkeden topladığı kilimleri konuklarına tek tek gösterirken, bir kilimin önünde durdu. Dönüp bize tek tek baktı. Benimle göz göze gelince de sordu:
- Bu kilimin nerede dokunduğunu biliyor musun?
Sustum. Yanıt veremedim. Ve kendi açıkladı:
- Türkiye'den. Konya yöresinden bir Sumak kilimi.
Utandım, ezildim... Yüzüm kızardı. Derinden sarsıldım. Ve orada kendi kendime söz verdim... Önce kendi kültürümü, Anadolu'yu öğrenecektim.’’
Örneğin Fransız ve Rus kültürünü çok iyi biliyor. Ama Anadolu'ya, yani kendine yabancı. Dönüşte Anadolu'yla kucaklaşıyor. Özüne iniyor.
Türk kimliğine indiğinde, ‘İnsan-Evren-Tanrı sevgisi' kapısını aralıyor. Kendi olanı Aşık Veysel'in dediği gibi, uzun ince bir yolda yürüyor.
Güleç, gerçekten derya deniz. Sohbete doyamadım. Dayanamayıp sordum:
‘‘Siyaset nerden aklına geldi Hocam?’’
Sizlere iki ayrı, ama iki güzel siyasi portreyi tanıtmak istedim.
Paylaş